Lugatinde imkânsız diye bir şey yok!
HABER MASASI
Hem Türk Hem Komünist Hem Nazi Hemde Cia AjanıydıSıradışı bir hayat! Hayır, hayır. Onunkisi kelimenin tam anlamıyla nefesleri kesen bir macera. Kimden mi söz ediyoruz? Türkistanlı Ruzi Nazar’dan. O da kim mi? Bakın, okumaya başladınız bile...
Macera dolu bir hayat… Sovyet eğitimi almış, Kızıl Ordu saflarında Almanya'ya karşı savaşmış, Ukrayna'da ağır yaralanmış, ardından bu defa Nazi üniformasıyla Türkistan lejyonlarında Sovyetler'e ve müttefiklere karşı Doğu Avrupa ve İtalya cephelerinde mücadele vermiş, ABD'de CIA bünyesinde çalışmış, hayatını Komünizm ve Rus emperyalizmiyle mücadeleye adamış birinin nefes kesen hayat hikâyesidir okuyacağınız. Ruzi Nazar, 1917 Ocak'ında bugünkü Özbekistan'ın Margılan şehrinde dünyaya geldiğinden bu yana hem dünya, hem de Türkistan çok değişti. Doğduğunda Türkistan, Rus İmparatorluğu'nun bir parçasıydı. Buhara Emirliği ve Hive Hanlığı Rus İmparatorluğu'nun vasal devletleriydi. Bölgenin geri kalan kısmıysa kuzeyde Step, güneyde Türkistan genel valilikleri aracılığıyla Rus yönetimi altındaydı.
O doğmadan sadece 6 ay kadar önce 1. Dünya Savaşı sırasında kendilerini cepheye çağıran Rus sömürge yönetimine karşı büyük Kırgız kıyamı yaşanmış, Rusların intikamından çekinen yüzbinlerce Türkistanlı, yüksek dağları aşarak Doğu Türkistan'a göç etmişti.
Ruzi 1 aylıkken Rusya'da Şubat İhtilâli patlak verir, 6 ay sonraysa Bolşevik İhtilâli. Doğduğu yerin yanı başındaki Buhara Emirliği, dönemin en kapalı İslam devletlerindendir. Buhara'nın son Emiri Muhammed Alim Han 1920'ye kadar tahtını korumayı başarır ve ardından Afganistan'a kaçarak meşhur Basmacı direnişine destek olur. 1920'de kurulan Buhara Halk Şuralar Cumhuriyeti ise 4 yıl sonra millî sınırların belirlenmesi siyaseti sonucu tarihin sayfalarındaki yerini alacaktır.
Böylece tahmin edilebilecek en muhafazakâr ortamda doğmuş olan Ruzi, çocukluk ve gençlik yıllarını Sovyetler Birliği topraklarında geçirecektir.
Yarım asırlık sürgün başlıyor
Sovyetler'de çocuk ve genç olmak ciddi bir takiyye gerektirmekteydi. Evdeki samimi dindar yaşamın okula ve sosyal hayattaki Bolşevik çevreye yansıtılmaması gerekiyordu.
Lenin'in 1921'de başlattığı Yeni Ekonomi Politikası hızlı bir refah artışına yol açmıştı ama 1929 itibarıyla Stalin tarafından her şeyin devletleştirildiği Kolektifleştirme siyaseti uygulamaya konulacaktı. Yoksulluk, sürgün, acı, kan ve açlıkla örülen yeni bir dönem başlamaktaydı. Özellikle 1932-33 açlık yılları milyonlarca Sovyet vatandaşının ölümüne sahne olacaktı.
1932'de liseyi bitirdiğinde 16 yaşındaydı. Şehir Komünist Parti Gençlik Teşkilatı'nda (Komsomol) çalışmaya başladı. Ertesi yıl üniversite okumak üzere Taşkent'e gittiğinde Sovyet yönetimi Türkistanlı aydınların tasfiyesine çoktan başlamıştı. 1929'da başlayan tutuklamalar 1936'ya kadar devam eder. 1936-38'deki 'Şov Mahkemeleri' Stalin için rejimini 'Troçkistler ve sabotajcılardan' temizleme operasyonu, daha doğrusu Stalinist imparatorluğun sağlamlaştırılmasıdır.
Bu 'Kızıl Terör' devrindeki en meşhur mahkeme 1938'deki 21'ler yargılamasıdır. İçlerinden Sosyalist Özbekistan'ın mimarları olan ve millî komünizm zamanından kalma Feyzullah Hocayev ve Ekmel İkramov hemen idam edilirler. Ruzi'nin pek çok aile dostu ve hemşehrisi bu terör döneminde ya bir şekilde ortadan kaybolur ya da Sibirya sürgününe gönderilir. Hemen hiçbirinden bir daha haber alınamaz.
Ağustos 1939'da Kızıl Ordu'ya askerlik hizmeti için çağırılır. Böylece 5 ay sürecek olan askerî eğitimi başlar. Aynı günlerde Moskova'da Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop ile Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı'nı imzalamaktadırlar.
Ruzi 2 Ocak 1940 günü istasyondan Kızıl Ordu hizmeti için hayvan vagonlarından oluşan bir trene bindiğinde memleketine yarım asırdan fazla bir süre sonra döneceğini tahmin dahi edemezdi.
12 gün süren tren yolculuğu Odessa'da sona erer. Kızıl Ordu tam bir milletler mozaiğidir. Ruslar, Ukrainler, Yahudiler, Ermeniler, Gürcüler boldur. Ama Ruzi önce Özbekler, ardından Kırım Tatarları, Azeriler, Türkmenler, Tacikler, Çeçenler ve daha birçok Türk ve Müslüman askerle tanışıp dost olur. Odessa günlerinde onlarla kahvelerde uzun sohbetlere girişir.
Almanya'nın Barbarossa Operasyonu'nu, yani Sovyetleri işgal hamlesini başlattığı 22 Haziran 1941'in ertesi günü Ruzi'nin birliği Besarabya'ya doğru harekete geçer. Yol üzerinde gördükleri Sovyet askerî mevzileri bombalanıp tahrip edilmiştir. Asteğmen olan kahramanımız zırhlı Araba Tabur Komutanı yapılmıştır. Besarabya'da geçirdikleri 10 günün ardından taburuyla cepheye gönderilir. Birkaç gün direnebildikleri Alman ateşi altında hızla Ukrayna içlerine doğru çekilen Kızıl Ordu birlikleri bir noktada durup savunma yapmaktan bile acizdir. Bu sırada Ruzi bir şarapnel parçasına hedef olarak ağır yaralanır. Arkadaşları tarafından yakındaki bir Ukrain köy evine bırakılır ve orada tedavi edilir.
Nazi saflarında
4 ay boyunca köyde kalan Ruzi, Alman işgal kuvvetlerinin yerel milisleri örgütlediğine şahit olur. Bu milislerin köydeki komutanı olan bir Alman, bir gün kendisini çağırıp Sovyet halklarından gönüllü birlikler teşkil ettiklerini ve bunlara katılmak isteyip istemediğini sorar. Cevap bellidir: Evet!
Bir günlük yolculuktan sonra Proskurov'daki lejyon kampına varır. Buradaki Türkistanlıların büyük kısmı çeşitli Alman esir kamplarından toplanmış gençlerdir. Haziran'da Sovyetler'e karşı saldırıya geçen Almanların elinde Kasım 1941 itibarıyla 3 milyon Kızıl Ordu askeri esir bulunmakta, bunun yaklaşık üçte biri Müslümanlardan oluşmaktadır.
Ruzi'nin memleketten çok iyi tanıdığı Hokand Muhtariyeti Başkanı Mustafa Çokay'ın ismi, esir kamplarından gelen Özbekler arasında bir efsane gibi dolaşıyordu. Çünkü onları kamplardan kurtaran ve çok daha insanî şartların bulunduğu lejyona gönderen irade ondan çıkmıştı. Proskurov bir eğitim kampıydı ve sürekli gelen Türkistanlı birliklere askerî eğitimin yanında doktriner eğitim de verilmekteydi. Bunun için hemen Berlin'deki Milli Türkistan Birlik Komitesi ve Çokay'ın ölümünden sonra komitenin başına geçen Veli Kayyum Han'la irtibata geçmişti.
4 aylık süreler halinde kampa varan 2 bin kişilik Türkistan lejyonları, Ruzi'nin başında bulunduğu bir ekip tarafından eğitime tabi tutulur. Bu rutin uygulama 1942 sonlarına kadar devam eder. Aynı tarihte Ruzi, bölüğüyle birlikte Poltava'ya, bir bölgenin güvenliğini sağlamaya yollanır. 1943 boyunca Poltava, Harkov ve Berezino cephelerindeki Alman taarruzlarına katılır. 1944 başında Belarus'ta 2 yerinden ağır yaralanarak Varşova'daki Alman hastanesine gönderilir. İyileştikten sonra da Alsace-Lorraine'deki Türk-Führer Schule'ye (Türk Subay Okulu) eğitmen olarak atanır. Burada yetiştirilen Türkistanlılar hemen doğu cephesindeki lejyonlara subay olarak gönderilmektedir.
Bu arada Rus, Ermeni vb. lejyon yönetimleriyle Türkistan lejyonu arasında bir rekabet başlamıştır. Sovyet rejimi karşıtı Ruslar, tüm Sovyet halklarını kendi orduları altında toplayarak anti- Sovyet cepheyi birleştirmek istemektedirler. Rus İmparatorluğu'nun esaretini tatmış Türkistanlılar, Kafkasyalılar ve diğerleriyse bunu istemezler.
Özellikle 1944 boyunca Türkistan lejyonları Doğu Avrupa steplerinden Normandiya'ya, oradan Kuzey İtalya'ya kadar tüm cephelere konuşlandırılır. Kızıl Ordu hızla karşı saldırıya geçmiş, Almanya kapılarına dayanmıştır. 1945'te Almanya'nın teslim olmasını takip eden günler lejyondakiler için hayatlarının en zor günleridir.
Zira Kızıl Ordu ele geçirdiği lejyon askerlerini hemen oracıkta öldürüyor, Amerikalılar ise bu lejyon askerlerini trenle Prag'a göndererek Sovyetler'e teslim ediyorlardı. Tabii sonları derhal infaz oluyordu. Savaşın sona erdiği 1945 yazında yaklaşık 70 bin Türkistanlının Sovyetlere teslim edilir edilmez öldürüldüğü tahmin edilmektedir.
Türkistanlıların sadece Alman tarafında 400 bin, Sovyetler tarafındaysa 1,5 milyon can kaybı yaşamış olabilecekleri iddiaları bulunmaktadır. Gerçekten de bugün Orta Asya devletlerinde hangi şehre, hangi köye gitseniz bir park içindeki anıta veya basit bir granit levhaya yazılmış yüzlerce, binlerce isim görürsünüz. Bunlar o köy veya şehirden 2. Dünya Savaşı'na gidip de dönmeyen gençlerin isimleridir.
New York'tan Özbekler Tekkesi'ne
Savaş bitti diye derin bir nefes aldınızsa aldandınız demektir. Zira barış döneminde Ruzi'yi daha da maceralı bir hayat beklemektedir.
O sırada hayatta kalmak başlı başına bir maceradır. Müttefik askerleri deyim yerindeyse Nazi avındadırlar. Ruzi ve Türkistanlı arkadaşları Alman aileler tarafından kâh evlerinde, kâh ambarlarında saklanır. Rosenheim şehri artık yeni yurtları olmuştur. Öyle ki, 1945 yazında Alman kızlarla tanışıp dostluk bile kurabiliyorlardı. Ruzi bunlardan biri olan şimdiki eşi Linda Hanım'la burada tanışmıştır.
Linda'nın yargıç olan babası, Bavyera'nın ileri gelen ailelerinden birine mensuptu. Rosenheim'da büyük bir malikânede yaşamaktaydılar. Bu kaçak eski lejyon askeri, ertesi yıl evleneceği müstakbel eşiyle evlerindeki çay partilerine gidiyor, Linda'nın yargıç olan babasıyla uzun sohbetlere katılıyordu.
1945 sonunda Noel gecesini Linda Roth'un ailesiyle geçirir Ruzi. Ertesi yıl ise 15 Türkistanlı gencin katıldığı sade bir törenle evlenirler.
Bu arada artık Sovyetler'e teslim edilmekten kurtulmuş olan birkaç yüz Türkistanlı yavaş yavaş birbirlerini bulmaktadırlar. Veli Kayyum Han ise Nürnberg'de savaş suçlusu olarak yargılanıp 2 yıl hapis yattıktan sonra Milli Türkistan Birlik Komitesi Başkanı olarak yeniden faaliyete başlayacaktır.
Ruzi'nin hayatını bir kere daha değiştirecek olan olay, CIA'nın kuruluş çalışmalarında bulunan Archibald Roosevelt'le Münih'te tanışması olmuştur. Hemen ardından 1951'in soğuk bir kış günü bindiği gemiden Manhattan'a iner. Bir yandan Columbia Üniversitesi'nde, diğer yandan da Amerika'nın Sesi radyosunun Özbekçe yayınlarında çalışır. Tercümeler yapar, analizler kaleme alır. Kısa süre içinde akıcı bir İngilizce öğrenir. New York'taki Türkistanlılar ve Tatarlarla yakınlık kurar. Hatta onlardan biri olan Hamit Raşit ile 1952 yılında Hacca giderek Müslümanlara Türkistan davasını anlatır. Dönüşte Beyrut üzerinden Ankara'ya uğrar, Türkistanlıların misafiri olurlar. Buradan İstanbul'a geçip Özbekler Tekkesi'ni ziyaret ederler.
Ruzi yeniden Columbia Üniversitesi'nde çalışmaya devam eder. 1954 itibariyle artık 'Şirket'in, yani CIA'nin bir çalışanıdır. İlk önemli başarısını 1955'te Bandung Konferansı'na Türkistan adına gözlemci üye olarak katılarak gösterir. Konferansın Sovyetler ve Çin'in gövde gösterisine dönüşmesi beklenmektedir. Ancak Ruzi'nin faaliyetleri neticesinde Sovyetler ve Çin dahil tüm sömürgeci ve emperyalist devletler kınanır.
Ruzi burada pek çok Üçüncü Dünya ülkesi lideriyle dostluk kurar. Türk delegasyonunun başındaki Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile ayrı bir yakınlık oluşur aralarında. Bandung'tan Pakistan'a geçer. Oradan ABD'ye dönüp hemen ardından davet üzerine Sovyetler ve milliyetler meselesi hakkında konuşmalar yapmak üzere Bağdat'a gider. Aynı yıl Washington'da Altemur Kılıç'la tanışıp dost olur. Bunu takip eden aylarda o sırada Washington'da bulunan Alparslan Türkeş'le dostluk kurduğunu görürüz.
Nazım Hikmet'le edebiyat sohbeti
Fırtınalarla dolu hayatı sürerken Sovyet Türkistan'ındaki gelişmeleri de yakından takip etmektedir. Aralık 1957'de Kahire'de toplanan Asya ve Afrika Halkları Dayanışma Konferansı'na Özbek SSCB'nin başkanı Şeref Raşidov'un katılacağı haberi onu harekete geçirir. Kendisini El-Ezher Rektörü ve Mısır Diyanet İşleri Bakanlığı'na gözlemci delege olarak davet ettirmeyi başarır. Kahire'de Sovyet delegasyonundaki Müslüman delegelerle irtibatlar kurar. Bir başka operasyonu ise 1959'da Sovyetler tarafından Viyana'da düzenlenen Dünya Gençler ve Öğrenciler Festivali'ne katılımıyla gerçekleştirir.
ABD'de bulunan 2 Özbek gencini kısa süreli eğitimden geçirerek onlarla birlikte Viyana'ya gider. Burada Sovyet delegasyonu içindeki Özbeklerle irtibat kurar, Türkiye Komünist Partisi'nin faaliyetlerini takip ederler. Bu devasa festivalin karmaşası içinde bir yolunu bulup Nazım Hikmet'i kaldığı otelde ziyaret eder. Tüm açıklığıyla hayatını anlatır. Nerede çalıştığı konusunda bir şey söylemesine gerek yoktur zaten, Nazım hemen anlamıştır. Uzun uzun Türkistan şehirlerinden ve Sovyet dönemi Türk edebiyatından konuşurlar.
Nihayet tayini 1959 Aralık'ında Ankara'ya çıkar. 10 yılı aşkın bir süre Ankara'da görev yapacak olan Ruzi'yi Türkiye'de de hareketli günler beklemektedir. 27 Mayıs darbesi, 22 Şubat ve 21 Mayıs darbe girişimleri ilk görev yıllarına rastlar. Bu süre boyunca Ankara'da sivil ve askerî bürokrasiden, sanatçı ve iş adamlarından çok sayıda dostu olur. Hayatta olanlarla halen görüşmeye devam etmektedir. Alparslan Türkeş, Fethi Tevetoğlu gibi önde gelen anti-komünistler, Türk istihbaratının efsane müsteşarı Fuat Doğu Paşa, genç işadamı Ayhan Şahenk, yazar İlhan Selçuk ve Gökhan Evliyaoğlu yakın arkadaşlarından bazılarıdır.
Ruzi 1971'de Washington DC'ye döner. 1 yıldan kısa bir süre merkezde kaldıktan sonra 'Şirket'in en saygın görevlendirmelerinden biriyle Almanya'ya gider ve Bonn'daki yeni görevinin başına geçer. Kimliği komünistler tarafından iyi bilinen Ruzi'nin Almanya görevi Doğu Bloğu'ndan büyük tepki alır. Almanya'da Soğuk Savaş'ın sonlanmasına doğru giden süreçte tam 12 yıl görev yapar. Bu dönem içinde CIA'nin Sovyetler Birliği'ndeki 'milliyetler meselesi'ne yoğunlaşmasına önemli katkıları olur. Avrupa çapında Sovyet büyükelçiliklerinde çalışan Rus olmayan milletlerden diplomatlarla ilişki kurulması başlıca hedeflerindendir.
Gizli görevlerin adamı Özbekçe, Tacikçe (dolayısıyla Farsça), Rusça, Almanca ve İngilizceyi gayet akıcı konuşuyordu Ruzi. Bu nedenle merkezin onu, olağanüstü durumlarda başka yerlere yolladığı da oluyordu. 1979'da İran Devrimi'ni takip eden süreçte ABD elçiliğinin basılması ve personelinin rehin alınması gibi.
Bu defa Alman pasaportlu bir Afgan halı tüccarı olarak Tahran'a gider. Rehinelerin hâlâ elçilikte tutulduğunu gözlemler ve bir Azerbaycan restoranını üs olarak seçer. Rehinelerin askerî yöntemlerle kurtarılmasının imkânsızlığını görür. Ardından önce Washington DC'ye, sonra Virginia'ya giderek gözlemlerini bir brifingle aktarır. Ancak tavsiyeleri dinlenmez ve malum başarısız kurtarma operasyonuna girişilir.
Almanya'dan 1983'te merkeze dönen Ruzi, bu defa Afganistan Savaşı'nı yakından izlemeye başlar. Özellikle Afganistan'ın kuzeyindeki Türkistanlı (Özbek, Türkmen, Tacik) mücahitlerin faaliyetleri üzerinde yoğunlaşır. ABD'nin Afgan mücahitlerine yaptığı yardım, kuzeydeki Türkistanlı mücahitlerin eline ulaşmamaktadır. Ayrıca Peştun mücahit liderleri (başta Hikmetyar) Türk mücahitlere karşı düşmanca bir tutum içindedirler. Sovyet ordusundan esir alınan Müslüman Türkistanlılara da Peştunlar acımasız davranmaktadırlar.
Ruzi önce Türk mücahitlerin lideri Azad Beg Kerimi ve partisiyle bağ kurup yardımlardan pay almalarını sağlar. Ardından onları Afgan Genelkurmayından General Reşid Dostum'la irtibatlandırır. Bu şekilde Türk mücahitlerin elini güçlendirmeyi başarır. Ruzi'yi 1980'li yılların ikinci yarısında Washington'da İstiklal Bayrağı dergisini yayımlarken görürüz. Bu dönemde artık 'emekli'ye ayrılmıştır. Ancak faaliyetlerine devam etmekte, Washington DC'deki güçlü dostları aracılığıyla Afganistan başta olmak üzere bölgede etkinliğini sürdürmektedir. 1990'da Özbekistan'dan bir grup akrabasını Washington'a getirmeyi başarır ve tam 50 yıl sonra kızkardeşiyle kucaklaşır. 2 yıl sonraysa doğup büyüdüğü Margılan'ı yeniden ziyaret etme şansını bulur.
Bu yıl(2012) 95 yaşına giren Ruzi Nazar'ın Washington DC'deki evi 1990'lar ve 2000'li yıllar boyunca Türkiyeli, Türkistanlı, Kafkasyalı pek çok öğrenci, öğretim üyesi, yazar ve gazetecinin buluşup fikir alışverişinde bulundukları önemli bir merkez olmuştu.
Onun hayat hikâyesinde 20. yüzyılın en ilginç hatıraları bulunur. Siyasî liderler, askerî komutanlar, işadamları ve sanatçılarla dostluklarının hatıraları halen dinleyenleri etkiler. Ruzi Nazar'ın kızı Sylvia (Zülfiye) Nas(z)ar ise Akıl Oyunları (The Beautiful Mind) romanının yazarıdır. Ruzi'nin Ankara yıllarında o da yanındadır.
Çarlık Rusyası, Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası ve ABD gibi 4 değişik dünya içinde yaşanmış olan bu fırtınalı hayat, belki de 20. yüzyılın en çarpıcı özetlerinden biridir. Ruzi Nazar'ın detaylı biyografisini, belki onun kadar maceralı bir hayat yaşamakta olan bir başka Özbek, 'Büyük Oyundaki Türk' Enver Altaylı kaleme aldı. Yakın bir zamanda Doğan Kitap'tan çıkacak olan bu biyografiyi meraklılarına şiddetle tavsiye ediyoruz.(Enver Altaylı, Ruzi Nazar: CIA'nın Türk Casusu, Şubat 2013)
O doğmadan sadece 6 ay kadar önce 1. Dünya Savaşı sırasında kendilerini cepheye çağıran Rus sömürge yönetimine karşı büyük Kırgız kıyamı yaşanmış, Rusların intikamından çekinen yüzbinlerce Türkistanlı, yüksek dağları aşarak Doğu Türkistan'a göç etmişti.
Ruzi 1 aylıkken Rusya'da Şubat İhtilâli patlak verir, 6 ay sonraysa Bolşevik İhtilâli. Doğduğu yerin yanı başındaki Buhara Emirliği, dönemin en kapalı İslam devletlerindendir. Buhara'nın son Emiri Muhammed Alim Han 1920'ye kadar tahtını korumayı başarır ve ardından Afganistan'a kaçarak meşhur Basmacı direnişine destek olur. 1920'de kurulan Buhara Halk Şuralar Cumhuriyeti ise 4 yıl sonra millî sınırların belirlenmesi siyaseti sonucu tarihin sayfalarındaki yerini alacaktır.
Böylece tahmin edilebilecek en muhafazakâr ortamda doğmuş olan Ruzi, çocukluk ve gençlik yıllarını Sovyetler Birliği topraklarında geçirecektir.
Yarım asırlık sürgün başlıyor
Sovyetler'de çocuk ve genç olmak ciddi bir takiyye gerektirmekteydi. Evdeki samimi dindar yaşamın okula ve sosyal hayattaki Bolşevik çevreye yansıtılmaması gerekiyordu.
Lenin'in 1921'de başlattığı Yeni Ekonomi Politikası hızlı bir refah artışına yol açmıştı ama 1929 itibarıyla Stalin tarafından her şeyin devletleştirildiği Kolektifleştirme siyaseti uygulamaya konulacaktı. Yoksulluk, sürgün, acı, kan ve açlıkla örülen yeni bir dönem başlamaktaydı. Özellikle 1932-33 açlık yılları milyonlarca Sovyet vatandaşının ölümüne sahne olacaktı.
1932'de liseyi bitirdiğinde 16 yaşındaydı. Şehir Komünist Parti Gençlik Teşkilatı'nda (Komsomol) çalışmaya başladı. Ertesi yıl üniversite okumak üzere Taşkent'e gittiğinde Sovyet yönetimi Türkistanlı aydınların tasfiyesine çoktan başlamıştı. 1929'da başlayan tutuklamalar 1936'ya kadar devam eder. 1936-38'deki 'Şov Mahkemeleri' Stalin için rejimini 'Troçkistler ve sabotajcılardan' temizleme operasyonu, daha doğrusu Stalinist imparatorluğun sağlamlaştırılmasıdır.
Bu 'Kızıl Terör' devrindeki en meşhur mahkeme 1938'deki 21'ler yargılamasıdır. İçlerinden Sosyalist Özbekistan'ın mimarları olan ve millî komünizm zamanından kalma Feyzullah Hocayev ve Ekmel İkramov hemen idam edilirler. Ruzi'nin pek çok aile dostu ve hemşehrisi bu terör döneminde ya bir şekilde ortadan kaybolur ya da Sibirya sürgününe gönderilir. Hemen hiçbirinden bir daha haber alınamaz.
Ağustos 1939'da Kızıl Ordu'ya askerlik hizmeti için çağırılır. Böylece 5 ay sürecek olan askerî eğitimi başlar. Aynı günlerde Moskova'da Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop ile Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı'nı imzalamaktadırlar.
Ruzi 2 Ocak 1940 günü istasyondan Kızıl Ordu hizmeti için hayvan vagonlarından oluşan bir trene bindiğinde memleketine yarım asırdan fazla bir süre sonra döneceğini tahmin dahi edemezdi.
12 gün süren tren yolculuğu Odessa'da sona erer. Kızıl Ordu tam bir milletler mozaiğidir. Ruslar, Ukrainler, Yahudiler, Ermeniler, Gürcüler boldur. Ama Ruzi önce Özbekler, ardından Kırım Tatarları, Azeriler, Türkmenler, Tacikler, Çeçenler ve daha birçok Türk ve Müslüman askerle tanışıp dost olur. Odessa günlerinde onlarla kahvelerde uzun sohbetlere girişir.
Almanya'nın Barbarossa Operasyonu'nu, yani Sovyetleri işgal hamlesini başlattığı 22 Haziran 1941'in ertesi günü Ruzi'nin birliği Besarabya'ya doğru harekete geçer. Yol üzerinde gördükleri Sovyet askerî mevzileri bombalanıp tahrip edilmiştir. Asteğmen olan kahramanımız zırhlı Araba Tabur Komutanı yapılmıştır. Besarabya'da geçirdikleri 10 günün ardından taburuyla cepheye gönderilir. Birkaç gün direnebildikleri Alman ateşi altında hızla Ukrayna içlerine doğru çekilen Kızıl Ordu birlikleri bir noktada durup savunma yapmaktan bile acizdir. Bu sırada Ruzi bir şarapnel parçasına hedef olarak ağır yaralanır. Arkadaşları tarafından yakındaki bir Ukrain köy evine bırakılır ve orada tedavi edilir.
Nazi saflarında
4 ay boyunca köyde kalan Ruzi, Alman işgal kuvvetlerinin yerel milisleri örgütlediğine şahit olur. Bu milislerin köydeki komutanı olan bir Alman, bir gün kendisini çağırıp Sovyet halklarından gönüllü birlikler teşkil ettiklerini ve bunlara katılmak isteyip istemediğini sorar. Cevap bellidir: Evet!
Bir günlük yolculuktan sonra Proskurov'daki lejyon kampına varır. Buradaki Türkistanlıların büyük kısmı çeşitli Alman esir kamplarından toplanmış gençlerdir. Haziran'da Sovyetler'e karşı saldırıya geçen Almanların elinde Kasım 1941 itibarıyla 3 milyon Kızıl Ordu askeri esir bulunmakta, bunun yaklaşık üçte biri Müslümanlardan oluşmaktadır.
Ruzi'nin memleketten çok iyi tanıdığı Hokand Muhtariyeti Başkanı Mustafa Çokay'ın ismi, esir kamplarından gelen Özbekler arasında bir efsane gibi dolaşıyordu. Çünkü onları kamplardan kurtaran ve çok daha insanî şartların bulunduğu lejyona gönderen irade ondan çıkmıştı. Proskurov bir eğitim kampıydı ve sürekli gelen Türkistanlı birliklere askerî eğitimin yanında doktriner eğitim de verilmekteydi. Bunun için hemen Berlin'deki Milli Türkistan Birlik Komitesi ve Çokay'ın ölümünden sonra komitenin başına geçen Veli Kayyum Han'la irtibata geçmişti.
4 aylık süreler halinde kampa varan 2 bin kişilik Türkistan lejyonları, Ruzi'nin başında bulunduğu bir ekip tarafından eğitime tabi tutulur. Bu rutin uygulama 1942 sonlarına kadar devam eder. Aynı tarihte Ruzi, bölüğüyle birlikte Poltava'ya, bir bölgenin güvenliğini sağlamaya yollanır. 1943 boyunca Poltava, Harkov ve Berezino cephelerindeki Alman taarruzlarına katılır. 1944 başında Belarus'ta 2 yerinden ağır yaralanarak Varşova'daki Alman hastanesine gönderilir. İyileştikten sonra da Alsace-Lorraine'deki Türk-Führer Schule'ye (Türk Subay Okulu) eğitmen olarak atanır. Burada yetiştirilen Türkistanlılar hemen doğu cephesindeki lejyonlara subay olarak gönderilmektedir.
Bu arada Rus, Ermeni vb. lejyon yönetimleriyle Türkistan lejyonu arasında bir rekabet başlamıştır. Sovyet rejimi karşıtı Ruslar, tüm Sovyet halklarını kendi orduları altında toplayarak anti- Sovyet cepheyi birleştirmek istemektedirler. Rus İmparatorluğu'nun esaretini tatmış Türkistanlılar, Kafkasyalılar ve diğerleriyse bunu istemezler.
Özellikle 1944 boyunca Türkistan lejyonları Doğu Avrupa steplerinden Normandiya'ya, oradan Kuzey İtalya'ya kadar tüm cephelere konuşlandırılır. Kızıl Ordu hızla karşı saldırıya geçmiş, Almanya kapılarına dayanmıştır. 1945'te Almanya'nın teslim olmasını takip eden günler lejyondakiler için hayatlarının en zor günleridir.
Zira Kızıl Ordu ele geçirdiği lejyon askerlerini hemen oracıkta öldürüyor, Amerikalılar ise bu lejyon askerlerini trenle Prag'a göndererek Sovyetler'e teslim ediyorlardı. Tabii sonları derhal infaz oluyordu. Savaşın sona erdiği 1945 yazında yaklaşık 70 bin Türkistanlının Sovyetlere teslim edilir edilmez öldürüldüğü tahmin edilmektedir.
Türkistanlıların sadece Alman tarafında 400 bin, Sovyetler tarafındaysa 1,5 milyon can kaybı yaşamış olabilecekleri iddiaları bulunmaktadır. Gerçekten de bugün Orta Asya devletlerinde hangi şehre, hangi köye gitseniz bir park içindeki anıta veya basit bir granit levhaya yazılmış yüzlerce, binlerce isim görürsünüz. Bunlar o köy veya şehirden 2. Dünya Savaşı'na gidip de dönmeyen gençlerin isimleridir.
New York'tan Özbekler Tekkesi'ne
Savaş bitti diye derin bir nefes aldınızsa aldandınız demektir. Zira barış döneminde Ruzi'yi daha da maceralı bir hayat beklemektedir.
O sırada hayatta kalmak başlı başına bir maceradır. Müttefik askerleri deyim yerindeyse Nazi avındadırlar. Ruzi ve Türkistanlı arkadaşları Alman aileler tarafından kâh evlerinde, kâh ambarlarında saklanır. Rosenheim şehri artık yeni yurtları olmuştur. Öyle ki, 1945 yazında Alman kızlarla tanışıp dostluk bile kurabiliyorlardı. Ruzi bunlardan biri olan şimdiki eşi Linda Hanım'la burada tanışmıştır.
Linda'nın yargıç olan babası, Bavyera'nın ileri gelen ailelerinden birine mensuptu. Rosenheim'da büyük bir malikânede yaşamaktaydılar. Bu kaçak eski lejyon askeri, ertesi yıl evleneceği müstakbel eşiyle evlerindeki çay partilerine gidiyor, Linda'nın yargıç olan babasıyla uzun sohbetlere katılıyordu.
1945 sonunda Noel gecesini Linda Roth'un ailesiyle geçirir Ruzi. Ertesi yıl ise 15 Türkistanlı gencin katıldığı sade bir törenle evlenirler.
Bu arada artık Sovyetler'e teslim edilmekten kurtulmuş olan birkaç yüz Türkistanlı yavaş yavaş birbirlerini bulmaktadırlar. Veli Kayyum Han ise Nürnberg'de savaş suçlusu olarak yargılanıp 2 yıl hapis yattıktan sonra Milli Türkistan Birlik Komitesi Başkanı olarak yeniden faaliyete başlayacaktır.
Ruzi'nin hayatını bir kere daha değiştirecek olan olay, CIA'nın kuruluş çalışmalarında bulunan Archibald Roosevelt'le Münih'te tanışması olmuştur. Hemen ardından 1951'in soğuk bir kış günü bindiği gemiden Manhattan'a iner. Bir yandan Columbia Üniversitesi'nde, diğer yandan da Amerika'nın Sesi radyosunun Özbekçe yayınlarında çalışır. Tercümeler yapar, analizler kaleme alır. Kısa süre içinde akıcı bir İngilizce öğrenir. New York'taki Türkistanlılar ve Tatarlarla yakınlık kurar. Hatta onlardan biri olan Hamit Raşit ile 1952 yılında Hacca giderek Müslümanlara Türkistan davasını anlatır. Dönüşte Beyrut üzerinden Ankara'ya uğrar, Türkistanlıların misafiri olurlar. Buradan İstanbul'a geçip Özbekler Tekkesi'ni ziyaret ederler.
Ruzi yeniden Columbia Üniversitesi'nde çalışmaya devam eder. 1954 itibariyle artık 'Şirket'in, yani CIA'nin bir çalışanıdır. İlk önemli başarısını 1955'te Bandung Konferansı'na Türkistan adına gözlemci üye olarak katılarak gösterir. Konferansın Sovyetler ve Çin'in gövde gösterisine dönüşmesi beklenmektedir. Ancak Ruzi'nin faaliyetleri neticesinde Sovyetler ve Çin dahil tüm sömürgeci ve emperyalist devletler kınanır.
Ruzi burada pek çok Üçüncü Dünya ülkesi lideriyle dostluk kurar. Türk delegasyonunun başındaki Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile ayrı bir yakınlık oluşur aralarında. Bandung'tan Pakistan'a geçer. Oradan ABD'ye dönüp hemen ardından davet üzerine Sovyetler ve milliyetler meselesi hakkında konuşmalar yapmak üzere Bağdat'a gider. Aynı yıl Washington'da Altemur Kılıç'la tanışıp dost olur. Bunu takip eden aylarda o sırada Washington'da bulunan Alparslan Türkeş'le dostluk kurduğunu görürüz.
Nazım Hikmet'le edebiyat sohbeti
Fırtınalarla dolu hayatı sürerken Sovyet Türkistan'ındaki gelişmeleri de yakından takip etmektedir. Aralık 1957'de Kahire'de toplanan Asya ve Afrika Halkları Dayanışma Konferansı'na Özbek SSCB'nin başkanı Şeref Raşidov'un katılacağı haberi onu harekete geçirir. Kendisini El-Ezher Rektörü ve Mısır Diyanet İşleri Bakanlığı'na gözlemci delege olarak davet ettirmeyi başarır. Kahire'de Sovyet delegasyonundaki Müslüman delegelerle irtibatlar kurar. Bir başka operasyonu ise 1959'da Sovyetler tarafından Viyana'da düzenlenen Dünya Gençler ve Öğrenciler Festivali'ne katılımıyla gerçekleştirir.
ABD'de bulunan 2 Özbek gencini kısa süreli eğitimden geçirerek onlarla birlikte Viyana'ya gider. Burada Sovyet delegasyonu içindeki Özbeklerle irtibat kurar, Türkiye Komünist Partisi'nin faaliyetlerini takip ederler. Bu devasa festivalin karmaşası içinde bir yolunu bulup Nazım Hikmet'i kaldığı otelde ziyaret eder. Tüm açıklığıyla hayatını anlatır. Nerede çalıştığı konusunda bir şey söylemesine gerek yoktur zaten, Nazım hemen anlamıştır. Uzun uzun Türkistan şehirlerinden ve Sovyet dönemi Türk edebiyatından konuşurlar.
Nihayet tayini 1959 Aralık'ında Ankara'ya çıkar. 10 yılı aşkın bir süre Ankara'da görev yapacak olan Ruzi'yi Türkiye'de de hareketli günler beklemektedir. 27 Mayıs darbesi, 22 Şubat ve 21 Mayıs darbe girişimleri ilk görev yıllarına rastlar. Bu süre boyunca Ankara'da sivil ve askerî bürokrasiden, sanatçı ve iş adamlarından çok sayıda dostu olur. Hayatta olanlarla halen görüşmeye devam etmektedir. Alparslan Türkeş, Fethi Tevetoğlu gibi önde gelen anti-komünistler, Türk istihbaratının efsane müsteşarı Fuat Doğu Paşa, genç işadamı Ayhan Şahenk, yazar İlhan Selçuk ve Gökhan Evliyaoğlu yakın arkadaşlarından bazılarıdır.
Ruzi 1971'de Washington DC'ye döner. 1 yıldan kısa bir süre merkezde kaldıktan sonra 'Şirket'in en saygın görevlendirmelerinden biriyle Almanya'ya gider ve Bonn'daki yeni görevinin başına geçer. Kimliği komünistler tarafından iyi bilinen Ruzi'nin Almanya görevi Doğu Bloğu'ndan büyük tepki alır. Almanya'da Soğuk Savaş'ın sonlanmasına doğru giden süreçte tam 12 yıl görev yapar. Bu dönem içinde CIA'nin Sovyetler Birliği'ndeki 'milliyetler meselesi'ne yoğunlaşmasına önemli katkıları olur. Avrupa çapında Sovyet büyükelçiliklerinde çalışan Rus olmayan milletlerden diplomatlarla ilişki kurulması başlıca hedeflerindendir.
Gizli görevlerin adamı Özbekçe, Tacikçe (dolayısıyla Farsça), Rusça, Almanca ve İngilizceyi gayet akıcı konuşuyordu Ruzi. Bu nedenle merkezin onu, olağanüstü durumlarda başka yerlere yolladığı da oluyordu. 1979'da İran Devrimi'ni takip eden süreçte ABD elçiliğinin basılması ve personelinin rehin alınması gibi.
Bu defa Alman pasaportlu bir Afgan halı tüccarı olarak Tahran'a gider. Rehinelerin hâlâ elçilikte tutulduğunu gözlemler ve bir Azerbaycan restoranını üs olarak seçer. Rehinelerin askerî yöntemlerle kurtarılmasının imkânsızlığını görür. Ardından önce Washington DC'ye, sonra Virginia'ya giderek gözlemlerini bir brifingle aktarır. Ancak tavsiyeleri dinlenmez ve malum başarısız kurtarma operasyonuna girişilir.
Almanya'dan 1983'te merkeze dönen Ruzi, bu defa Afganistan Savaşı'nı yakından izlemeye başlar. Özellikle Afganistan'ın kuzeyindeki Türkistanlı (Özbek, Türkmen, Tacik) mücahitlerin faaliyetleri üzerinde yoğunlaşır. ABD'nin Afgan mücahitlerine yaptığı yardım, kuzeydeki Türkistanlı mücahitlerin eline ulaşmamaktadır. Ayrıca Peştun mücahit liderleri (başta Hikmetyar) Türk mücahitlere karşı düşmanca bir tutum içindedirler. Sovyet ordusundan esir alınan Müslüman Türkistanlılara da Peştunlar acımasız davranmaktadırlar.
Ruzi önce Türk mücahitlerin lideri Azad Beg Kerimi ve partisiyle bağ kurup yardımlardan pay almalarını sağlar. Ardından onları Afgan Genelkurmayından General Reşid Dostum'la irtibatlandırır. Bu şekilde Türk mücahitlerin elini güçlendirmeyi başarır. Ruzi'yi 1980'li yılların ikinci yarısında Washington'da İstiklal Bayrağı dergisini yayımlarken görürüz. Bu dönemde artık 'emekli'ye ayrılmıştır. Ancak faaliyetlerine devam etmekte, Washington DC'deki güçlü dostları aracılığıyla Afganistan başta olmak üzere bölgede etkinliğini sürdürmektedir. 1990'da Özbekistan'dan bir grup akrabasını Washington'a getirmeyi başarır ve tam 50 yıl sonra kızkardeşiyle kucaklaşır. 2 yıl sonraysa doğup büyüdüğü Margılan'ı yeniden ziyaret etme şansını bulur.
Bu yıl(2012) 95 yaşına giren Ruzi Nazar'ın Washington DC'deki evi 1990'lar ve 2000'li yıllar boyunca Türkiyeli, Türkistanlı, Kafkasyalı pek çok öğrenci, öğretim üyesi, yazar ve gazetecinin buluşup fikir alışverişinde bulundukları önemli bir merkez olmuştu.
Onun hayat hikâyesinde 20. yüzyılın en ilginç hatıraları bulunur. Siyasî liderler, askerî komutanlar, işadamları ve sanatçılarla dostluklarının hatıraları halen dinleyenleri etkiler. Ruzi Nazar'ın kızı Sylvia (Zülfiye) Nas(z)ar ise Akıl Oyunları (The Beautiful Mind) romanının yazarıdır. Ruzi'nin Ankara yıllarında o da yanındadır.
Çarlık Rusyası, Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası ve ABD gibi 4 değişik dünya içinde yaşanmış olan bu fırtınalı hayat, belki de 20. yüzyılın en çarpıcı özetlerinden biridir. Ruzi Nazar'ın detaylı biyografisini, belki onun kadar maceralı bir hayat yaşamakta olan bir başka Özbek, 'Büyük Oyundaki Türk' Enver Altaylı kaleme aldı. Yakın bir zamanda Doğan Kitap'tan çıkacak olan bu biyografiyi meraklılarına şiddetle tavsiye ediyoruz.(Enver Altaylı, Ruzi Nazar: CIA'nın Türk Casusu, Şubat 2013)