Kutsal emanetlerin Medine'den İstanbul'a yolculuğu

HABER MASASI
Abone Ol

Hicaz Kuvve-i Seferiye Kumandanı Fahreddin Paşa, temkini elden bırakmamak için naklin dinî açıdan bir sakınca taşımadığına emin olduktan sonra, Kutsal Emanetlerin güvenli bir şekilde Topkapı Sarayı’na götürülmesi işlemini büyük bir titizlikle bizzat organize etmiştir. Makam-ı Mukaddes'in tahliye ve teslimi için 'Medine Müdafimi' büyük sorumluluk ve fedakarlıkla 2 yılı aşan zorlu bir yolculuğa koyulur.

Osmanlı'nın 11 Kasım 1914'te dahil olduğu 1. Dünya Savaşı'nın en hararetli cephelerden biri de Arabistan Yarımadası'nda açılmıştı. Yetkililer hem can, hem de mal güvenliğinin bulunmaması sebebiyle Medine'nin boşaltılması kararını aldılar. Osmanlı'nın yüzyıllardır itina ile koruyup bakımını üstlendiği Mukaddes Emanetler tehlike altındaydı. Her biri birer hazine kıymetindeki bu eserlerin acil olarak güvenli bir yere aktarılması gerekiyordu. Bu sırada, yıllar boyu Sürre Alayları vesilesiyle Mekke ve Medine'ye armağan edilen hediyelerin, orada bulunan emanetler ile birlikte İstanbul'a nakledilmesi uygun görüldü. Zayi olma tehlikesi bulunan bu eserlerin muhafazası için seçilen yer ise Topkapı Sarayı'ydı.
Günümüzde adeta asker sözcüğünün yerini tutan ‘Mehmetçik’ deyimi de o günlerin hatırasıdır; ilk kez Harbiye Nezareti’ne gönderdiği bir yazıda askerlerinden söz ederken kullanır

23 Mayıs 1916'da Medine'ye varan Fahreddin Paşa kısa bir araştırmadan sonra Şerif Hüseyin'in isyan çıkaracağına dair istihbaratın doğru olduğunu öğrenir. Çok geçmeden başlayan çatışmalar sonucunda Paşa Medine'yi kurtarır. Ancak İngiliz ve Fransız desteğini alan asilerin Medine'yi bırakmaya niyeti yoktur; yeniden başlayan çatışmalar tam 2 yıl, 7 ay boyunca sürer. (Şehir 13 Ocak 1919'da teslim olacaktır.) Paşa'nın bu sırada gösterdiği kahramanlıklar ve kaleyi tahliye etmesine dair İstanbul'dan gelen iradeye verdiği şu cevap, kendisinin 'Medine Müdafii' unvanıyla anılmasını sağlamıştır: “Medine'deki Türk bayrağını ben kendi elimle indiremem. Eğer mutlaka tahliye edecekseniz buraya başka bir kumandan gönderin." Ayrıca Medine Kalesi'nin herhangi bir mahsur kaleye benzemediğini, şehrin Merkad-i Nebevi ile müşerref olması nedeniyle Hilafet sıfatının mesnedini teşkil ettiğini ve asırlardan beri Halifeve Hakan namına muhafaza ve müdafaa olunan Makam-ı Mukaddes'in tahliye ve teslimi için ancak İrade-i Seniye'ye [padişah buyruğuna] itaat edilebileceğini ve başka şekilde hiçbir emri kabul edemeyeceğini bildirmişti.

Bu kutsal ve büyük sorumluluk gerektiren görevi çok ciddiye alan Paşa, Osmanlı padişahlarının gönderdikleri Mukaddes Emanetlerin nakil işlemini şahsî düşünce ve kararıyla bütün sorumluluğu üzerine alarak gerçekleştirmiştir.

Medine Müdafaasına tanıklık etmiş Naci Kaşif Kıcıman'ın anlattıklarına göre, Hz. Muhammed'in (sas) türbesi Ravza-i Mutahhara'da bulunan bu değerli hazine, sorumlu kişiler tarafından kütük kayıtlarına uygun şekilde sayılır, paketlenir ve sandıklara yerleştirilir. Yaklaşık 2 bin askerden oluşan bir bölük askerin muhafazasında 14 Mayıs 1917'de Medine'den yola çıkan tren, 27 Mayıs 1917 günü İstanbul'a sağ salim ulaşır.

Bugün Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümü'nde muhafaza edilen bu eserler arasında büyük elmas parçaları, süslü şamdanlar, avizeler, kandiller, askılar, yelpazeler, tespihler, nadir yazma eserler ve Kur'ân-ı Kerim gibi maddî ve manevî bakımdan paha biçilmesi mümkün olmayan parçalar bulunmaktadır.
Hz. Peygamber'in mektubu Hz. Muhammed'in (s.a.s.) Suriye'de Bizans İmparatorluğu'na bağlı olarak hüküm süren Gassanilerin imparatoruna gönderdiği mektup “Muhammed / Resul / Allah

Bu kutsal vazifenin detayları gerek Fahreddin Paşa'nın defterlerinde, gerekse İhtiyat mülazımı İdris Sabih Bey'in Medine Müdafaası sırasında Hazret-i Peygamber'e (s.a.s.) hitaben yazıp Fahreddin Paşa'ya ithaf ettiği şiirde sabittir. Bu şiir o günlerin duygularını olduğu kadar Emanât-ı Mübâreke'yi muhafaza edenlerin gönül dünyasını yansıtması bakımından da değerlidir.
0. Yüzükten Medine'ye Kevkeb-i Dürri
Sultan I. Ahmed tarafından vakfedilen, yuvarlak bir altın levha üzerinde bulunan, biri 52, diğeri 48 kırat büyüklüğündeki elmaslara Kevkeb-i Dürri denilmekte ve Hazreti Peygamber'in (s.a.v) Muvacehe-i Saadet denilen mübarek çehreleri karşısında kabrinin örtüsüne asılmakta idi. Sultan Ahmed, babasının yüzük olarak parmağında taşıdığı bu elması, kendisine intikal edince levha üzerine yerleştirip Medine'ye göndermişti.
0. Sultan Reşad, emanetlerin Anadolu'ya naklini nasıl durdurdu?
1. Dünya Savaşı yıllarında emanetler ile ilgili önemli bir olay da Anadolu'ya nakil meselesidir. Savaşın en hararetli günlerinde İstanbul'un düşman eline geçmesi tehlikesi belirince Topkapı Sarayı'ndaki Hazine eşyası Konya'ya gönderilmiş, en son Hırka-i Saadet ve emanetler ile beraber Sultan Reşad'ın da gitmesi kararlaştırılmıştı. Hatıralarda anlatıldığına göre Sultan Reşad haberi alınca son derece şaşırmış. Hırka-i Saadet memurlarından ve padişahın berberbaşısı olan Şükrü Bey tıraş için gittiğinde, şaşkınlıktan sandalyeye oturamaz haldeymiş. Şükrü Bey, hükümdara “Padişahım, görüyorum ki çok üzgünsünüz. Müsaade buyurursanız bu Emânât-ı Mukaddese İstanbul'da durdukça düşman ayak basamaz. Bu nakil işini tasvip buyurmayınız ve Konya'ya gitmeniz de doğru olmaz” demiş. Sultan Reşad bu sözleri işitince “Evet doğrudur” deyip boynundan havluyu çıkartmış ve Mukaddes Emanetlerin yüzyıllardır muhafaza edildiği mekandan çıkarılması teşebbüsü gerçekleşememiş. Bu vesile ile Hırka-i Saadet Dairesi de esaslı bir tamir görmüş. Dairenin sırma işlemeli perdeleri de bir ziyaret sırasında Kisve-i Saadeti eskimiş halde görüp üzülen ve “Daireyi ziyaretim sırasında hem müteessif hem de mahcup oldum. Benim üstümdeki elbiseler parıl parıl parlasın da, perdeler kapkara olsun... Ben, Peygamberimiz Efendimiz hazretlerinin kölesiyim. Köle öyle olur da efendisi böyle mi olur?” diyen aynı padişah tarafından yenilenmiştir.
0. Abdulmecid'in hediyesi altın şamdanlar
Binlerce pırlanta ile süslü 48 kg som altından 2 büyük şamdan, Sultan Abdülmecid tarafından hediye edilmişti. Diğer 1 çift altın şamdan ise her gece Hücre-i Saadet'te Cenab-ı Peygamber'in (s.a.v) baş ve ayakucunda yanardı. Bu şamdanlar 'Mum Alayı' denilen bir merasime de konu olmuşlardı. Ramazan geceleri 2 büyük şamdana ilâveten 8 şamdanda daha balmumları yakılır ve teravihten sonra alayla 'Mum Hazinesi' denilen yere götürülürlerdi. Bu iş için Medine'nin ayan ve eşrafına Ramazandan birkaç gün önce tezkereler yazılırdı. Teravih kılındıktan sonra Şeyhü'l Harem ve Naib-i Harem bol yenli feraceler üzerine bellerine birer şal bağlayıp Hücre-i Saadet kapısında beklerler, içerideki nöbetçi ağalar kapıyı açtıktan sonra Hücre'ye dâhil olup 2 büyük şamdanı tazimle alırlardı. Diğer şamdanları ise birer ağa alıp kapıda salât ü selâm okuyarak beklemekte olan ve daha önce tezkere ile davet edilenlere teslim ederlerdi. Harem-i Şerif'te yanan diğer mumları da ferraşin alıp alaya dizilirdi. Önde Hücre-i Saadet'in, arkada Harem-i Şerif'in mumları, 2 yanlarında 30-40 ağa, en önde üstlerinde ferace, ellerinde asalar ile 4 çorbacı ağır ağır giderken müezzinlerden biri Hücre-i Şerif'e karşı yüksekçe bir yerde durup Hazreti Peygamber'i (s.a.v) vasfa başlardı. Salât ü selâmdan sonra ashab-ı güzini yad eder, İslâm devletinin padişahına, hacılara, din ve devlet büyüklerine, bütün Müslümanlara dua ederdi. Müezzin el-Fatiha diyene kadar hurma bahçesine ulaşan mumları Medine'nin çocukları alır, koşarak Mum Hazinesi'ne götürürlerdi. Bu alay, seyrine doyum olmayan bir manzara teşkil ederdi.
0. Medine'nin Müdafimi