Kûtu’l-Amâre zaferi neden unutturuldu?

MUSTAFA ARMAĞAN
Abone Ol

1931 yılında liseler için yazdırılan “Tarih” kitaplarının 3. cildinde Kûtu’l-Amâre za­feri üç satırda geçiştirilir, YÖK’ün tam 8 akademisyene yazdırdığı(!) Atatürk İlke­leri ve İnkılap Tarihi 1/1 (1989) adlı kitap­taysa ister inanın ister inanmayın beş (5) kelimelik değeri yoktur Kut zaferinin: “3000 silahlı Türk, 12000 kişilik bir İngiliz kuvvetini esir aldı” denilmekte, zaferin kahramanına karşı görülmemiş bir ke­lime cimriliği yapılmaktadır. Peki neden böyle? Cevabı Mustafa Armağan veriyor.

2. Dünya Savaşı’nın ardın­dan İngiliz-Amerikan yörüngesine girdiğimiz 1945-46’lar Türkiye açı­sından keskin bir kırılma noktası­dır.

Elimde İngiltere’nin propagan­da amacıyla bastırıp dağıttığı Cep­he dergisinin Nisan 1946 tarihli ka­pağı… Manşet: “Muavenet muhribi donanmaya katıldı.” İngiltere, 2. Dünya Savaşı’ndan önce sipariş et­tiğimiz ve muhtemelen parasını da ödediğimiz muhriplerimizden biri­ni kullanıp eskittikten sonra tören­le teslim ediyordu! Tıpkı ilk Dünya Savaşı’ndan önce sipariş verdiği­miz 2 zırhlımıza el koyduğu gibi, gasp alışkanlığını devam ettirmiş ve yapımı bittiği halde muhripleri­mizi teslim etmemiş, şimdi savaşı kazandıktan sonra teslim ediyor­du.

Kût’ul Amâre’de esir edilen ingiliz kuvvetlerinden bazı subaylar

Bu, Türkiye’nin İngiliz hakimi­yetine geçişinin töreni de sayılabi­lir. Nitekim ardından İngilizcenin yaygınlaştırılmasının yanı sıra si­lahlı kuvvetlerimizde ABD ile or­tak restorasyonu İngiltere tarafın­dan gerçekleşecekti. İşte tam bu sıralarda ordumuzda 1916 yılından beri devam edegelen bir tören de sessiz sedasız kaldırılıyordu.

O tarihe kadar Türk ordusun­da her yıl ‘Kut Günü’ kutlamaları yapılır, o gün İngiltere’yi, tarihin­de uğradığı en utanç verici yenil­gi olan Kûtu’l-Amâre zaferinde na­sıl da yendiğimiz anlatılır, günün mana ve ehemmiyeti üzerinde he­yecanla durulurdu. Ancak devir de­ğişmişti; artık İngilizleri kızdırma­ya gelmezdi. Nitekim bizi savaşa sokma çabalarına karşı ‘Ben Meh­metçiği diri diri fırına attırmam’ diye direnen Mareşal Fevzi Çak­mak bile Londra’nın baskısıyla İnö­nü tarafından görevinden alınıp emekliye sevk edilmişti. Yani işin şakası yoktu.

İşte Kûtu’l-Amâre zaferi aske­riye gibi dar bir çevrede bile olsa coşkuyla kutlanırken böyle böyle unutuldu ve zaferin 100. yılında­hatırlanır gibi oldu. Velhasıl Türki­ye gerçekten tarihiyle barışacaksa ‘Kut Günü’nün hatırlanması şart.

1931 yılında liseler için yazdırı­lan “Tarih” kitaplarının 3. cildinde Kûtu’l-Amâre zaferi 3 satırda geçiş­tirilir, YÖK’ün tam 8 akademisye­ne yazdırdığı(!) Atatürk İlkeleri ve İn­kılap Tarihi 1/1 (1989) adlı kitaptaysa ister inanın ister inanmayın beş (5) kelimelik değeri yoktur Kut zaferi­nin. Neden? Savaşı Mustafa Kemal Paşa veya çevresinden biri değil de, tarihten silinmek istenen En­ver Paşa’nın amcası Halil (Kut) Pa­şa kazanmıştır da ondan. Tarih III (1931) adlı kitapta da zaten “…3000 silahlı Türk, 12000 kişilik bir İngi­liz kuvvetini esir aldı” denilmekte, zaferin kahramanına karşı görül­memiş bir kelime cimriliği yapıl­maktadır (Aynı kitapta Kâzım Kara­bekir Kars’ı aldığında “Mehmetçik aldı” denilmesi kuraldı, İnönü ise kazanmadığı savaşın “dâhi kahra­manı” ilan edilmekteydi).

Özetle Kûtu’l-Amâre zaferi ök­süz girdiği Cumhuriyet dönemin­de 1945’e kadar iyi kötü kutlanmış ama sonradan İngilizlerle iyi iliş­kiler uğruna unutulmuşlar mezar­lığındaki kahramanlıklarımızın arasına defnedilmiştir.

29 Nisan 1916 günü Kûtu’l-Amâ­re’ye sıkışmış bulunan General Townshend komutasındaki 13 bin kişilik İngiliz tümeni 143 gün­lük bir kuşatmadan sonra Osman­lı kuvvetlerine kayıtsız ve şartsız teslim oluyordu. Bu, Majesteleri­nin ordusunun o zamana kadar uğ­ramış olduğu en büyük “yüz kara­sı”ydı.

General Townshend, tıpkı 2 asır önce Deli Petro’nun Baltacı Meh­med Paşa tarafından Prut nehri bataklığına sıkıştırıldığı gibi Dic­le nehrinin 3 tarafı suyla çevrili bir kıstağına sıkıştırılmıştı, üste­lik önünde kademe kademe sıra­lanan İngiliz ve Osmanlı siperleri çıkış (huruç) yapmayı imkânsızlaş­tırmıştı. Açlıktan günde 8 İngiliz, 28 Hindu askeri ölüyordu. Gıda yar­dımı getiren uçaklar ise çuvalları İngiliz siperlerine atıyor ama Dic­le nehrindeki balıklara güzel bir zi­yafet çekiyorlardı.

Açlıktan atlarını kesip yemeye başlamıştı İngilizler. Ancak Hind­li askerlerini at eti yemeye bir tür­lü razı edemiyorlardı. Bir kısmı Müslüman, diğerleri Sih vs. mez­hebindeydiler. “Bu hayvanların etini yemektense ölürüz” diyorlar­dı. Bunun üzerine Townshend rad­yo aracılığıyla o askerlerin Hindis­tan’daki dinî reisleriyle görüştü. At etinin “kuşatma eti” olarak yenile­bileceğine dair fetva istedi. Güç be­la geldi fetva ama yine de isteksiz yiyorlar, bu yüzden patır patır yere düşerek ölüyorlardı.

İki tümen yardımınıza geli­yor deniliyordu ama Mehmetçik önünde bir türlü ilerleyemiyorlar­dı. Ümitler tükenmiş, erzak tü­kenmiş, takat tükenmişti. Nöbet değiştirirken bile düşüp ölenlere rastlanıyordu.

Öte yandan Türklerin de kuşat­mayı kaldırmaya niyetleri hiç mi hiç yoktu. Zayiatları ağırdı. 30 bin asker savaş dışı kalmıştı. Elinde kala kala 13 bin aç askeri kalmış­tı General’in. Hastalıklar almış yü­rümüştü. Sonunda teslim olmaya karar verdi.

İlginçtir, Townshend Mezopo­tamya Seferim adlı hatıratında ken­disini Plevne’deki Gazi Osman Pa­şa ile kıyaslıyordu. 26 Nisan günü Halil Paşa ile buluştu. Yedekte tek bir peksimet yoktu diye yazdı def­terine. Kayıtsız şartsız teslim olma­larında ısrar ediyordu Halil Paşa. Hatıratında açıklamaktan utandı­ğı teslim şartlarında neler olduğu­nu 2 gün sonra yazdığı bir mektup­ta şöyle dile getirmişti: 40 topunu sağlam olarak Osmanlı’ya teslim etmek ve ordusuyla birlikte serbest bırakılması karşılığında tam 1 mil­yon sterlin ödemek…

Tabii ki bu zaferi satma teklifi Osmanlı tarafında kabul görmeye­cekti. İngilizler bu onursuzluğu ya­şamamak için çırpınıyorlardı ama nafile.

Unutturulan kahraman Kûtu’l-Amâre Zaferinin kahramanı Halil Paşa’nın ismine tarih kitaplarında rastlamak mümkün değil. Tek Parti devrinde Kût zaferinin kendisi gibi kahramanları da unutturuldu. Yandaki mecmuanın kapağında Halil Paşa’nın fotoğrafının üzerinde Saff suresinin 13. ayeti olan “Nasrün minallah ve fethun karib” (Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır) yazıyor.

Neden unutturuldu?

Nihayet 29 Nisan günü “topları­mı ve telsiz teçhizatım dahil mü­himmat vs. bütün tesisatımı tahrip ettim” diyor ve şöyle devam edi­yordu kariyerine kahraman olarak başlayan ama Kûtu’l-Amare yenil­gisi yüzünden unutulup giden Ge­neral Townshend:

“Halil Paşa beni ziyaret etti, ona kılıcımla tabancalarımı teslim et­tim. Almayı reddetti, “Bunlar şim­diye kadar sizindi, bundan sonra da öyle olacak” dedi (Mezopotamya Seferim, 2012, s. 596).

Teslim olmuştu General. Şeref­li bir misafir gibi önce Heybeliada, sonra Büyükada’da ağırlandı. Hatta yanındaki köpeğini cephede unut­muştu. İstedi, köpeği özel bir kur­ye ile kendisine ulaştırıldı. Esir as­kerleri ise çölde uzun ve çetin bir yolculuğa çıkacaklardı.

Aldığımız esirlerin tam listesi şöyle: 5 General, 272 İngiliz, 204 Hind subayı (toplam 476 subay), 2592 İngiliz, 6988 Hind vs. er (top­lam 9580 er), silahsız 3248 kişi, ce­man yekûn 13.309 esir (bunların 1306’sı hasta ve yaralıydı).

Yenilginin üzeri örtülecek gibi değildi. İngilizler savaşın ortasında utanç verici bir şekilde armut gibi teslim olmuşlardı Türklere. Yok­sa Çanakkale’nin artçı depremleri mi geliyor? paniğinin Savaş Bakan­lığı’nın bacasını sarmış olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Nitekim Londra’da bir soruştur­ma komisyonu kurulacak, yenilgi­nin sorumlusu araştırılacaktı. Ta­rihlerindeki en utandırıcı sahneyi yaşayan İngilizler ertesi yıl Bağ­dat’ı almalarına rağmen bu uğur­suz günü unutmadılar ve hakkın­da onlarca kitap yazdılar. (Bizde kaç kitap olduğunu merak eden var mıdır?) Unutmadılar ama unut­turdular!

Şimdi anladınız değil mi İngiliz­lerin askeriyede 1945’e kadar kut­lanmakta olan ‘Kut Günü’nü neden yasaklattıklarını.