Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in Hâtıraları’na dikkatinizi celb ederim efendim!
P. NERİMAN HANZADE
Zeki Kadirbeyoğlu, II.Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gümüşhane Milletvekilidir. Milli Mücadele başlangıcındaki Trabzon ve Erzurum Kongrelerinden itibaren müşahadeleri "Kadirbeyoğlu Zeki Bey'in Hâtıraları" adıyla yayınlandı. Neriman Hanzade Derin Tarih dergisindeki yazısında kitabı aslıyla karşılaştırarak yeniden tezekkür etti.
İnsan kırkından sonra Türk nakışına heves düşürür ise âkıbeti benim gibi olur efendim. Bizler kız arkadaşlarla içeride kanaviçe sohbeti ve kahve falı ile meşgul iken torunzâdem Berke Bey, çalışma odama sessizce girip divanın üstündeki kasnağı söküp bahçede çember çevirmeğe kalkışınca, -e, eskisi gibi çocukların kaba yerlerine iki tane aşketmek artık terbiyevî usûl olmaktan çıktıgı içün- çâresiz pişkinlige vurup, Üsküdar'a kadar inip yenisini almak iktizâ etti. Avdetimde yol üstündeki kitapçıya uğrayıp siparişlerimi sorayım dedim. Henüz gelmemiş; o esnada hâtırat kitapları rafında gözüm bir kitaba takıldı: Kadirbeyoğlu Zeki Bey'in Hâtıraları. Fesubhanallah! Ayol ben bu hâtıratı bilirdim fakat neşrolunduğundan haberim yoktu.
Heman bahası neyse takdim edip Kandilli'ye avdet eder etmez kitabı tedkike koyuldum; evet, o kitap! Tastamam aynısı ve tıpkısı!
E, siz olsanız hayır diyebilir misiniz efendim? “Hay hay!" denildikten bir hafta sonra siyah ve iri bir klasör içinde takriben 200 sayfayı mütecaviz hacimde fotokopi edilmiş ve delikli zımba ile delinerek klasöre geçirilmiş halde eser elime vâsıl oldu. Asıl nüsha yok; bu nüsha ise belli ki eski yazı bilen biri tarafından daktiloya çekilmek suretiyle birkaç nüsha pelure kağıdı ile teksir edilmiş. Bazı ibâreler kalemle sonradan tashih görmüş vesaire.
Birkaç saat içinde hızla gözden geçirerek hâtıratın muhteviyatı hakkında kanaat edindim ki, hâtırat pek mühimdir velâkin ilmî bir nesir içün el yazılı nüshasına da erişmek lâzımdır. Bilahire Zeki Bey'in torunu ile meyânımızda yeniden bir telefon muhaveresi cereyan etti; kendisine bu eseri zevkle neşre hazırlayıp notlandıracağımı vaad ettim fekat telefondaki sesde eski şevk ve heyecan kalmamış gibime geldi. “Şimdilik kalsın" fikrinde imiş. E, ne denir; bu fikre de hürmet göstermek lâzımdır fikriyle telefonu kapattım, mesele de kapanmış oldu hâliyle.
İşte o nüsha yıllardan beri kütüphanemde bir emanet olarak durur. Ara sıra aklıma gelir, yerinden çıkarır, gözden geçirir, yeniden okurdum ve “Keşke neşredilse" diye düşünür, en çok da “Acaba neşrinden niçün vazgeçildi?" diye merak ederdim. Sonradan fark ettim ki o eyyâm tam da 28 Subat patırtılarının ortasına denk geliyor idi ve eserin mâliki, belki nesir içün zamanın elverişli olmadığını düşünmüş olabilir idi. Kabul ediyorum, bu da bir nevi gıybettir; nitekim ahret kardeşim Ülfet'le meseleyi müzakere ederken o da aynı nokta-i nazar üzerinde durdu. “Bir kişi hakkında, açıkça izhar etmediği bir niyetinden ötürü şöyle veya böyle hüküm bina etmek güft ü gû sayılır Nerimancığım" dedi. E, haklı. Dolayısıyle yukarıdaki satırlarımı yazılmamış ve okunmamış kabul etmekliğinizi istirham ederek asıl meseleye geleceğim efendim.
Tam bir muhalif
Peki, niçün böyle bir sui zana kapıldıgımı merak etmeyecek misiniz? Heman arz ediyorum efendim: Kadirbeyoglu Zeki Bey bir muhalif; üstelik Refik Halid Bey'in tâbirile
Erbâbı olmayan bilmez, Gazi Pasa'ya muhalif siyâsilerden pek azı hâtırat bırakmıştır ardında. Bunlardan haylicesi de “çoluk çocugun başı derde girmesin" endişesiyle yazdıklarını sır gibi saklamış, hattâ imha eylemişlerdir.
Zeki Bey sıradan bir muhalif değil; kısaca izah edeyim. Kendisi, devrin Gazze mutasarrıfı İbrahim Lütfi Paşa'nın oğlu; vaktiyle Sultanî'nin Türkçe kısmını bitirmiş. Bilâhire bir nevi “Âyân" olaraktan memleketi Gümüşhane'ye dönüp ticaretle uğraşır iken Anadolu işgale uğrayınca her vatanperver eşraf evlâdı gibi iş başa düştü deyip faaliyete geçmiş. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na seçilmiş. İngilizlerin İstanbul'u işgal edip Meclis'i dağıtarak mebusların haylicesini Malta'ya sürgüne göndermesini müteakip Ankara'ya gelince Mustafa Kemal Paşa riyâsetinde çalışmak istememiş. Zira daha Ankara'ya gelmezden önce İnebolu'da, Vahidettin'in kayın biraderi Çerkez Zeki zannıyla kaba bir muamele ile tevkif olunması bir tarafa, tâ Erzurum Kongresi esnasında Mustafa Kemal Pasa ile Zeki Bey'in araları hayli şekerrenk vaziyetler ihtivâ etmektedir!
“Pasa, hemen çıkınız, başka elbise ile gelirsiniz!"
Peki, Erzurum Kongresi esnasında neler cereyan etmistir ki, Zeki Bey'le Mustafa Kemal Paşa'nın arası soğumuştur? Bu dikkat çekici mevzunun tafsilatını, işbu hâtıra kitabında bulabileceksiniz efendim. Ben şimdilik o mevzûa girmeyim, lâkin şu kadarcığını çıtlatmadan edemem;
Meselâ o tarih itibariyle “Silk-i Askerî'den" tard edilmiş olmasına rağmen Kongre'nin açılış celsesine üzerindeki Padişah yâveri üniformasıyla iştirak etmeye kalkışan Mustafa Kemâl Paşa'yı, “Paşa hemen dışarı çıkınız, daha istifânâmenizin mürekkebi kurumadan kongre üzerinde te'sir icrâ etmek için bu kıyâfetle gelmenize çok teessüf ederim. Hemen çıkınız, başka bir elbise ile gelirsiniz" sözleriyle dışarı çıkmaya davet eden şahıs iste bu Zeki Bey'dir. Pasa bilâhire işi olgunluğa vurup salondan çıkmış ve sivil bir kıyafet tedârikiyle yeniden kongre çalışmalarına katılmıştı.
İste kitabevinde görüp hemen satın alarak eve getirdiğim ve bendeki aslıyla karşılaştırarak yeniden tezekkür ettiğim bu hâtıratında Zeki Bey, siyasî mücadelesini birinci sahış ağzından ve kendi üslûbuyla hikâye ediyor. Hâtıra, Kadir Mısıroglu'nun Sebil Yayınevi tarafından 2007'de sessiz sedâsız neşrolunmuş. Acaba ne oldu da, hâtıratın kanuni sahibi neşrine müsaade etti derseniz, bu sualin muhatabı ben olmasam gerektir efendim...
İmdii, “2007 senesinde siyasî ahvâl, evvelkine nazaran daha müsait idi" desem Ülfet hemen “Dedikodu ediyorsun; niyet okuyorsun, günâha giriyorsun!" diye başımın etini didikleyecektir. Bendeniz işin bu faslında değilim efendim; mühim olan bu değerli ve kıymetli eserin hususi kütüphanelerin mahpesinden kurtulup ammeye mâl olmasıdır. Sözün burasında Zeki Bey'in torununa, hâtıratı neşrettirdiği içün şahsen ve yakın tarihimiz nâmına büyük şükran borçluyuz.
Cumhuriyet'in ilk müstakil ve muhalif mebusu
Bilmiyorum belki de ben tesadüf etmedim; habbeyi kubbe etmeye meraklı matbuatımız bu hâtıratın neşrini -tıpkı benim gibi- vaktinde fark edemedi galiba. Zira bu eserde konuşulmaya ve tartışılmaya sezâ pek çok husus vardır. Zeki Bey, Birinci Meclis'e iştirakten vazgeçse de 1923 senesinde yapılan seçimlere müstakillen iştirak ederek seçilmeye muvaffak olmuş ve bu kararıyla dahi Mustafa Kemal Paşa'nın dikkatini çekmisti. Zirâ efendim, bilenler bilir, ikinci Meclis'e “Muhalefet" zümresinden girmeye muvaffak olan tek isim yine Zeki Bey olmuştur ve kitapta bu intihâbın şartları ve hikâyesi uzun uzadıya tafsil ediliyor. Âdetâ İstiklâl Harbi'nin muzaffer ordusunun zabitlerine ve Mustafa Kemâl Paşa'ya rağmen Gümüşhane ahalisinin büyük desteği ile seçimi kazanan Zeki Bey, pek uzun sürmeyen bu vekillik döneminde Hilâfet'in ilgasına muhalefetiyle bir kere daha ortalığı karıştırmış, ardından ısrarlar üzerine, Gazi Paşa'nın muharip arkadaşları tarafından teşkil olunan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'na girmişti. Ne var ki, 1926'daki İzmir Suikasdi hadisesiyle ilişkilendirilerek tevkif edilen Zeki Bey, İzmir'deki duruşmalardan beraatla kurtulmuş ve İstanbul Mahmutpaşa semtinde Yeşildirek civarındaki baba evine çekilerek ticaret yapmaya kalkışmış idi. Lâkin huzur ne mümkün efendim! Trabzon'dan büyük sermaye sarfıyla İstanbul Limanı'na sevk olunan peynir ve yağların akıbeti neticede denize dökülmek suretiyle balıkların öğünü olmaktan kurtulamamıştı; zira koca İstanbul ahalisinin, o günlerde nedense birdenbire perhiz aşkı depreşmiş, toptancı ve perakendeci esnafını sıkı tarassut altına alan polis, Zeki Bey'in ticari hayatını adeta mahvetmişti. Bu esnada dakika sektirilmeden polis takibinde yaşayan Zeki Bey'in, takipçilerini protesto maksadıyla evinin duvarına eliyle pankart asması, takipçi polislerin pankartı sökerek tâ Dolmabahçe Sarayı'na götürüp Gazi'ye arz etmeleri pek eğlenceli hadiselerdendir.
Muhalin oğlu muvafık olunca...
Zeki Bey'in çilesi, İsmet Paşa'nın reisicumhurluğuna kadar devam etmiş görünüyor. İsmet İnönü, eski dostu ve arkadaşı Kâzım Karabekir Paşa ile birlikte o devrin menkublarına bir cemile olmak üzere milletvekilliği teklifinde bulununca Zeki Bey'in yine kenarda kalmayı tercih etmesini de kaydedelim.
Zeki Kadirbeyoğlu, daha sonra serbest ticaretle uğraşmış ve 1952'de Hakk'ın rahmetine kavuşmuş. Bizim Ülfet aileyi tanıdığını söylüyor. Aile, Yeşildirek'teki halasının komşuları imişler. Ülfet'in söyledigine göre Zeki Bey'in oğlu Sebahattin Bey (1919-1980), 11. Dönem'de CHP'den milletvekili seçilmis. Kitaba Sebil Yayınevi imzasıyla ön söz yazdığını tahmin ettiğim Kadir Mısıroğlu, “Oğulun babasına ters bir istikamette yürüdüğü cihetle ona ait bilgilerin ortaya dökülmesinden memnuniyetsizliğini izhar etmişti" diyor.
Bu derece mühim bir şahsiyet hakkında şimdiye kadar ciddi bir ilmî tedkik yapılmamış olmasına tam da teessüf etmek üzere iken 2006 senesinde Sakarya Üniversitesi'nde Necmettin Hira isimli bir yüksek lisans talebesinin, “Hatıralarının Işığı Altında Kadirbeyoğlu Zeki Bey'in Çalışmaları" başlıklı bir tez yaptığını bir vesile ile öğrendim. “Aman nasıl buluruz?" diye araştırırken Ülfet'in torunu Didar kızımız eksik olmasın, internetten indirdi; hemen tedkik ettik. Eh, eli-yüzü düzgündür fakat gariplik daha tezin isminden başlıyor: Ne demektir efendim “Çalışmaları"? Bir esere böyle isim verilir mi? Hayret! Tezin kaynakları kısmında Zeki Bey'in hatıraları, “Şark'ta Harekât-ı Milliye Nasıl Başladı?" namıyla “Yayınlanmamış" kaydıyla zikredilmiş. Bu demektir ki, Zeki Bey'in basılmamış hâtıraları, neşrinden evvel hayli zaman elden ele gezmiş.
Her ne ise efendim; bu eser daha etrafı ve titiz bir şekilde neşredilebilirdi. Biraz aceleye gelmiş de olsa, onca sene te'hirden sonra kitabın neşrini tebrik ediyorum. İnşallah ikinci baskısı ilkinden daha iyi tertip olunur efendim.
Heman bahası neyse takdim edip Kandilli'ye avdet eder etmez kitabı tedkike koyuldum; evet, o kitap! Tastamam aynısı ve tıpkısı!
Meseleyi bilmeyenler içün muamma gibi görünüyor; müsaade buyrulursa tane tane izah edeyim efendim. Bundan şöyle böyle 15 sene kadar önce, kendisini sâbık Gümüşhane mebusu Zeki Bey'in torunu olarak takdim eden bir zat ile telefon mülakatında bulundukdu. Eksik olmasınlar, bazı müşterek ahbaplarımız nâçizâne bendenizden bahsetmişler de o sebeple müracaat lüzumu hissetmiş. Meseleyi hulâsâ edeyim: Diyor ki beyefendi, “Bizde dedemin hatırâları bulunuyor, kırk seneden beri ailemizin yâdigârı olup titizlikle muhafaza ettik. İmdi, ehil bir müdekkik tarafından elden geçirilerek neşrini arzu ediyoruz. Acaba yardımcı olabilir misiniz?"Kabul ediyorum; bu da bir nevi gıybettir
E, siz olsanız hayır diyebilir misiniz efendim? “Hay hay!" denildikten bir hafta sonra siyah ve iri bir klasör içinde takriben 200 sayfayı mütecaviz hacimde fotokopi edilmiş ve delikli zımba ile delinerek klasöre geçirilmiş halde eser elime vâsıl oldu. Asıl nüsha yok; bu nüsha ise belli ki eski yazı bilen biri tarafından daktiloya çekilmek suretiyle birkaç nüsha pelure kağıdı ile teksir edilmiş. Bazı ibâreler kalemle sonradan tashih görmüş vesaire.
Birkaç saat içinde hızla gözden geçirerek hâtıratın muhteviyatı hakkında kanaat edindim ki, hâtırat pek mühimdir velâkin ilmî bir nesir içün el yazılı nüshasına da erişmek lâzımdır. Bilahire Zeki Bey'in torunu ile meyânımızda yeniden bir telefon muhaveresi cereyan etti; kendisine bu eseri zevkle neşre hazırlayıp notlandıracağımı vaad ettim fekat telefondaki sesde eski şevk ve heyecan kalmamış gibime geldi. “Şimdilik kalsın" fikrinde imiş. E, ne denir; bu fikre de hürmet göstermek lâzımdır fikriyle telefonu kapattım, mesele de kapanmış oldu hâliyle.
İşte o nüsha yıllardan beri kütüphanemde bir emanet olarak durur. Ara sıra aklıma gelir, yerinden çıkarır, gözden geçirir, yeniden okurdum ve “Keşke neşredilse" diye düşünür, en çok da “Acaba neşrinden niçün vazgeçildi?" diye merak ederdim. Sonradan fark ettim ki o eyyâm tam da 28 Subat patırtılarının ortasına denk geliyor idi ve eserin mâliki, belki nesir içün zamanın elverişli olmadığını düşünmüş olabilir idi. Kabul ediyorum, bu da bir nevi gıybettir; nitekim ahret kardeşim Ülfet'le meseleyi müzakere ederken o da aynı nokta-i nazar üzerinde durdu. “Bir kişi hakkında, açıkça izhar etmediği bir niyetinden ötürü şöyle veya böyle hüküm bina etmek güft ü gû sayılır Nerimancığım" dedi. E, haklı. Dolayısıyle yukarıdaki satırlarımı yazılmamış ve okunmamış kabul etmekliğinizi istirham ederek asıl meseleye geleceğim efendim.
Tam bir muhalif
Peki, niçün böyle bir sui zana kapıldıgımı merak etmeyecek misiniz? Heman arz ediyorum efendim: Kadirbeyoglu Zeki Bey bir muhalif; üstelik Refik Halid Bey'in tâbirile
“Tam bir muhalif". Kime muhalif? Efendim benden duymuş gibi olmayınız, Mustafa Kemal Paşa'ya muhalif bir mebus.
Erbâbı olmayan bilmez, Gazi Pasa'ya muhalif siyâsilerden pek azı hâtırat bırakmıştır ardında. Bunlardan haylicesi de “çoluk çocugun başı derde girmesin" endişesiyle yazdıklarını sır gibi saklamış, hattâ imha eylemişlerdir.
Zeki Bey sıradan bir muhalif değil; kısaca izah edeyim. Kendisi, devrin Gazze mutasarrıfı İbrahim Lütfi Paşa'nın oğlu; vaktiyle Sultanî'nin Türkçe kısmını bitirmiş. Bilâhire bir nevi “Âyân" olaraktan memleketi Gümüşhane'ye dönüp ticaretle uğraşır iken Anadolu işgale uğrayınca her vatanperver eşraf evlâdı gibi iş başa düştü deyip faaliyete geçmiş. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na seçilmiş. İngilizlerin İstanbul'u işgal edip Meclis'i dağıtarak mebusların haylicesini Malta'ya sürgüne göndermesini müteakip Ankara'ya gelince Mustafa Kemal Paşa riyâsetinde çalışmak istememiş. Zira daha Ankara'ya gelmezden önce İnebolu'da, Vahidettin'in kayın biraderi Çerkez Zeki zannıyla kaba bir muamele ile tevkif olunması bir tarafa, tâ Erzurum Kongresi esnasında Mustafa Kemal Pasa ile Zeki Bey'in araları hayli şekerrenk vaziyetler ihtivâ etmektedir!
“Pasa, hemen çıkınız, başka elbise ile gelirsiniz!"
Peki, Erzurum Kongresi esnasında neler cereyan etmistir ki, Zeki Bey'le Mustafa Kemal Paşa'nın arası soğumuştur? Bu dikkat çekici mevzunun tafsilatını, işbu hâtıra kitabında bulabileceksiniz efendim. Ben şimdilik o mevzûa girmeyim, lâkin şu kadarcığını çıtlatmadan edemem;
Zeki Bey'in hâtıratında anlattığı şeyler, bizim resmî tarihçiligimiz meyânında ögrettigimiz şeylere hayli uzak düşüyor.
Meselâ o tarih itibariyle “Silk-i Askerî'den" tard edilmiş olmasına rağmen Kongre'nin açılış celsesine üzerindeki Padişah yâveri üniformasıyla iştirak etmeye kalkışan Mustafa Kemâl Paşa'yı, “Paşa hemen dışarı çıkınız, daha istifânâmenizin mürekkebi kurumadan kongre üzerinde te'sir icrâ etmek için bu kıyâfetle gelmenize çok teessüf ederim. Hemen çıkınız, başka bir elbise ile gelirsiniz" sözleriyle dışarı çıkmaya davet eden şahıs iste bu Zeki Bey'dir. Pasa bilâhire işi olgunluğa vurup salondan çıkmış ve sivil bir kıyafet tedârikiyle yeniden kongre çalışmalarına katılmıştı.
İste kitabevinde görüp hemen satın alarak eve getirdiğim ve bendeki aslıyla karşılaştırarak yeniden tezekkür ettiğim bu hâtıratında Zeki Bey, siyasî mücadelesini birinci sahış ağzından ve kendi üslûbuyla hikâye ediyor. Hâtıra, Kadir Mısıroglu'nun Sebil Yayınevi tarafından 2007'de sessiz sedâsız neşrolunmuş. Acaba ne oldu da, hâtıratın kanuni sahibi neşrine müsaade etti derseniz, bu sualin muhatabı ben olmasam gerektir efendim...
İmdii, “2007 senesinde siyasî ahvâl, evvelkine nazaran daha müsait idi" desem Ülfet hemen “Dedikodu ediyorsun; niyet okuyorsun, günâha giriyorsun!" diye başımın etini didikleyecektir. Bendeniz işin bu faslında değilim efendim; mühim olan bu değerli ve kıymetli eserin hususi kütüphanelerin mahpesinden kurtulup ammeye mâl olmasıdır. Sözün burasında Zeki Bey'in torununa, hâtıratı neşrettirdiği içün şahsen ve yakın tarihimiz nâmına büyük şükran borçluyuz.
Cumhuriyet'in ilk müstakil ve muhalif mebusu
Bilmiyorum belki de ben tesadüf etmedim; habbeyi kubbe etmeye meraklı matbuatımız bu hâtıratın neşrini -tıpkı benim gibi- vaktinde fark edemedi galiba. Zira bu eserde konuşulmaya ve tartışılmaya sezâ pek çok husus vardır. Zeki Bey, Birinci Meclis'e iştirakten vazgeçse de 1923 senesinde yapılan seçimlere müstakillen iştirak ederek seçilmeye muvaffak olmuş ve bu kararıyla dahi Mustafa Kemal Paşa'nın dikkatini çekmisti. Zirâ efendim, bilenler bilir, ikinci Meclis'e “Muhalefet" zümresinden girmeye muvaffak olan tek isim yine Zeki Bey olmuştur ve kitapta bu intihâbın şartları ve hikâyesi uzun uzadıya tafsil ediliyor. Âdetâ İstiklâl Harbi'nin muzaffer ordusunun zabitlerine ve Mustafa Kemâl Paşa'ya rağmen Gümüşhane ahalisinin büyük desteği ile seçimi kazanan Zeki Bey, pek uzun sürmeyen bu vekillik döneminde Hilâfet'in ilgasına muhalefetiyle bir kere daha ortalığı karıştırmış, ardından ısrarlar üzerine, Gazi Paşa'nın muharip arkadaşları tarafından teşkil olunan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'na girmişti. Ne var ki, 1926'daki İzmir Suikasdi hadisesiyle ilişkilendirilerek tevkif edilen Zeki Bey, İzmir'deki duruşmalardan beraatla kurtulmuş ve İstanbul Mahmutpaşa semtinde Yeşildirek civarındaki baba evine çekilerek ticaret yapmaya kalkışmış idi. Lâkin huzur ne mümkün efendim! Trabzon'dan büyük sermaye sarfıyla İstanbul Limanı'na sevk olunan peynir ve yağların akıbeti neticede denize dökülmek suretiyle balıkların öğünü olmaktan kurtulamamıştı; zira koca İstanbul ahalisinin, o günlerde nedense birdenbire perhiz aşkı depreşmiş, toptancı ve perakendeci esnafını sıkı tarassut altına alan polis, Zeki Bey'in ticari hayatını adeta mahvetmişti. Bu esnada dakika sektirilmeden polis takibinde yaşayan Zeki Bey'in, takipçilerini protesto maksadıyla evinin duvarına eliyle pankart asması, takipçi polislerin pankartı sökerek tâ Dolmabahçe Sarayı'na götürüp Gazi'ye arz etmeleri pek eğlenceli hadiselerdendir.
Muhalin oğlu muvafık olunca...
Zeki Bey'in çilesi, İsmet Paşa'nın reisicumhurluğuna kadar devam etmiş görünüyor. İsmet İnönü, eski dostu ve arkadaşı Kâzım Karabekir Paşa ile birlikte o devrin menkublarına bir cemile olmak üzere milletvekilliği teklifinde bulununca Zeki Bey'in yine kenarda kalmayı tercih etmesini de kaydedelim.
Zeki Kadirbeyoğlu, daha sonra serbest ticaretle uğraşmış ve 1952'de Hakk'ın rahmetine kavuşmuş. Bizim Ülfet aileyi tanıdığını söylüyor. Aile, Yeşildirek'teki halasının komşuları imişler. Ülfet'in söyledigine göre Zeki Bey'in oğlu Sebahattin Bey (1919-1980), 11. Dönem'de CHP'den milletvekili seçilmis. Kitaba Sebil Yayınevi imzasıyla ön söz yazdığını tahmin ettiğim Kadir Mısıroğlu, “Oğulun babasına ters bir istikamette yürüdüğü cihetle ona ait bilgilerin ortaya dökülmesinden memnuniyetsizliğini izhar etmişti" diyor.
Bu derece mühim bir şahsiyet hakkında şimdiye kadar ciddi bir ilmî tedkik yapılmamış olmasına tam da teessüf etmek üzere iken 2006 senesinde Sakarya Üniversitesi'nde Necmettin Hira isimli bir yüksek lisans talebesinin, “Hatıralarının Işığı Altında Kadirbeyoğlu Zeki Bey'in Çalışmaları" başlıklı bir tez yaptığını bir vesile ile öğrendim. “Aman nasıl buluruz?" diye araştırırken Ülfet'in torunu Didar kızımız eksik olmasın, internetten indirdi; hemen tedkik ettik. Eh, eli-yüzü düzgündür fakat gariplik daha tezin isminden başlıyor: Ne demektir efendim “Çalışmaları"? Bir esere böyle isim verilir mi? Hayret! Tezin kaynakları kısmında Zeki Bey'in hatıraları, “Şark'ta Harekât-ı Milliye Nasıl Başladı?" namıyla “Yayınlanmamış" kaydıyla zikredilmiş. Bu demektir ki, Zeki Bey'in basılmamış hâtıraları, neşrinden evvel hayli zaman elden ele gezmiş.
Her ne ise efendim; bu eser daha etrafı ve titiz bir şekilde neşredilebilirdi. Biraz aceleye gelmiş de olsa, onca sene te'hirden sonra kitabın neşrini tebrik ediyorum. İnşallah ikinci baskısı ilkinden daha iyi tertip olunur efendim.