İşte Amiral Dumesnil’in raporu İzmir’i Türkler yakmadı!
YRD. DOÇ. DR. OKTAY GÖKDEMİR
İzmir Yangını'na dair son yıllarda ulaştığımız belgelerin en önemlilerinden biri Amiral Dumesnil'in raporları olup yangının sorumlusu olarak, hiçbir şüpheye yer vermeyecek bir biçimde Ermeniler gösterilmiştir.
İzmir Yangını'na dair son yıllarda İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi'nde ulaştığımız belgelerin en önemlilerinden biri Fransız Konsolosluğu ile körfezde demirli Fransız savaş gemilerinin kumandanı Amiral Dumesnil'in raporları olup yangının sorumlusu olarak, hiçbir şüpheye yer vermeyecek bir biçimde Ermeniler gösterilmiştir.
İlk belge, 19 Eylül 1922 tarihinde Paris'ten Washington Maslahatgüzarlığı'na çekilen 669 no'lu telgraftır. Telgrafa göre yangının silahlı bir kundakçı birliği oluşturmuş Rumlar ve Ermeniler tarafından çıkarıldığı Mustafa Kemal'e atfen dile getirilmiş ve bu iddia Yunan Ordusu'nun Batı Anadolu bölgesinden çekilirken birçok kenti yakması örnek gösterilerek desteklenmişti. (1 Documents Francais Sur L'Occupation Grecoque Anatole, Der. Enis Tulça, Center for Strategic Research, Some Papers No: 4/2002, Ankara, Decembre, 2002, s. 165-173)
26 Eylül 1922 tarihli başka bir telgrafta General Pelle, Amiral Dumesnil ve M. Grailler'e atıfta bulunularak İzmir Yangını'ndan Türklerin sorumlu olmadığı, yangının yayılmasını önlemek amacıyla Türkler tarafından olağanüstü bir çaba gösterildiği ifade edilmekteydi.
En önemli belgelerden biri, Amiral Dumesnil'in yangına ilişkin raporudur. Bu rapor birçok araştırmada sadece isim olarak geçmiş, içeriğiyle ilgili ayrıntılı bir çözümleme yapılmamıştır. 28 Eylül 1922 tarihli rapor, yangının en önemli görgü tanıklarından biri olup aynı zamanda Türkiye'nin mücadele ettiği İtilaf devletleri kanadında kritik bir askerî kişilik olan Dumesnil'in elinden çıkmış olması bakımından da kayda değerdir.
Dumesnil'in “Yangının failleri kimlerdir?” diye başladığı rapor şu cümlelerle devam etmektedir:
“Ben İzmir Yangını'nda Türklerin suçlu olamayacakları kanaatindeyim. Bu kanaatim hiçbir zaman duygusal bir temele dayanmıyor. Sadece mantıksal bir çıkarsamanın sonucu da değildir.
a) Somut şahitler (düzenli birliklerce yağmacı Türklerin öldürüldüğünü gören Lazaristlerin üstadı) Türklerin şehirde düzeni sağlamak ve yağmayı ortadan kaldırmak amacını ispatlamıştır.
b) Türk ordusu, başka hiçbir ordunun sahip olmadığı kadrolara sahiptir ve disiplin sıkı bir biçimde uygulanır.
c) İşgalin ilk gününde bağımsız olarak yapılan yağmalar, takip eden günlerde büyük ölçüde bastırılmıştır ama hiçbir zaman yangın girişimine işaret edilmemiştir.
d) Rum ve Ermeni mahallelerinde çok sayıda cephane ile yüksek miktarda yanıcı ve patlayıcı malzeme depoları vardı. Bir hayli zaman öncesinden beri Hıristiyanları moralman baskı altında tutmak için İzmir'in Türklere bırakılmasındansa tahrip edileceği fikrinin propaganda edildiği tespit edilmişti. Bu şekildeki söylentiler binlerce defa, başta bizim Genel Konsolos olmak üzere Fransızların kulağına gelmişti.
e) Yangının arifesinde Mustafa Kemal Paşa, konsolosluğumuzun birkaç ev ötesinde bulunan Kordon'da genel karargâhını kurdurmuştu. Ateş bu evlerden hemen uzaklaştırılmıştı.
f) Türkler yangına karşı sahip oldukları tüm imkânlarla mücadele ettiler. Ne var ki, bu imkânlar böylesine büyük bir felaket karşısında yetersizdi.
g) İzmir'de çok iyi organize olmuş itfaiye ekipleri, birçok Hıristiyan elemanın gitmiş olmasından dolayı ne yazık ki kargaşa içindeydi. İtfaiye ekipleri mümkün olduğu kadar çabuk harekete geçtiler ama şehrin birçok noktasında aynı anda çıkan bir yangın karşısında bulunuyorlardı. Bu durum, Türk yağmacılara atfedilmeyecek bir organizasyonu gösteriyor.”
Amiral Dumesnil'in söyledikleri özetle böyle. Büyük yangının üzerinden 90 yıl geçmiş durumda. Yangın hiç kuşkusuz İzmir kentinin mekânsal görünümünde onulmaz yaralar açmıştır. Cumhuriyet Türkiye'si ve başta İzmir Belediyesi olmak üzere belediyenin İzmir'de oluşturduğu yerel birimler, kenti 1923'ten 1930'ların ortalarına kadar küllerinden yeniden diriltebilmek amacıyla yoğun çabalar göstermişlerdir.
Bugün İzmirliler olarak yaşadığımız kentin yakın geçmişinde sosyal travmalar yaratan yangına ilişkin kolektif belleğimizi, yangını kimin veya kimlerin çıkardığından çok, doğurduğu sonuçlar ve Cumhuriyet'in titiz ve kararlı bir çalışmayla bir kenti yeniden diriltme sevdasına yoğunlaştırmamız gerekir.
Yangının sorumlularına ilişkin yerli ve yabancı kaynağın Türkleri işaret etmemiş olmasına rağmen dünya barışı ve birlikte yaşamanın olası asgari müştereklerini oluşturabilmemiz açısından kenti ateşe veren kundakçı ya da kundakçıları aramaktan vazgeçmeliyiz artık. Çatışma kültürü yerine birlikte yaşama ve ötekini içselleştirerek bir uzlaşı kültürü yaratmanın yolu bu tip sosyal travmaları sürekli gündemde tutarak hatırlatmaktan çok, biraz da unutmaktan geçmiyor mu?
İlk belge, 19 Eylül 1922 tarihinde Paris'ten Washington Maslahatgüzarlığı'na çekilen 669 no'lu telgraftır. Telgrafa göre yangının silahlı bir kundakçı birliği oluşturmuş Rumlar ve Ermeniler tarafından çıkarıldığı Mustafa Kemal'e atfen dile getirilmiş ve bu iddia Yunan Ordusu'nun Batı Anadolu bölgesinden çekilirken birçok kenti yakması örnek gösterilerek desteklenmişti. (1 Documents Francais Sur L'Occupation Grecoque Anatole, Der. Enis Tulça, Center for Strategic Research, Some Papers No: 4/2002, Ankara, Decembre, 2002, s. 165-173)
26 Eylül 1922 tarihli başka bir telgrafta General Pelle, Amiral Dumesnil ve M. Grailler'e atıfta bulunularak İzmir Yangını'ndan Türklerin sorumlu olmadığı, yangının yayılmasını önlemek amacıyla Türkler tarafından olağanüstü bir çaba gösterildiği ifade edilmekteydi.
En önemli belgelerden biri, Amiral Dumesnil'in yangına ilişkin raporudur. Bu rapor birçok araştırmada sadece isim olarak geçmiş, içeriğiyle ilgili ayrıntılı bir çözümleme yapılmamıştır. 28 Eylül 1922 tarihli rapor, yangının en önemli görgü tanıklarından biri olup aynı zamanda Türkiye'nin mücadele ettiği İtilaf devletleri kanadında kritik bir askerî kişilik olan Dumesnil'in elinden çıkmış olması bakımından da kayda değerdir.
Dumesnil'in “Yangının failleri kimlerdir?” diye başladığı rapor şu cümlelerle devam etmektedir:
“Ben İzmir Yangını'nda Türklerin suçlu olamayacakları kanaatindeyim. Bu kanaatim hiçbir zaman duygusal bir temele dayanmıyor. Sadece mantıksal bir çıkarsamanın sonucu da değildir.
a) Somut şahitler (düzenli birliklerce yağmacı Türklerin öldürüldüğünü gören Lazaristlerin üstadı) Türklerin şehirde düzeni sağlamak ve yağmayı ortadan kaldırmak amacını ispatlamıştır.
b) Türk ordusu, başka hiçbir ordunun sahip olmadığı kadrolara sahiptir ve disiplin sıkı bir biçimde uygulanır.
c) İşgalin ilk gününde bağımsız olarak yapılan yağmalar, takip eden günlerde büyük ölçüde bastırılmıştır ama hiçbir zaman yangın girişimine işaret edilmemiştir.
d) Rum ve Ermeni mahallelerinde çok sayıda cephane ile yüksek miktarda yanıcı ve patlayıcı malzeme depoları vardı. Bir hayli zaman öncesinden beri Hıristiyanları moralman baskı altında tutmak için İzmir'in Türklere bırakılmasındansa tahrip edileceği fikrinin propaganda edildiği tespit edilmişti. Bu şekildeki söylentiler binlerce defa, başta bizim Genel Konsolos olmak üzere Fransızların kulağına gelmişti.
e) Yangının arifesinde Mustafa Kemal Paşa, konsolosluğumuzun birkaç ev ötesinde bulunan Kordon'da genel karargâhını kurdurmuştu. Ateş bu evlerden hemen uzaklaştırılmıştı.
f) Türkler yangına karşı sahip oldukları tüm imkânlarla mücadele ettiler. Ne var ki, bu imkânlar böylesine büyük bir felaket karşısında yetersizdi.
g) İzmir'de çok iyi organize olmuş itfaiye ekipleri, birçok Hıristiyan elemanın gitmiş olmasından dolayı ne yazık ki kargaşa içindeydi. İtfaiye ekipleri mümkün olduğu kadar çabuk harekete geçtiler ama şehrin birçok noktasında aynı anda çıkan bir yangın karşısında bulunuyorlardı. Bu durum, Türk yağmacılara atfedilmeyecek bir organizasyonu gösteriyor.”
Amiral Dumesnil'in söyledikleri özetle böyle. Büyük yangının üzerinden 90 yıl geçmiş durumda. Yangın hiç kuşkusuz İzmir kentinin mekânsal görünümünde onulmaz yaralar açmıştır. Cumhuriyet Türkiye'si ve başta İzmir Belediyesi olmak üzere belediyenin İzmir'de oluşturduğu yerel birimler, kenti 1923'ten 1930'ların ortalarına kadar küllerinden yeniden diriltebilmek amacıyla yoğun çabalar göstermişlerdir.
Bugün İzmirliler olarak yaşadığımız kentin yakın geçmişinde sosyal travmalar yaratan yangına ilişkin kolektif belleğimizi, yangını kimin veya kimlerin çıkardığından çok, doğurduğu sonuçlar ve Cumhuriyet'in titiz ve kararlı bir çalışmayla bir kenti yeniden diriltme sevdasına yoğunlaştırmamız gerekir.
Yangının sorumlularına ilişkin yerli ve yabancı kaynağın Türkleri işaret etmemiş olmasına rağmen dünya barışı ve birlikte yaşamanın olası asgari müştereklerini oluşturabilmemiz açısından kenti ateşe veren kundakçı ya da kundakçıları aramaktan vazgeçmeliyiz artık. Çatışma kültürü yerine birlikte yaşama ve ötekini içselleştirerek bir uzlaşı kültürü yaratmanın yolu bu tip sosyal travmaları sürekli gündemde tutarak hatırlatmaktan çok, biraz da unutmaktan geçmiyor mu?