İslam saltanatının dâhi mimarı
Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız selamete kavuşursunuz” hadisinde bahsi geçen en nadide yıldızlardan biriydi o. Peygamber Efendimiz'in duasına mazhar olan Mugîre b. Şu’be'nin İslam tarihinin akışını derinden etkileyen hikayesini Melek Yılmaz Gömbeyaz Derin Tarih'te kaleme aldı
Hz. Muhammed’in (sas) sancağı altında kendi kabilesine karşı savaştı. Sakîflilerin Lât adlı putunu yıktı. İman ettiğinde Hz. Peygamber’in “Seni hidayete erdiren Allah’a hamd olsun” duasına mazhar oldu. Ümmetin sınandığı zorlu Tebük seferinde sahte peygamber Müseylimetü’l-Kezzâb’a karşı Yemame’de, Bizans’la gerçekleşen ilk büyük yüzleşme olan Yermük Savaşı’nda, İran’ın ve Azerbaycan’ın fethinde en ön saflarda cihad etti. Peygamber Efendimiz’in kâtipliğini yapma bahtiyarlığı da ona kısmet olacaktı.
Mugîre b. Şu’be miladî 600 yılında Taif’te dünyaya geldi ve Hendek Harbi senesi (5/627) veya Hudeybiye Barışı (6/628) öncesinde Müslüman oldu. Bu dönem Müslümanlar açısından kritik olaylara sahne olmaktaydı; büyük savaşlardan çıkılmış, Hudeybiye görüşmeleri gibi hararetli bir sürece girilmişti. Mugîre b. Şu’be Medine’ye gelerek Allah Rasûlü’ne Müslüman olmak istediğini açıkladığında Rasûlullah ona “Seni hidayete erdiren Allah’a hamd olsun” diyerek memnuniyetini belirtti.
Bundan sonra onun yanından ayrılmayan Mugîre, önce Hudeybiye Barışı sürecinde görüşmeler yapmak için gelen Kureyş ve Sakîf (kendi kabilesi) ortak heyeti karşısında Hz. Peygamber’in muhafızlığını yaptı. Rıdvan Beyatı’na katıldı. Hudeybiye’den sonraki bazı gazvelere iştirak eden Mugîre, komutanlığını üstlendiği başarılı bir akın da gerçekleştirdi.
Huneyn (Hevazin) Savaşı’nda da kendi kabilesine karşı Rasûlullah’ın yanında saf tuttu, devamı olan Taif kuşatması sırasında Ebû Süfyan’la beraber şehre girip Sakîflilerle görüşen elçi oldu. Nitekim bu görüşmenin ardından bir durum değerlendirmesi yapan Sakîfliler, aralarından bir heyeti Medine’ye göndereceklerdi.
Heyet Medine’ye yaklaştığında ashâbın bineklerini gözetmekte olan Mugîre onları görünce büyük bir sevinçle gelişlerini Rasûlullah’a müjdeledi. Heyeti Rasûlullah’ın huzuruna getirerek ağırlanmaları hususunda itina gösterdi. Yalnız bu ihtimamı, hemşerilerine gösterdiği basit bir misafirperverlikten öte, Müslüman olacaklarına dair beklentisinin bir tezahürüydü.
Ne kadar manidardır ki, Allah Rasûlü heyetle yapılan uzun görüşmeler sonucunda Mugîre b. Şu’be’yi, yanında “Sakîfliler’in dayısı” olarak anılan Ebû Süfyan olduğu halde Sakîflilerle özdeşleşmiş olan Lât putunu yıkması için Taif’e gönderecektir. Bu ikili şehre yaklaştığında başlarına gelebileceklerden endişe eden Ebû Süfyan dışarıda beklerken, Mugîre şehre girdi ve kabilesinin gözleri önünde şirkin sembolü olan Lât’ı yere yıktı.
Bundan sonra Mugîre, ümmetin sınandığı zorlu Tebük seferine katılacaktı. Ordu Hicr mevkiinde konakladığında Rasûlullah’a abdest alırken suyunu dökme şerefine nail oldu. Okur-yazar ve dil bilen biri olduğu için kabileler arası yazışmalarda onun kâtipliğini yaptı. İslam idaresi altına giren bölge halklarına yönelik irşad göreviyle Necran’a gönderilen İslam davetçisi oldu. Rivayete göre Hz. Peygamber’in defni esnasında yüzüğünü -anlaşılan bilerek- kabre düşürmüş, bu sebeple kabre inip yüzüğünü alırken Rasûlullah’a dokunmuş ve bu olaydan sonra kendisinin Hz. Peygamber’e zaman itibariyle en yakın olan son kişi olduğunu iddia etmiştir. Hz. Ebubekir döneminde ise irtidad (dinden dönme) hareketlerine karşı hem Nüceyr civarında faaliyet gösteren, hem de Yemame’de patlak veren ve başını Müseylimetü’l-Kezzâb’ın çektiği mürtedlerle mücadele etti. Yermük Savaşı’na da katılan Mugîre’nin bu savaşta tek gözünü kaybettiği belirtilir.
Hz. Ömer döneminde İran fetihleri sırasında diplomatik girişimleriyle göz doldurdu. Kadisiye Savaşı başlangıcında İranlı komutan müzakere için “akıllı, ilim ve fehm sahibi kimseler” talep ettiğinde Mugîre devreye sokulan ilk isimlerden olacaktı. Ayrıca bu savaşta etkileyici hitabetiyle askerleri cesaretlendiriyordu.
Nihavend Savaşı sürecinde bir dizi diplomatik görüşmeler yapan Mugîre, kararlı ifadeleriyle psikolojik zaferler elde etmeyi bildi. Savaşta ordunun sol kanadına komuta etmesinin yanı sıra çadır/karargâh kurmadaki maharetini de sergileyecekti.
Divan teşkilatını kurdu
Mugîre’nin siyaset sahnesine çıkışı Hz. Ömer döneminde başlar. Basra civarında yürüttüğü seferlerdeki başarıları ve görevden ayrılmayı düşünen Basra Valisi Utbe b. Âmir’in tavsiyesi neticesinde Hz. Ömer bu makama onu tayin etti. Kaynaklarda Mugîre’nin valiliğinde Basra’nın büyüdüğü, geliştiği, şehirdeki bolluk-bereketi duyanların gelip yerleştiği nakledilir. Basra Valisiyken divan teşkilatını kurarak bir ilke imza atan Mugîre, idaresi altındaki yerlerde devletin gelir-giderlerini kayıt ve tanzim eden defterler oluşturdu ve ürüne göre vergi farklılığı uygulayarak tarım politikaları geliştirdi.
Lakin hakkında ortaya atılan zina iddiası sonucunda valilikten azledilmekten kurtulamadı. (Daha sonra zina iddiasındaki kadının, eşi olduğu anlaşılacaktır.) Bu olayın ardından siyasî hayatı bir müddet sekteye uğrayan Mugîre b. Şu’be, bir süre sonra Hz. Ömer tarafından Kûfe Valiliği’ne atandı. Halifenin Kûfe’ye nasıl birini atamak gerektiği hususunda fikrini sorması üzerine Mugîre’nin verdiği “Dindar (muttaki) kişinin Müslümanlığı kendinedir, lakin zayıflığı ve getireceği idare yükü senin sırtınadır. Güçlü kişinin de Müslümanlığı kendinedir fakat muktedir yönetimi tüm Müslümanlarındır” şeklindeki cevabının tayininde etkili olduğu rivayet edilir.
Kûfe valiliği süresince önemli işlere imza atan Mugîre Azerbaycan’ı fethetti, başta Kûfe Mescidi’nin genişletilmesi olmak üzere şehrin imarı için birçok çalışma yürüttü. Ayrıca Hz. Ömer’e “Emiru’l-Mü’minîn” hitabıyla selam veren ilk kişidir. Ne yazık ki Hz. Ömer’in şehit edilmesi Mugîre’nin Ebu Lü’lüe Feyruz el-Mecusî adlı kölesi eliyle olacaktı.
Hz. Osman tarafından Kûfe Valiliği’nden azledilen Mugîre’nin bu dönemde Azerbaycan-Ermeniye Valiliği yaptığı da nakledilmekle beraber idarecilikten uzak, sivil bir hayat yaşadığı görülür. Mugîre’nin bu siyasî inzivası Hz. Osman’ın evinin isyancılar tarafından kuşatılmasıyla sona erecektir.
Muhasara esnasında bir yandan Hz. Osman’a ya isyancılarla savaşmak ya da gizlice şehri terk etmekten başka çıkar yol olmadığını belirtirken, öte yandan Hz. Ali’ye, Medine’deyken Hz. Osman’a bir şey olursa hesabının ondan sorulacağını, dolayısıyla şehirden ayrılması gerektiğini söylemekteydi. Mugîre’nin tavsiyeleri kabul görmemişse de, görüşlerinde ne kadar isabetli olduğu zamanla ortaya çıktı. Hz. Osman’ın şehit edilmesinin ardından halife olduğunda Mugîre’nin öngördüğü gibi yaşanan hadiselerin faturası Hz. Ali’ye kesilmişti.
Hakem olayında haklı çıktı
Mugîre, Hz. Ali’nin ilk iş olarak valileri azletme kararıyla ilgili olarak böyle hassas bir ortamiyi düşünmesini, özellikle Muaviye hususunda acele etmemesini telkin etti. Ancak Hz. Ali kararından vazgeçmedi. Neticede Mugîre, hem Hz. Ali’nin görüşlerine itibar etmediğini düşündüğünden, hem de yaklaşmakta olan fırtınalı günlerde orada bulunmak istemediğinden Hz. Ali’ye biat etmeksizin şehri terk ederek gelişmeleri dışarıdan izlemeyi uygun gördü.
Bir sonuç elde edilmeyeceğini anlayınca Cemel Savaşı’na katılmaktan vazgeçen Mugîre, Sıffin sonrası tahkim sürecinde yeniden ortaya çıktı. Tarafların Ezruh’ta bir araya geldikleri toplantıya “gözlemci” sıfatıyla katıldığında hakem seçilen Ebû Musa ve Amr’ın asla uzlaşamayacağını söylemişti ki, zaman onu haklı çıkardı.
Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra tavrını Muaviye’den yana koydu. Bu tavır, Mugîre’nin Muaviye tarafından Hz. Hasan’a hilafetten vazgeçmesi üzere gönderilen heyete dahil olmasıyla iyice belirginleşti.
Ayrıca Muaviye’ye biat edildiği sene Muaviye tarafından gönderildiği izlenimini veren bir hac emirliği görevini ifa ettiği nakledilir. Muaviye’nin İslam aleminin dehâlarından olan Amr İbnü’l-Âs’ı Mısır, oğlu Abdullah’ı Kûfe valiliği için düşündüğünü öğrenen Mugîre “Sen bu şekilde aslanın dişleri arasında mı kalmak istiyorsun?” diyerek kendisini uyarınca Muaviye, Mugîre’yi Kûfe valisi yaptı. Bununla birlikte ona Hz. Osman ve taraftarlarını överken Hz. Ali ve taraftarlarını kötülemesini telkin etti. Dolayısıyla Mugîre İslam tarihinde “sebb” (Hz. Ali ve tâbilerine sövgü) geleneğini başlatan ilk kişi olarak kayda geçti.
Mugîre aynı dönemde biat etmemekte direnen, Hz. Ali’nin başarılı Faris valisi Ziyad’ın biat etmesi konusunda Muaviye’nin imdadına yetişti. Muaviye uykularını kaçıran bu adam hakkında zaten yardıma gönüllü olan Mugîre’yi devreye soktu. Mugîre ile Ziyad arasında hemşerilik ve iş ilişkisi dışında manidar bir dostluk da vardı. Nitekim zina davasında Ziyad’ın şahitliği sayesinde had cezasından kurtulmuştu.
Velhasıl Muaviye adına Fâris’e elçi giden Mugîre, Ziyad’a toplumsal gözlem ve tahliller içeren değerlendirmeler sundu. Hilafeti Muaviye’den başka yürütecek kimse kalmadığını, Hz. Hasan’ın bile ona biat ettiğini, dolayısıyla bir an evvel Muaviye’yle ilişki kurmaktan başka akıllıca bir yol görünmediğini anlattı. Akabinde Ziyad, Şam’a gelerek Muaviye’ye biat etti ki, Ziyad’ın kazanılması Muaviye iktidarının güçlenip sürmesi noktasında atılmış büyük bir adımdı.
Muaviye’nin akıl hocası
Kûfe valiliği boyunca fikirlerini eyleme dönüştürmedikçe muhalif hareketlere müdahale etmeyen Mugîre, isyan çıkaran Haricilerle kararlılıkla mücadele etti. Bir mahareti de, stratejik bir yöntemle Haricilerin zapt edilmesi hususunda Şia’dan faydalanmasıdır. Hz. Ali taraftarlarını derin intikam hissi besledikleri Haricilere karşı kullandı; böylelikle iktidarın iki büyük muhalif grubunu birbiriyle zayıflattı. Haricilerin bertaraf edilmesi uğruna Şia ile ortak hareket etmekle beraber bu grubu iktidar karşısında pasif tutmak için maaşlarının kesilmesi gibi ekonomik veya sebb gibi psikolojik baskılarla kontrol altında tutmaya çalıştı.
Bu uygulamaları karşısında Şia’dan sert tepkiler aldığında bile hoşgörülü tutumunu devam ettiren Mugîre, eleştirenlere “Bekleyin ve görün; benden sonra gelecek olana böyle yaptıklarında (yeni vali) onları öldürüverecek” demekle yetiniyordu. Tesis ettiği hoşgörü ortamını gelecekte çok arayacakları mesajını veren Mugîre isabetli bir öngörüde daha bulunmuştu. Nitekim sonraki valilerin idare tarzları karşısında insanlar onun kadar hoşgörülü ve bağışlayıcı bir valinin bir daha gelmediğini itiraf etmişlerdi.
Politik çözümler üreten bir dâhi
Ömrünün sonlarına doğru ilerleyen yaşı ve icraatlarıyla artık Muaviye’yi tatmin edemeyen Mugîre, azlinin yaklaştığını anlayınca sadece Emevileri değil, tüm İslam tarihini derinden etkileyecek bir fikirle döneme damgasını vurdu. Muhtemelen bulunduğu mevkiyi koruma yahut en azından kariyerini iz bırakarak noktalama gayesiyle “veliahtlık” fikrini ilk ortaya atan kişi olarak İslam tarihine geçti.
Yezid’in veliahtlığı projesinin mimarıydı Mugîre. Önce onu bu işe zihnen hazırlamış, ardından Muaviye’nin yanına giderek Hz. Osman’ın katlinden sonra çok kan döküldüğünü, dolayısıyla kendisinden sonra halkın yine bir fitneye maruz kalmaması için böyle bir tedbir almasının şart olduğunu belirterek meşru bir zemin çizdi. Ayrıca bir diğer dâhi Ziyâd b. Ebîh’le birlikte bu iş için var gücüyle çalışacağını beyan ederek Muaviye’ye verdiği sözü tuttu.
Bu arada yanından ayrıldıktan sonra “Muaviye’nin aklına gerçekleşmesi hayli güç ve Muhammed ümmetine çok uzak bir şey soktum; onlar için öyle bir gedik açtım ki, ebediyen kapatılamaz” veya “Öyle bir şey diktim ki, onu yerinden ancak kan söker” dediğini belirtmek gerekir. Mugîre siyasî hayatı boyunca Muaviye’yle ilişkilerinin olumlu bir çizgide seyretmesine gayret etmekle birlikte çoğu zaman Emevî idaresi ve taraftarlarının kendisinden beklediği sertliği göstermek uğruna müsamahasını feda etmedi.
670 yılında Kûfe valisiyken veba salgını nedeniyle vefat eden Mugîre b. Şu’be, başta Hz. Peygamber’in torunu Ümame ve Ebû Süfyan’ın kızları olmak üzere önde gelen ailelerin kızlarıyla evlendi. Rasûlullah’tan birçok hadis rivayet etmiş olup Sahîhayn’da (Sahih-i Buharî ve Müslim’de) 12 hadisi bulunmaktadır.
Kaynaklarda keskin bir zekâya ve hazır cevaplık yeteneğine sahip, özellikle fitne zamanlarında ortaya çıkan büyük problemlere politik çözümler üretebilen bir dâhi olarak gösterilen Mugîre hakkında “Onun içinden çıkamayacağı hiçbir iş yoktur” ifadesi kullanılır.
Mugîre b. Şu’be’nin, zekâsıyla birleşen ileri görüşlülüğü Araplar arasında darb-ı mesel haline gelmiş, hatta bu özelliğe sahip insanlara “Mugîre görüşlü” denilmiştir.