Hitler’in mağaraya sakladığı tabutlarda kimler vardı?
HABER MASASI
Dünya Savaşı sona ermek üzereydi. 27 Nisan 1945 günü Amerikan askerleri Almanya’nın Thuringen şehrinde gizli cephaneliklere ulaşmak amacıyla araştırmalar yaparken Bernterode tuz madeninde tam 400 bin ton cephaneyle karşılaştılar. Fakat buldukları şey bundan ibaret değildi.
Madenin karanlık dehlizlerinin birinde, yerin 600 metre altında yeni örülmüş bir duvara rastlamışlardı. Derhal askerlere emir verildi ve duvar delinerek 2 metre kadar uzunlukta bir tünel oluşturuldu. Amerikan subayları, bu tünelden duvarın öbür tarafına geçtiklerinde gördükleri manzara karşısında şaşkına döndüler.
Burada Nazilere ait yüzlerce sancak, 4 adet de tabut vardı. Neyse ki, tabutların üzerine, kırmızı bir kalemle içinde yatanların isimleri yazılmıştı. I. Frederick-Guillaume (Wilhelm), oğlu Büyük Frederick ile Alman İmparatoru Paulus von Hindenburg ve kendisinden önce ölen eşine aitti bu tabutlar. Yani Alman ordusunun kurucularına!
Amerikalı subaylar bu harikulade buluşlarına çok sevindiler. Fakat şimdi karşılarında ciddi bir sorun vardı: Bu tabutları ne yapacaklardı?
Naziler, muhakkak günün birinde tekrar ortaya çıkararak gelecek nesilleri yeniden ayaklanmaya teşvik etmek maksadıyla onların naaşlarını buraya saklamışlardı. Savaş sonunun o yoğun ve kaotik atmosferinde bu 4 tabutu gün yüzüne çıkarmak doğru olmayacaktı. Özellikle de tabutlardan ikisinin içinde krallar yatarken…
Subaylar uzun süre düşünüp taşındıktan sonra meseleyi Washington'a bildirdiler. Hükümet makamları da sözkonusu kimseler 'siyasî şahsiyetlerdir' diye, meselenin hallini Dışişleri Bakanlığı'na havale ettiler.
Aradan 1 yıl geçti. 1946'da General Clay'e Washington'dan bir emir geldi. Tuz madeninin dehlizlerinden birinde bulunan 4 önemli şahsiyetin kemiklerinin, kendilerine layık bir törenle gömülmeleri isteniyordu. Tabutlardan 2'si Amerikan bölgesinde, 2'si de İngiliz bölgesinde, Hanover civarında gömülecekti. Bunun sebebi, Mareşal von Hindenburg'un ölmeden önce Hanover'de gömülmek istediğini söylemiş olmasıydı. Amerikan makamları Mareşal'in bu son arzusunu yerine getirmek istiyorlardı.
Emir gayet açıktı. Fakat bu emri yerine getirmek pek de kolay olmadı. Önce Hohenzollernleri yani I. Wilhelm ve eşini, aynı aileye ait bir malikaneye gömmenin daha münasip olacağı düşünüldü. Ancak bu malikanelerden biri askerî birlikler tarafından işgal edilmişti; diğeri ise Fransız işgal bölgesindeydi. Fransızlar ister kral olsun, ister olmasın, Hohenzollern hanedanına mensup birinin, kendi işgal bölgelerinde gömülmesine asla müsaade edemeyeceklerini bildirdiler.
İngilizlerin ise daha ılımlı davranacakları zannediliyordu; fakat onlardan da aynı mealde ve aynı derecede sert bir cevap geldi. Bunun üzerine Amerikan makamlarının 4 tabutu da kendi bölgelerine gömmeleri mecburiyeti hasıl oldu.
Mezar krizi nasıl çözüldü?
Uzun araştırmalardan sonra nihayet Kronberg Şatosu üzerinde karar kılındı. Burası Almanya'nın en asil ailelerinden birine aitti. Fakat aksi tesadüf ! Tabutların oraya gömülmesinin kararlaştırıldığı gün, şatonun sahiplerinin mücevherleri çalındı.
Tüm gazeteler 3 milyon dolarlık bu hırsızlıktan uzun uzadıya bahsediyorlardı. Şatoya polisler ve gazeteciler dolmuştu. Tabii bu şartlar altında yeni emre uyarak 'tabutları mütevazı bir merasimle' ve 'kimsenin dikkatini çekmeden' gömmek imkânsızdı.
Artık malikanelerden vazgeçilmişti. Tekrar araştırmalara başlandı. Birer birer bütün kiliseler gözden geçirildi. Zira bu kadar önemli şahsiyetler ancak kutsal sayılan yerlere gömülmeliydi. Fakat ne çare, uygun görülen kiliseler bombardıman esnasında harap olmuştu. Nispeten az harap olmuş tek bir kilise vardı. 1235'te yapılmış olan bu eski kiliseye daha önceden de birçok prensler gömülmüştü. Dolayısıyla bu önemli şahsiyetleri buraya gömmekle kendilerine saygısızlık edilmiş olmayacaktı.
Hohenzollernlerin kilisenin içine, Hindenburgların da kilisenin kuzey tarafındaki kulenin altına gömülmesi kararlaştırıldı. Geriye, henüz hayatta olan Hohenzollernlerle Hindenburglardan müsaade almak gibi görünüşte kolay, gerçekteyse güç bir iş kalmıştı.
Hayatta olan Hohenzollernlerin de ölmüş olanlar kadar güçlük çıkaracakları tahmin ediliyordu. Fakat asıl güçlük onlardan gelmedi. Bir defa işgal kuvvetleri, Kronprinz Wilhelm'in, yani Kaiser'in büyük oğlunun, bulunduğu işgal bölgesinden dışarı çıkmasına müsaade etmediler. Dolayısıyla onun müsaadesini almak için ayağına kadar gitmek gerekti. Kronprinz, bütün aile adına bu işe rızasını bildirdi. Böylece güçlüklerden mühim bir kısmı bertaraf edilmiş oluyordu. Şimdi Hindenburg ailesinden izin almak lazımdı. Oğlu General Oskar von Hindenburg'a haber verildi. O da cenaze merasimine dair bazı hususları görüşmek üzere derhal Wiesbaden'e geleceğini bildirdi. Fakat oraya gelir gelmez, kaldığı otelin defterinde imzasının yanına askerî rütbesini kaydettiği için tutuklandı.
Tabutlar hâlâ gömülmeyi bekliyordu. Bu işe memur edilen 3 Amerikan subayı, törenin derhal yapılması için Amerika'dan üst üste emirler alıyorlardı. Nihayet Oskar von Hindenburg serbest bırakıldı ve 3 subay hemen yanına giderek durumu anlatıp müsaadesini aldılar.
Marburg Kilisesi'nde daha önce de birçok prensin gömüldüğünü söylemiştik. Hohenzollernlerin de buraya gömülebilmesi için uyumakta olan diğer sakinleri rahatsız etmeden boş bir yer bulmak lazımdı. 3 Amerikan subayı kiliseye kapanarak günlerce tozlu kayıtları karıştırarak nihayet boş bir yer buldular. Artık işin sonuna yaklaştıkları için seviniyorlardı; fakat engel, bu sefer de ummadıkları bir yerden çıktı.
15 ay, 28 gün sonra mezarlarındalar
Alman makamları, gizli yapılacak tören hakkında Amerikan makamlarıyla temas etmek üzere Dr. Hermann Brill'i delege olarak göndermişlerdi. Bir sosyalist olan Dr. Brill, gelir gelmez Almanya'nın başına gelen felaketten Hitler kadar Hindenburg'un da sorumlu sayılacağını ve ona gösterilen saygının fazla olduğunu söyledi. Törenin yapılmasına kesinlikle karşıydı. Amerikan makamlarıysa Dr. Brill'in itirazlarını yersiz bularak törenin muhakkak yapılmasını emrettiler.
Tabutların halkın dikkatini çekmeden gömülebilmesi için tespit edilen yerlere tahta perdeler çekildi. Fakat mermer taşlar kaldırıldığı vakit, boş olması gereken yerde kemikler bulundu. Bunun üzerine dinî tören yapıldı ve kime ait olduğu bilinmeyen kemikler başka bir yere nakledildi. Boş kalan bölüme de Büyük Frederick'in babası gömüldü. Asıl dinî tören ertesi gün olacaktı.
Hindenburglara gelince, onları kulenin dibine gömeceklerdi; fakat kararlaştırılan yerde taşları uçurmak için dinamit kullanıldığı takdirde 72 metre yükseklikteki kulenin devrileceği anlaşıldı. Bunun üzerine özel olarak bir mimar davet edildi ve kulenin zeminindeki taşları kaldırıp tabutlar için genişçe bir yer açması rica edildi. Nihayet bu iş de yapıldı.
Alman milliyetçiliğini temsil eden bu zatların cesetlerinin çalınmaması için bütün tedbirler alınmıştı. Tabutlar mühürlendi ve üzerlerine her biri 2 ton ağırlığında taşlar kondu.
Bütün bu işlemler mümkün olduğu kadar gizli yapılmıştı ama asıl törenin gerçekleştiği gün kilisenin etrafında 500 kadar Almanın toplandığı görüldü. Bunlar, uzun zaman bekledikten sonra ebedî istirahat yerlerine kavuşan ve mezarlarında Almanya'nın ideallerini temsil eden büyüklerini son defa selamlamaya gelmişlerdi.
Tabutların tuz madeninde bulunmasının üzerinden 15 ay, 28 gün geçmişti ki, cenazeler kendilerine yakışır bir yere gömülmüşlerdi.
Not: Will Lang Jr.'a ait bu yazı, Resimli Tarih Mecmuası'nın Mart 1953 tarihli sayısında Leylâ Yazıcıoğlu tarafından tercüme edilerek “İkinci Dünya Harbinin garip hâdiseleri” başlığıyla yayınlanmış olup yeniden düzenlenmiştir.
Burada Nazilere ait yüzlerce sancak, 4 adet de tabut vardı. Neyse ki, tabutların üzerine, kırmızı bir kalemle içinde yatanların isimleri yazılmıştı. I. Frederick-Guillaume (Wilhelm), oğlu Büyük Frederick ile Alman İmparatoru Paulus von Hindenburg ve kendisinden önce ölen eşine aitti bu tabutlar. Yani Alman ordusunun kurucularına!
Amerikalı subaylar bu harikulade buluşlarına çok sevindiler. Fakat şimdi karşılarında ciddi bir sorun vardı: Bu tabutları ne yapacaklardı?
Naziler, muhakkak günün birinde tekrar ortaya çıkararak gelecek nesilleri yeniden ayaklanmaya teşvik etmek maksadıyla onların naaşlarını buraya saklamışlardı. Savaş sonunun o yoğun ve kaotik atmosferinde bu 4 tabutu gün yüzüne çıkarmak doğru olmayacaktı. Özellikle de tabutlardan ikisinin içinde krallar yatarken…
Subaylar uzun süre düşünüp taşındıktan sonra meseleyi Washington'a bildirdiler. Hükümet makamları da sözkonusu kimseler 'siyasî şahsiyetlerdir' diye, meselenin hallini Dışişleri Bakanlığı'na havale ettiler.
Aradan 1 yıl geçti. 1946'da General Clay'e Washington'dan bir emir geldi. Tuz madeninin dehlizlerinden birinde bulunan 4 önemli şahsiyetin kemiklerinin, kendilerine layık bir törenle gömülmeleri isteniyordu. Tabutlardan 2'si Amerikan bölgesinde, 2'si de İngiliz bölgesinde, Hanover civarında gömülecekti. Bunun sebebi, Mareşal von Hindenburg'un ölmeden önce Hanover'de gömülmek istediğini söylemiş olmasıydı. Amerikan makamları Mareşal'in bu son arzusunu yerine getirmek istiyorlardı.
Emir gayet açıktı. Fakat bu emri yerine getirmek pek de kolay olmadı. Önce Hohenzollernleri yani I. Wilhelm ve eşini, aynı aileye ait bir malikaneye gömmenin daha münasip olacağı düşünüldü. Ancak bu malikanelerden biri askerî birlikler tarafından işgal edilmişti; diğeri ise Fransız işgal bölgesindeydi. Fransızlar ister kral olsun, ister olmasın, Hohenzollern hanedanına mensup birinin, kendi işgal bölgelerinde gömülmesine asla müsaade edemeyeceklerini bildirdiler.
İngilizlerin ise daha ılımlı davranacakları zannediliyordu; fakat onlardan da aynı mealde ve aynı derecede sert bir cevap geldi. Bunun üzerine Amerikan makamlarının 4 tabutu da kendi bölgelerine gömmeleri mecburiyeti hasıl oldu.
Mezar krizi nasıl çözüldü?
Uzun araştırmalardan sonra nihayet Kronberg Şatosu üzerinde karar kılındı. Burası Almanya'nın en asil ailelerinden birine aitti. Fakat aksi tesadüf ! Tabutların oraya gömülmesinin kararlaştırıldığı gün, şatonun sahiplerinin mücevherleri çalındı.
Tüm gazeteler 3 milyon dolarlık bu hırsızlıktan uzun uzadıya bahsediyorlardı. Şatoya polisler ve gazeteciler dolmuştu. Tabii bu şartlar altında yeni emre uyarak 'tabutları mütevazı bir merasimle' ve 'kimsenin dikkatini çekmeden' gömmek imkânsızdı.
Artık malikanelerden vazgeçilmişti. Tekrar araştırmalara başlandı. Birer birer bütün kiliseler gözden geçirildi. Zira bu kadar önemli şahsiyetler ancak kutsal sayılan yerlere gömülmeliydi. Fakat ne çare, uygun görülen kiliseler bombardıman esnasında harap olmuştu. Nispeten az harap olmuş tek bir kilise vardı. 1235'te yapılmış olan bu eski kiliseye daha önceden de birçok prensler gömülmüştü. Dolayısıyla bu önemli şahsiyetleri buraya gömmekle kendilerine saygısızlık edilmiş olmayacaktı.
Hohenzollernlerin kilisenin içine, Hindenburgların da kilisenin kuzey tarafındaki kulenin altına gömülmesi kararlaştırıldı. Geriye, henüz hayatta olan Hohenzollernlerle Hindenburglardan müsaade almak gibi görünüşte kolay, gerçekteyse güç bir iş kalmıştı.
Hayatta olan Hohenzollernlerin de ölmüş olanlar kadar güçlük çıkaracakları tahmin ediliyordu. Fakat asıl güçlük onlardan gelmedi. Bir defa işgal kuvvetleri, Kronprinz Wilhelm'in, yani Kaiser'in büyük oğlunun, bulunduğu işgal bölgesinden dışarı çıkmasına müsaade etmediler. Dolayısıyla onun müsaadesini almak için ayağına kadar gitmek gerekti. Kronprinz, bütün aile adına bu işe rızasını bildirdi. Böylece güçlüklerden mühim bir kısmı bertaraf edilmiş oluyordu. Şimdi Hindenburg ailesinden izin almak lazımdı. Oğlu General Oskar von Hindenburg'a haber verildi. O da cenaze merasimine dair bazı hususları görüşmek üzere derhal Wiesbaden'e geleceğini bildirdi. Fakat oraya gelir gelmez, kaldığı otelin defterinde imzasının yanına askerî rütbesini kaydettiği için tutuklandı.
Tabutlar hâlâ gömülmeyi bekliyordu. Bu işe memur edilen 3 Amerikan subayı, törenin derhal yapılması için Amerika'dan üst üste emirler alıyorlardı. Nihayet Oskar von Hindenburg serbest bırakıldı ve 3 subay hemen yanına giderek durumu anlatıp müsaadesini aldılar.
Marburg Kilisesi'nde daha önce de birçok prensin gömüldüğünü söylemiştik. Hohenzollernlerin de buraya gömülebilmesi için uyumakta olan diğer sakinleri rahatsız etmeden boş bir yer bulmak lazımdı. 3 Amerikan subayı kiliseye kapanarak günlerce tozlu kayıtları karıştırarak nihayet boş bir yer buldular. Artık işin sonuna yaklaştıkları için seviniyorlardı; fakat engel, bu sefer de ummadıkları bir yerden çıktı.
15 ay, 28 gün sonra mezarlarındalar
Alman makamları, gizli yapılacak tören hakkında Amerikan makamlarıyla temas etmek üzere Dr. Hermann Brill'i delege olarak göndermişlerdi. Bir sosyalist olan Dr. Brill, gelir gelmez Almanya'nın başına gelen felaketten Hitler kadar Hindenburg'un da sorumlu sayılacağını ve ona gösterilen saygının fazla olduğunu söyledi. Törenin yapılmasına kesinlikle karşıydı. Amerikan makamlarıysa Dr. Brill'in itirazlarını yersiz bularak törenin muhakkak yapılmasını emrettiler.
Tabutların halkın dikkatini çekmeden gömülebilmesi için tespit edilen yerlere tahta perdeler çekildi. Fakat mermer taşlar kaldırıldığı vakit, boş olması gereken yerde kemikler bulundu. Bunun üzerine dinî tören yapıldı ve kime ait olduğu bilinmeyen kemikler başka bir yere nakledildi. Boş kalan bölüme de Büyük Frederick'in babası gömüldü. Asıl dinî tören ertesi gün olacaktı.
Hindenburglara gelince, onları kulenin dibine gömeceklerdi; fakat kararlaştırılan yerde taşları uçurmak için dinamit kullanıldığı takdirde 72 metre yükseklikteki kulenin devrileceği anlaşıldı. Bunun üzerine özel olarak bir mimar davet edildi ve kulenin zeminindeki taşları kaldırıp tabutlar için genişçe bir yer açması rica edildi. Nihayet bu iş de yapıldı.
Alman milliyetçiliğini temsil eden bu zatların cesetlerinin çalınmaması için bütün tedbirler alınmıştı. Tabutlar mühürlendi ve üzerlerine her biri 2 ton ağırlığında taşlar kondu.
Bütün bu işlemler mümkün olduğu kadar gizli yapılmıştı ama asıl törenin gerçekleştiği gün kilisenin etrafında 500 kadar Almanın toplandığı görüldü. Bunlar, uzun zaman bekledikten sonra ebedî istirahat yerlerine kavuşan ve mezarlarında Almanya'nın ideallerini temsil eden büyüklerini son defa selamlamaya gelmişlerdi.
Tabutların tuz madeninde bulunmasının üzerinden 15 ay, 28 gün geçmişti ki, cenazeler kendilerine yakışır bir yere gömülmüşlerdi.
Not: Will Lang Jr.'a ait bu yazı, Resimli Tarih Mecmuası'nın Mart 1953 tarihli sayısında Leylâ Yazıcıoğlu tarafından tercüme edilerek “İkinci Dünya Harbinin garip hâdiseleri” başlığıyla yayınlanmış olup yeniden düzenlenmiştir.