Hicret İslam’ın üniversitesidir
PROF. DR. İHSAN SÜREYYA SIRMA
Hicret bütün canlıların yaşamak için yaptıkları göçtür. İlkbahardan sonbahara zaman birbirine devhayvanların göç ettiklerini, keza bitkilerin mevsimlere göre nasıl yeşerip kurumaları birer göç/hicrettir.
Tarih olarak ise hicret Hz. Peygamber'in (s.a.s.) Milâdî 622 yılında Mekke'den Medine'ye yapmış olduğu göçe denir.
Mekkeli müşrikler gittikçe büyüyen Müslümanlığı engellemeye çalışmışlar, engelleyemeyince Hz. Muhammed'i öldürme ve Müslümanlara işkence yapma kararı almışlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) ashabına, Yesrib'e hicret etmelerini emretti. Mekke'de işkence altında olan Müslümanlar için yeni bir umut ışığı belirmişti. Bu sırada suikastçılar Hz. Peygamber'in (s.a.s.) evini sararak, onu öldürmek için uyumasını beklemeye başladılar. Resulullah Efendimiz (s.a.s), evinde bulunan Hz. Ali'ye:
- Bu gece şu yeşil hırkamı örtünerek benim yatağımda yat! Sana söylediğim emanetleri yerine getirdikten sonra sen de Yesrib'e hicret et!, dedikten sonra eline bir avuç toprak alarak evinden çıktı. Allah suikastçının basiretini, yani görme duyularını alarak Resulünü korudu.
Müslümanlar, müşriklerin saldırılarından korunmak için Hz. Muhammed'in emriyle ikişer üçerli gruplarla Medine'ye doğru yola çıkmışlardı. Hz. Peygamber de Hz. Ebubekir'le birlikte yola koyulmuştu. Resûlullah (s.a.s)'in hicret ettiğini öğrenen Mekke Devleti, her tarafa asker ve polisini seferber etmiş, onları bulup getirene 100 deve ödül vadetmişti. Resûlullah (s.a.s), Hz. Ebû Bekir'in evinde bir müddet oturduktan sonra beraberce Mekke'nin güneybatısında bulunan Sevr Dağı'ndaki mağaraya hareket ettiler.
Bu sırada Mekkeliler, Peygamber'in hicret ettiğini öğrenmiş ve onu aramaya koyulmuşlardı. Hatta mahir bir iz sürücüsü, hükümet askerlerini Sevr mağarasına kadar getirmişti. Ancak bu sırada bir mucize olmuş, bir örümcek mağaranın ağzına ağını örmüştü. Askerler mağaranın yanına gelince Hz Ebû Bekir endişelenmeye başladı. Allah'ın Resûlü arkadaşını teselli ediyordu: “Tasalanma, Allah bizimle beraberdir!"
Mağarada 3 gün kalıp Yesrib'in yolunu tuttular. 15 gün sonra, Rebi'ul-Evvel ayının 12'sinde Yesrib'e vardılar. Hz. Peygamber'den (s.a.s.) önce hicret etmiş olan müslümanlar, onu Yesrib banliyösündeki Kuba'da bekliyordu. Resûlullah (s.a.s.) tekbir ve ilâhilerle karşılandı. Bayram yerine döndü Yesrib. Ve o günden sonra Yesrib, Medine oldu...
Hz. Peygamber (s.a.s.), Kuba'ya varır varmaz, Kuba Mescidini inşa ettirdi. Burada birkaç gün dinlendikten sonra Allah'ın Resûlü (s.a.s) yanındaki ashabıyla beraber Medine'ye hareket etti.
Medine'ye girince müslümanlar misafir etme şerefine nail olmak istediği için onu evlerine davet ediyorlardı. O ise “Devem nerede duracağı hakkında gerekli emri almıştır, o nerede durursa orada kalacağım" buyurdu. Nihayet deve boş bir arsaya çöktü. Burası, hâlen Eyyüb Sultan olarak bildiğimiz sahabenin evine yakın olduğu için onun evine misafir oldu ve evi yapılıncaya kadar orada kaldı. Böylece tarihî bir vakıa olarak hicret sona ermiş oldu.
Peki insanlar neden göç eder?
Bu soruyu 4 maddede mütalâa edebiliriz:
1. Tıpkı bitki ve hayvanlarda olduğu gibi yaşamak için yapılan göçler. İnsanları bu göçe zorlayan âmil, iklim şartlarına bağlı olan kuraklık, kıtlık veya zelzele, tayfun gibi tabii âfetlerdir.
2. Mevcut standartları az bularak daha lüks hayat standartlarına kavuşmak için yapılan göçler. Bunun en bariz misali, ekonomik yönden geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerden sanayileşmiş Batı ülkelerine olan işçi akınıdır.
3. Zulüm rejimlerinden kurtulmak için göçler.
4. Bir davanın gerçekleşmesi için yapılan göçler ki buna Peygamberlerin ve özellikle Hz. Muhammed (s.a.s) ve ashabının göçünü, yani hicreti örnek olarak gösterebiliriz.
Neden hicret?
Allah'ın görevlendirmiş olduğu son elçisi Hz. Muhammed'e (s.a.s.) tâbi olan Müslümanlar bir umdeye inanmışlardı.
Peki bir umdeye inanmak ne demektir?
Mevcut çevre ve şartların aksine yepyeni bir inanç için verilen kutsal mücadele... Allah'ın hoşnut olmadığı düzene karşı Allah'ın buyruklarının hâkim olduğu bir düzen arzulama... Putperestliğe, insanperestliğe karşı adalet ve insan haklarının tahakkukunu müjdeleyecek olan tevhid mücadelesi... Allah'ın buyruklarına ters düşen bütün inanç ve ideolojileri inkâr... İlâhî buyruklara karşı olan her şeyi inkârdan sonra Allah'ı tasdik... İnsanın insana secde etmemesi mefkûresi...
İşte Müslüman insan, Mekke'de tatbik sahasına koyamadığı davasını, bir yerlere hicret edip tatbik etmek istiyordu. Bunun içindir ki, Müslüman insan, lideri Hz. Muhammed'in (s.a.s) gösterdiği yolda Mekke putperestliğini, insanperestliğini yıkıp yerine İslâm tevhid inancını yerleştirmek için hicret ediyordu. Fedakârlık göstermeliydi.
Peki hicret edilmezse ne olurdu?
İki ihtimal vardı: Ya mevcut şartlara teslim olunacak ki bu, inançların kurban edilmesi demekti, ya da inzivaya çekilinecekti ki, bu da zillet olur ve davaya ters düşerdi.
Her iki halde de davanın ölmesi kaçınılmazdır. Akıl, davaya sahip çıkmayan bu kafalara girdiğine utanır, irade kısırlaşır. Ve bu hallerde inanç, menfaate feda edilmiş olur.
Bir davanın lider veya ideologları, davaları uğruna işlerinden, hatta hayatlarından vazgeçmemişlerse/vazgeçememişlerse ya davalarıyla beraber çürüyüp gitmişler veya sonunda inançlarına ters düşen ideoloji ve rejimlere teslim olmuşlardır.
İşte Hz. Muhammed (s.a.s.) ve ona inananlar, küfür düzeninde azınlık durumunda yaşayıp ezilmemek veya asimile edilmemek için hicret ettiler. Bu hicret bir avdet için, bu çekilme bir fetih içindi. Bu hicret kaçma değil, mücadeleydi, feda olmayı öğrenme tatbikatıydı.
Özetle Hicret, İslâmî hayat eğitiminin üniversitesiydi. Bu üniversiteye, iman medresesini bitirenler giriyordu. Giriyorlardı ki, bu üniversiteyi bitirip cihad ihtisasına başlayabilsinler.
Mekkeli müşrikler gittikçe büyüyen Müslümanlığı engellemeye çalışmışlar, engelleyemeyince Hz. Muhammed'i öldürme ve Müslümanlara işkence yapma kararı almışlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) ashabına, Yesrib'e hicret etmelerini emretti. Mekke'de işkence altında olan Müslümanlar için yeni bir umut ışığı belirmişti. Bu sırada suikastçılar Hz. Peygamber'in (s.a.s.) evini sararak, onu öldürmek için uyumasını beklemeye başladılar. Resulullah Efendimiz (s.a.s), evinde bulunan Hz. Ali'ye:
- Bu gece şu yeşil hırkamı örtünerek benim yatağımda yat! Sana söylediğim emanetleri yerine getirdikten sonra sen de Yesrib'e hicret et!, dedikten sonra eline bir avuç toprak alarak evinden çıktı. Allah suikastçının basiretini, yani görme duyularını alarak Resulünü korudu.
Müslümanlar, müşriklerin saldırılarından korunmak için Hz. Muhammed'in emriyle ikişer üçerli gruplarla Medine'ye doğru yola çıkmışlardı. Hz. Peygamber de Hz. Ebubekir'le birlikte yola koyulmuştu. Resûlullah (s.a.s)'in hicret ettiğini öğrenen Mekke Devleti, her tarafa asker ve polisini seferber etmiş, onları bulup getirene 100 deve ödül vadetmişti. Resûlullah (s.a.s), Hz. Ebû Bekir'in evinde bir müddet oturduktan sonra beraberce Mekke'nin güneybatısında bulunan Sevr Dağı'ndaki mağaraya hareket ettiler.
Bu sırada Mekkeliler, Peygamber'in hicret ettiğini öğrenmiş ve onu aramaya koyulmuşlardı. Hatta mahir bir iz sürücüsü, hükümet askerlerini Sevr mağarasına kadar getirmişti. Ancak bu sırada bir mucize olmuş, bir örümcek mağaranın ağzına ağını örmüştü. Askerler mağaranın yanına gelince Hz Ebû Bekir endişelenmeye başladı. Allah'ın Resûlü arkadaşını teselli ediyordu: “Tasalanma, Allah bizimle beraberdir!"
Mağarada 3 gün kalıp Yesrib'in yolunu tuttular. 15 gün sonra, Rebi'ul-Evvel ayının 12'sinde Yesrib'e vardılar. Hz. Peygamber'den (s.a.s.) önce hicret etmiş olan müslümanlar, onu Yesrib banliyösündeki Kuba'da bekliyordu. Resûlullah (s.a.s.) tekbir ve ilâhilerle karşılandı. Bayram yerine döndü Yesrib. Ve o günden sonra Yesrib, Medine oldu...
Hz. Peygamber (s.a.s.), Kuba'ya varır varmaz, Kuba Mescidini inşa ettirdi. Burada birkaç gün dinlendikten sonra Allah'ın Resûlü (s.a.s) yanındaki ashabıyla beraber Medine'ye hareket etti.
Medine'ye girince müslümanlar misafir etme şerefine nail olmak istediği için onu evlerine davet ediyorlardı. O ise “Devem nerede duracağı hakkında gerekli emri almıştır, o nerede durursa orada kalacağım" buyurdu. Nihayet deve boş bir arsaya çöktü. Burası, hâlen Eyyüb Sultan olarak bildiğimiz sahabenin evine yakın olduğu için onun evine misafir oldu ve evi yapılıncaya kadar orada kaldı. Böylece tarihî bir vakıa olarak hicret sona ermiş oldu.
Peki insanlar neden göç eder?
Bu soruyu 4 maddede mütalâa edebiliriz:
1. Tıpkı bitki ve hayvanlarda olduğu gibi yaşamak için yapılan göçler. İnsanları bu göçe zorlayan âmil, iklim şartlarına bağlı olan kuraklık, kıtlık veya zelzele, tayfun gibi tabii âfetlerdir.
2. Mevcut standartları az bularak daha lüks hayat standartlarına kavuşmak için yapılan göçler. Bunun en bariz misali, ekonomik yönden geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerden sanayileşmiş Batı ülkelerine olan işçi akınıdır.
3. Zulüm rejimlerinden kurtulmak için göçler.
4. Bir davanın gerçekleşmesi için yapılan göçler ki buna Peygamberlerin ve özellikle Hz. Muhammed (s.a.s) ve ashabının göçünü, yani hicreti örnek olarak gösterebiliriz.
Neden hicret?
Allah'ın görevlendirmiş olduğu son elçisi Hz. Muhammed'e (s.a.s.) tâbi olan Müslümanlar bir umdeye inanmışlardı.
Peki bir umdeye inanmak ne demektir?
Mevcut çevre ve şartların aksine yepyeni bir inanç için verilen kutsal mücadele... Allah'ın hoşnut olmadığı düzene karşı Allah'ın buyruklarının hâkim olduğu bir düzen arzulama... Putperestliğe, insanperestliğe karşı adalet ve insan haklarının tahakkukunu müjdeleyecek olan tevhid mücadelesi... Allah'ın buyruklarına ters düşen bütün inanç ve ideolojileri inkâr... İlâhî buyruklara karşı olan her şeyi inkârdan sonra Allah'ı tasdik... İnsanın insana secde etmemesi mefkûresi...
İşte Müslüman insan, Mekke'de tatbik sahasına koyamadığı davasını, bir yerlere hicret edip tatbik etmek istiyordu. Bunun içindir ki, Müslüman insan, lideri Hz. Muhammed'in (s.a.s) gösterdiği yolda Mekke putperestliğini, insanperestliğini yıkıp yerine İslâm tevhid inancını yerleştirmek için hicret ediyordu. Fedakârlık göstermeliydi.
Peki hicret edilmezse ne olurdu?
İki ihtimal vardı: Ya mevcut şartlara teslim olunacak ki bu, inançların kurban edilmesi demekti, ya da inzivaya çekilinecekti ki, bu da zillet olur ve davaya ters düşerdi.
Her iki halde de davanın ölmesi kaçınılmazdır. Akıl, davaya sahip çıkmayan bu kafalara girdiğine utanır, irade kısırlaşır. Ve bu hallerde inanç, menfaate feda edilmiş olur.
Bir davanın lider veya ideologları, davaları uğruna işlerinden, hatta hayatlarından vazgeçmemişlerse/vazgeçememişlerse ya davalarıyla beraber çürüyüp gitmişler veya sonunda inançlarına ters düşen ideoloji ve rejimlere teslim olmuşlardır.
İşte Hz. Muhammed (s.a.s.) ve ona inananlar, küfür düzeninde azınlık durumunda yaşayıp ezilmemek veya asimile edilmemek için hicret ettiler. Bu hicret bir avdet için, bu çekilme bir fetih içindi. Bu hicret kaçma değil, mücadeleydi, feda olmayı öğrenme tatbikatıydı.
Özetle Hicret, İslâmî hayat eğitiminin üniversitesiydi. Bu üniversiteye, iman medresesini bitirenler giriyordu. Giriyorlardı ki, bu üniversiteyi bitirip cihad ihtisasına başlayabilsinler.