Hatay Türkiye'ye 100 yıllığına mı verildi?
Mehmet Tekin
Bugünkü Hatay, Osmanlı döneminde, arazisi bir devlet büyüklüğünde olan Halep vilayetine (Türkmen Halep) bağlıydı. Suriye ise Araplarca ‘Şam’ olarak adlandırılmıştır.
Antakya ve Beylan kazaları ile 19. yüzyıl sonlarında kaza olan İskenderun ve zamana göre durumları değişen Payas ve Erzin’den oluşan Hatay, 1. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar Halep’e bağlı olup Şam ve Suriye ile bir ilgisi yoktu. Bölgeyi paylaşmayı kafasına koyan Batılılar, Arap coğrafyası olarak değerlendirdikleri Şam ile Halep’i Osmanlı’dan kopardılar. Suriye diye yeni bir ülke oluşturarak geleceğe yönelik bütün hesapları bunun üzerine kurdular.
Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, Mondros Mütarekesi’nden 23 gün önce, Sykes-Picot Antlaşması’na göre Suriye’nin Fransa’ya verileceğini anlayınca, İngilizlerin desteğiyle, Fransız nüfuz bölgesi olan Şam’da 7 Ekim 1918’de Şerif Hüseyin adına bağımsız ve meşrutî bir Arap hükümeti kurduğunu ilan etti. Kendini kral ilan ettirerek güvenilir adamları vasıtasıyla Halep, Beyrut, Antakya, Lazkiye gibi şehirlerde kendine bağlı hükümetler kurulmasını sağladı.
Mart 1920’de Suriye, Lübnan ve Filistin’i de içine alan Suriye Devleti’nin kurulduğunu ilan ettiler. Ama bu onun sonunu hazırladı ve Fransızlar 23 Temmuz 1920’de Halep’i, 2 gün sonra da Şam’ı işgal ederek Faysal yönetimine ve Suriye Krallığı’na son verdiler ve Suriye’ye fiilen hükmetmeye başladılar. Bu tarihlerde bölge hâlâ resmen Osmanlı toprağıydı ve gerek Faysal’ın girişimi, gerekse Fransızların hareketi birer işgalden ibaretti.
Suriye’nin gözü neden Hatay’da?
Türkiye’nin Misâk-ı Milli sınırları Halep’in kuzeyinden geçen bir hat olarak belirlenmişti. Kuvâ-yı Milliye çeteleri mücadelede bunu esas almışlardı. Ama Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara İtilafnamesi ile o günkü çaresizlik ortamı ve sağlanacak yararlar dikkate alınarak, Misâk-ı Milli sınırının kuzeyinden geçen ve Suriye ile Türkiye’yi ayıran bir sınır çizildi.
Bu sınırla Türklerle meskûn olan Antakya, İskenderun ve çevresi -hem bir gün mutlaka geri alınacağı uyarısıyla, hem de Türklere bazı kültürel haklar sağlanarak- sınırın güneyinde bırakıldı ve bölgede Faysal’ın kurduğu Suriye’nin temelleri üzerinde işgalcilerin yönettiği bir Suriye Devleti kuruldu. Türkiye-Suriye arasında çizilen sınır İskenderun Körfezi’nde Payas’tan başlıyor, doğuya doğru, Kilis’i Türkiye’de bırakacak şekilde devam ediyordu. Türkmenlerle meskûn olan Bayır-Bucak bölgesi de Suriye içinde, İskenderun Sancağı sınırları dışında kalmıştı.
Suriye bu anlaşmada taraf ve muhatap kabul edilmemişti. Ama sınır çizildikten sonra Antakya, İskenderun ve çevresinin (Hatay) Arap toprağı olduğu fikrini çabucak benimsediler. Burada kalan Türkleri ve Türk kültürünü silmek için ellerinden geleni yaptılar. İşgal altında yaşamalarına rağmen aynı durumdaki İskenderun Sancağı’nda yaşayan Türkleri ezmeye çalıştılar. Buna rağmen Sancak Türkleri Türkiye’den vazgeçmeyip mücadelelerini sürdürdüler.
Hatay’a hiçbir zaman sahip olmayan Suriye, feryat etmeye başladı. Fransa protesto edildi. Sanki kendileri kurtulmuş gibi, İskenderun Sancağı’nı kurtarma cemiyetleri kurdular. Bağımsızlık istekleri ve mücadeleleri yüzünden 1945 yılında Fransızlar duruma hakim olamayınca Şam’ı bombaladılar. Çok can kaybı oldu, şehirde büyük hasar meydana geldi. Fransızlar parlamentoyu işgal edip sıkıyönetim ilan ettiler.
Nihayet 1946’da Suriye bağımsızlığına kavuştu. Ama bu defa da uluslararası alanda Türkiye’yi rahatsız etmeye, “Suriye’den zorla gasp edilen İskenderun Arap bölgesinin kendilerine verilmesi” gibi taleplerde bulunmaya başladılar. Hüsnü Zaim dönemi dışında devletin temel politikası Türk düşmanlığına ve sancak taleplerine dayandırıldı. Çocuklar, düşmanlık duygularıyla yetiştirildi.
Fransa’yı işgalci sayan, 26 yıllık bir mücadele sonunda kurtulan Suriye’nin, 1921’de çizdiği birinci sınırı kabul edip 1939’da düzelttiği ve Milletler Cemiyeti’nin de onayladığı ikinci sınırı reddetmesi çifte standart uygulamasıdır, ciddiyetsizliktir. Diğer yandan, zaten Suriye’nin 1946 yılına kadar bu konularda hiçbir söz hakkı yoktur. O halde bu konu niçin sürekli gündeme getiriliyor?
Bunun sebebi, Suriyeli politikacıların bu konuyu politik sömürü aracı olarak kullanmalarıdır. Nitekim daha sonra Baas Sosyalist Partisi tüzüğünde Arap anavatanının sınırları Toros Dağlarından başlatılıp Basra Körfezi, Habeşistan Dağları, Sahra, Atlantik Okyanusu ve Akdeniz bölgesini içine alacak şekilde çizilerek, bölge doğal bir hedef haline getirilmiş, ne kendileri huzur bulmuş, ne de komşularına rahat vermişlerdir.
Devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan yöntemlere başvurmak suretiyle sınırı kabul etmediklerini belli etmek için haritalarında Hatay’ı Suriye sınırları içinde göstermişlerdir.
100 yıllığına mı?
Hatay’ın Türkiye’ye katılma sürecinde hiçbir zaman bir plebisit yapılmamıştır. Demokratik seçimler yapılmış, meclis ve hükümet kurulmuş, sonunda Hatay Millet Meclisi özgür iradesini kullanarak Türkiye’ye iltihak kararı vermiştir. Hatay’ın Fransa ve Milletler Cemiyeti ile son bağlarını da çözen 23 Haziran 1939 anlaşmasında gizli hiçbir madde yoktur. Yine bu anlaşmada geleceğe yönelik ve Türkiye’yi bağlayan bir hüküm de yoktur. Kimsenin kimseye şart ileri süreceği bir durum söz konusu değildir. Milletler Cemiyeti’nin kurduğu Hatay Devleti, kendi iradesiyle Türkiye’ye katılmıştır. O halde, gelecekte neden ve kimin için bir oylama yapılsın?
Bu söylentiyi çıkaranlar, herhalde İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemin devlet adamı ve diplomatlar kadrosunu gaflet ve hıyanetle suçladıklarının farkında değiller! O kadro içinde, devletin bağımsızlık ve hükümranlığına halel getiren bir hükmü kabul edecek, devletin geleceğini ipotek altına almayı düşünecek tek bir kişi yoktur. Bu tür söylentiler ancak halkın huzurunu kaçırmaya, yarınlarından şüphe etmesine yarar. Bu durumun da kime hizmet edeceği açıktır.
Neden Fransızlara bırakıldı?
Reyhaniye ve Amik mücahitlerinden Karamürselzâde Tayfur Bey 29 ve 31 Mayıs 1920 tarihlerinde Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çekerek Antakya, İskenderun ve çevresinin Misâk-ı Milliye dahil olup olmadığını sormuş, Mustafa Kemal Paşa verdiği cevapta “Misâk-ı Milliye dahilsiniz, azamî fedakârlığınızı isterim” demişti.
Antakya, İskenderun ve çevresindeki Türkler, Lozan’da anavatana kavuşmak için çok çırpındılar. Heyetler gitti, çok sayıda beyannameler, dilekçeler gönderildi. Mustafa Kemal Paşa Mart 1923’te Adana’ya geldiğinde düzenlenen muhteşem karşılama töreninde ön safta yer aldılar ve “Bizi kurtar” dediler. Gazi Paşa onların kurtulmasını en az onlar kadar istiyordu. Gerekli notlarını aldı, kurtuluş vaat etti. Lozan’a giden heyete verilen talimatta Antakya, İskenderun ve çevresinin kurtarılması için çaba harcanması da vardı.
O dönemde gücümüz pazarlık yapmaya yetmedi. Bütün talep ve girişimler sonuçsuz kaldı. Ankara İtilafnamesi’nin uluslararası bir konferansta ele alınmasının uygun olmadığı ileri sürülerek önü kesildi. Böylece Lozan Antlaşması’nın 3. maddesi ile Ankara İtilafnamesi’nde tayin edilmiş olan sınır kabul edildi. Böylece henüz Fransa’nın onaylamamış olduğu Ankara İtilafnamesi de onaylanmış oldu.
Kısaca söylemek gerekirse, Lozan’da İskenderun Sancağı kurtulamamış, ancak mevcut durumun onayı sağlanabilmişti. Yani Avrupalılar, Türk devletine ölümü gösterip sıtmaya razı etmişlerdi.
Sancak’tan 63. vilayete
Fransız mandası altındaki Suriye 3 yıl süren çabalardan sonra Eylül 1936’da Fransa ile bir bağımsızlık anlaşması imzalayabilmişti. Buna göre İskenderun Sancağı Suriye’nin bir vilayeti oluyor, Türkiye’nin takip ve müdahale hakkı kalmıyordu. Türkiye duruma müdahale etti. Atatürk, 1 Kasım 1937 günü meclisi açış konuşmasında o günlerin en önemli meselesinin İskenderun, Antakya ve çevresinin mukadderatı olduğunu söyledi. Bölgeye Hatay adını verdi ve mücadelenin örgütlenmesini sağladı.
Fransa ile sürdürülen müzakereler sonucunda konunun Milletler Cemiyeti’ne götürülmesi hususunda mutabakat sağlandı. Milletler Cemiyeti Sancak’a bir heyet gönderip nüfus yapısını ve politik durumunu inceletti. Cemiyet Konseyi’ne sunulan raporun 27 Ocak 1937’de kabul edilmesiyle burada Suriye’den ‘ayrı bir varlık’ olan bir devlet kurulması kabul edildi. Sancak’ın statüsü belirlendi ve anayasası hazırlandı. Bunlara dayalı yeni rejim 29 Kasım 1937’de yürürlüğe girdi.
1938 yılında seçim süreci başladı. Seçimler olaylı geçtiği için Türkiye ile Fransa, asayiş ve seçim güvenliğini sağlamak amacıyla Sancak’a 2.500’er kişilik askerî birlik gönderme konusunda anlaştı. Türk askeri 5 Temmuz 1938 günü Hatay’a girdi. Olaylar durdu, seçimler tamamlandı, 40 milletvekili seçildi.
Hatay Millet Meclisi, 2 Eylül 1938 günü Antakya’da Gündüz Sineması’nda toplandı. Meclis Reisi olarak Abdulgani Türkmen, Devlet Reisi olarak da Tayfur Sökmen seçildi. Anayasa kabul edildi. Devletin adı Hatay oldu. Merkezi Antakya idi. Başbakan dahil 5 üyeden oluşan hükümet kuruldu. Meclis tatile girdi. 1 Kasım’da bu defa çalışmalarını Hükümet Konağı’nda sürdürdü. Şubat 1939’da Türkiye Cumhuriyeti kanunları Hatay Devleti kanunları olarak kabul edildi. Daha sonra Türk lirası Hatay’ın da parası oldu.
Bu arada Avrupa’da savaş tehlikesi seziliyordu. Türk hükümeti Hatay’ın Türkiye’ye katılabilmesi konusunu Fransa ile görüşmeye başladı. Nihayet bölgede güçlü bir müttefik kazanma peşinde olan Fransa, anlaşmaya razı oldu ve 23 Haziran 1939’de Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının önünü açacak anlaşma imzalandı. Hatay Millet Meclisi 29 Haziran 1939’da yaptığı son toplantıda Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul ederek kendi varlığına son verdi. Hatay Vilayeti Kanunu çıktı. 23 Temmuz 1939 günü düzenlenen törenle son Fransız birlikleri de Hatay’ı terk ettiler. Böylece Hatay, Türkiye’nin 63. vilayeti oldu.