Harflere şiir söyleten hattat

HABER MASASI
Abone Ol

Kadıasker Mustafa İzzet Efendi için “Hattatlar arasında onun seviyesinde musıkîşinas, musıkîşinaslar içinde de onun derecesinde hattat gelmemiştir” denilmesi, mübalağa değil, bir hakkın teslîmi olur. Musatafa İzzet Efendi'nin hattat yönünü Prof. Dr. Uğur Derman Derin Tarih için kaleme aldı.

Hat ve mûsıkî gibi biri göze, diğeri kulağa hitap yoluyla ruhu besleyen iki ulvî sanatın aynı şahısda toplandığına tarihimiz boyunca sıkça rastlanır. Ne var ki, ekseriya bunlardan birisi daha ağır basarak diğerinin önüne geçer. Hâfız Post (ö.1694), Mustafa Itrî (ö.1712), Tab'î Mustafa (ö.1765) efendiler misillû, mûsıkîmizdeki büyük isimlerin hüsn-i hat meşketmiş olduklarına dâir hattat tezkirelerinde mâlumata rastlanmakla beraber, kendilerine 'hattat' dedirtecek eserlerine tesadüf olunmamakta, sadece 'güfte mecmuası' tarzındaki yazma kitapları görülmektedir. Mükemmel bir celî ta'lîk levhası bulunan Şâkir Ağa (ö.1840) ise bunlar arasında istisna teşkil eder. Ancak makalemize konu olan Kadıasker Mustafa İzzet Efendi için “Hattatlar arasında onun seviyesinde musıkîşinas, musıkîşinaslar içinde de onun derecesinde hattat gelmemiştir" denilmesi, mübalağa değil, bir hakkın teslîmi olur. Gerçi Neyzen Emin Yazıcı (1883-1945) merhum da her iki sanattaki mevkıi itibariyle geride kalmaz amma, yaşadığı devir iktizası onun kadar velûd olamamış, ömrü de daha kısa sürmüştür.

Mustafa İzzet Efendi 1216/ 1801 yılında Kastamonu'nun Tosya kasabasında dünyaya geldi. Babası Bostanoğulları âilesinden Seyyid Mustafa Ağa'dır. Kâdirî tarikatinde Pîr-i Sânî sayılan İsmail Rûmî'nin (ö. 1631) torunlarından olan annesi, henüz çocuk yaşında yetim kalan oğlunun istidâdını sezerek, tahsîl için onu İstanbul'a göndermeye muvaffak oldu. Fatih'deki Başkurşunlu Medresesi'ne kabul edilen küçük Mustafa, burada Arabça ve dînî ilimler tahsîline başladı. Kendisinden dînî mûsıkî öğrendiği Kömürcüzâde Hâfız Mehmed Efendi (ö.1835?) tarafından 1229 yılı Şaban ayının ilk cuma günü (22 Temmuz 1814), selamlık merâsimi için Bahçekapı'daki Hidâyet Camii'ne gelen Sultan II. Mahmud'a (saltanatı: 1808-1839) takdim olundu. Mustafa, önceden meşk ettiği bir na't-i şerîfi namaz öncesi Sultan II. Mahmud'a okuyunca, padişah, henüz 13 yaşındaki bu çocuğun pek latîf olan sesini ve tavrını beğenerek namazdan sonra yanına çağırtıp takdîrlerini bildirdi; terbiyesine îtinâ gösterilmesini ısrarla yanındakilerden istedi. Ancak hem mevzûat, hem de yaşının ufak oluşu, Mustafa'nın doğrudan doğruya Enderûn-ı Hümâyûn'a kabûlüne müsâid değildi. Bu sebeble, onun, Silâhdar Ahmed Paşazâde Ali Paşa'nın dâiresinde yetiştirilmesine karar verildi. Burada gördüğü sıkı bir tahsîl ve terbiye esnasında hüsn-i hat ve mûsıkî de meşketti.

Üç yıl sonunda, Ali Paşa'nın dâiresinden Galata Sarayı'na nakledilen genç Mustafa, bu sıralarda sülüs-nesih-rıka' yazılarından icâzetini Çömez Mustafa Vâsıf Efendi'den (ö. 1852) almış ve ona mahlas olarak da İzzetî verilmişti. Sonradan nisbet edâtını atıp bunu İzzet'e çevirdiği anlaşılıyor. Kendisi, 1235/1820 yılında Enderûn-ı Hümâyûn'a kabul edildiği zaman ondokuz yaşında, dînî ve idârî sâhalardaki birikimlerinin yanısıra, dâvudî sesiyle mükemmel icrâkâr, neyzen ve hattat olarak yetişmiş bir gençti. Sermüezzinlik vazîfesinin dışında, sesi ve neyi ile huzur fasıllarına iştirâk ediyordu. Bu arada, ta'lîk hattını Enderûn'da Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi'den (ö.1849) meşk etmeye başladı ve bu yazı nev'inden de icâzet aldı.

Kadıasker Mustafa İzzet Efendi'nin sülüs nesih hattıyla bir hilyesi(solda). - “Bu da geçer yâ hû

Saraydan uzak, gönüllere yakın
Mustafa İzzet Efendi, Sultan II. Mahmud'un takdîr ve alâkasını hakkıyla kazanmıştı. Ne var ki, Saray teşrifâtı onun kayıd altına girmekden hoşlanmayan sanatkâr rûhunu gitgide bunaltmaktaydı. Sûfiyâne bir ömür sürmeyi arzuladığından -asker zâbitliği vazifesiyle- Saray'dan ayrılmak istedi. Lâkin kendisine olan teveccühünü bildikleri için, hiç kimse bunu Hünkâr'a arzetmek cesâretini gösteremedi. Mustafa İzzet Efendi de Hacc'a gitmek üzere izin taleb etti. Sultan II. Mahmud istemeyerek buna râzı oldu ve ona 100 kuruş da aylık bağladı. 1246/1831 yılında, hocası Kömürcüzâde ile beraber Hac mevsiminde yola çıktılar; bu farîzasını edâ ettikten sonra, Abdullah Dihlevî'nin halifelerinden Şeyh Mehmed Can Efendi'nin irşâdından istifâde için bir müddet daha Mekke'de oturdu; dönüşte de yedi ay kadar Mısır'da kaldı. İstanbul'a gelince, Mahmud Paşa Hamamı civârında bir ev satın alarak, Saray çevresinden uzakta, pâdişâha görünmeden özlediği hayâtı yaşamaya başladı.

1247 hicrî yılı Ramazan'ının (Şubat 1832) bir günü, ikindi vaktinden önce, Bayezid Camii'nin müezzin mahfilinde kendi hatmini sürdürmekde olan Mustafa İzzet Efendi'yi evvelden beri tanıyan birkaç kişi, ondan namazda kamet almasını ricâ ettiler. Başında Nakşî tâcı ve sırtında Dihlevî hırkası olduğu halde oturan İzzet Efendi: “Pâdişâhımız ekseriyâ bu câmiye geliyor. Benim sesimi işitmesi iyi olmaz" dedi. Hünkâr'ın o gün İstanbul tarafına inmediğini söylediler. Bunun üzerine İzzet Efendi o unutulmayacak güzellikdeki sadâ ve edâsıyle kamet almağa başladı. İşte o sırada Sultan II. Mahmud câmiden içeri girdi ve bu sesin İzzet Efendi'ye âit olduğunu anladı; hizmetini terk edip de bu kıyâfetle ortada dolaşmasına çok sinirlenip en ağır şekilde cezalandırılmasını istedi. Yanında bulunan Hüsrev Paşa (ö.1855) ve musâhib Sid Efendi (ö. 1837) Sultan II. Mahmud'u kısa zamanda yatıştırdılar. Ertesi gece ve günlerde Kömürcüzâde'nin de araya girmesiyle Mustafa İzzet Efendi, Ramazan bayramından sonra Saray'daki huzur fasıllarına ney üfleyerek yeniden dâhil oldu. Bu hâl Sultan II. Mahmud'un vefatına kadar yedi yıl sürdü. Gönlünün istediği şekilde Saray kadrosuna artık dâhil edilmeyen ve hüsn-i hat faaliyetine daha çok zaman ayırabilen Mustafa İzzet Efendi'nin, o yıllarda yazdığı eserlerindeki imzasında pâdişâh müezzinlerinden olduğunu belirtmesi, ezân okumayı ancak Saray'a çağrıldığı zamanlarda sürdürdüğünü gösteriyor.

Şehzâde Abdülmecid, babasının ölümüyle 1255/1839'da pâdişâh olunca Mustafa İzzet Efendi o zamanlar mühim bir vazife sayılan Eyüp Camii hatipliğine tâlib oldu. Bunun yanısıra, maişetini temin için Lâleli Camii Vakfı'nın idâresi de kendisine verildi. Hat sanatkârları, şâyet yazı ile her gün meşgul olmazlarsa kemâl derecelerini muhâfaza edemeyebilirler. Mustafa İzzet Efendi, hayatının bu devresinde cuma günlerini hutbe hazırlığına ayırıp o güne hürmeten yazmadığı için “Cumartesi günü yazdıklarımı, aradan kırk yıl geçse, ensesinden tanırım!" dermiş. Kendisinin, parmaklarındaki cevvâliyeti kaybetmemek üzere, yazmaya başlamadan önce 'laden' denilen elâstikî reçineyi sağ avucunun içine koyarak, bir müddet elini bununla yumup açma hareketleri yaptığı da bilinmektedir.

1261/1845 yılı başında, bir cuma günü Eyüp Sultan Camii'ne giderek İzzet Efendi'nin hutbesini dinleyen Sultan Abdülmecid, onu kendisine ikinci imam olarak tâyin etti. 1262/1846'da sırayla Selânik, Mekke ve İstanbul pâyeleri, 1265/1849'da önce Anadolu, aynı yıl pâdişâhın birinci imamlığına getirildiğinde de Rumeli Kadıaskerliği pâyeleri verildi. Ertesi yıl şehzâdelerin yazı muallimliğine ve veliahd Abdülâziz Efendi'nin müzakereciliğine tâyin olundu. 1265/1849'da hocası Yesârîzâde'nin vefâtı üzerine, onun Bebek'deki yalısını vereseden satın alarak, sonraki hayatını burada geçirdi.

1269/1852'de pâdişâhın imamlığından ayrıldı; aynı yıl Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye âzalığına, 1273/1857'de fiilen Rumeli Kadıaskerliği'ne getirildi. Müddeti dolduğunda ayrılmak sûretiyle, 1285/1868'de son olarak dördüncü defa aynı vazîfeye tâyin edildi. 1277/1860'da kendisine 'reisü'l-ulemâ'lık tevcih kılındı. Ancak bu unvânın ilmî mertebeyle bir alâkası olmayıp, Rumeli Kadıaskerliği pâyesi alanların en kıdemlisine verilirdi. Aynı yıl Hz. Peygamber'in soyundan gelenlerin hukukî işlerini yürüten 'nakîbü'leşrâf'lık makamına da, babası yoluyla gelen 'seyyid'liği dolayısiyle Mustafa İzzet Efendi tâyin olundu. Kadıaskerlikten ayrıldığı devrelerde yeniden Meclis-i Vâlâ'ya ve iki kere de Meclis-i Hass-ı Vükelâ'ya seçildi.

Matbaacılıkta harfleri tercîh edildi
Mustafa İzzet Efendi, Çömez Vâsıf Efendi'nin sülüs-nesih ve rıka' yazılarında en güzîde talebesidir; şîveli ve çok akıcı bir üslûba sahiptir. Altmış yıla yaklaşan hüsn-i hat hayatı boyunca verdiği eserleri şöyle bir sıralarsak: Nesih hattıyla 10 (veya 15) mushaf, ki bunlardan biri Sultan II. Abdülhamid'in Müşfika Kadınefendi'sine evlilik armağanı olarak hediye ettiğidir. Ayrıca Kur'ân cüz'leri, 10-15 Delâil, 30'dan fazla En'âm-ı Şerif; sülüs-nesihle birçok meşk ve kasîde murakkaaları, 200'ün üstünde hilye, sayısız kıt'a bırakmıştır; büyük boyda hilye-i şerif yazmak da onunla başlar.

İzzet Efendi'nin, nesih hattıyla basıma uygun olarak yazdığı harflerin hakkâk Ohannes Mühendisyan tarafından 1283/1866'da kalıpları hazırlanmış; harf inkılâbına kadar Osmanlı matbaacılığında -dökümü dâimâ sürdürülen- bu cidden mükemmel harfler tercîh edilmiştir. Sanatkârımızın: “Benim yazılarımda evâil-evâhır yoktur" şeklinde bir sözü naklediliyorsa da, onun hattı ömrünün sonuna kadar tekâmülünü sürdürmüştür. Eserlerini dikkatle inceleyen Üstâd Necmeddin Okyay'ın (1883-1976) tesbîti şöyledir: “Kadıasker'in 1280'den sonra yazdığı nesihler âdetâ kelebek uçar gibidir".

Nur'dan bir kesit Kadıasker'in Ayasofya'nın kubbesine yazdığı Nur âyetinden bir bölümün yakından görünüşü.

Mustafa İzzet Efendi, Sultan II. Mahmud'un da hocası olan Hattat Mustafa Râkım'ın (1758-1826) vefâtında 25 yaşına erişmiş bulunduğuna göre, Enderûn'a girdikten sonra her halde kendisiyle tanışmış ve onun mertebesini anlamış olmalıdır. Sultan Abdülmecid'in hat hocasının Mahmud Celâleddin (ö.1829) talebesi Mehmed Tahir Efendi (ö.1846) olması dolayısıyle, kendisi Râkım yerine Celâleddin tavrını beğenir ve çevresindeki hat üstadlarının da o yolda yazmalarını istermiş. Bu sebeple Mustafa İzzet Efendi'nin celî sülüsleri, pâdişâhın 1277/1861'deki ölümüne kadar Celâleddin tavrıyla benzerlik gösterir. Ancak bu tarihten sonra Râkım üslûbunu araştırıp inceleyen Kadıasker Efendi, talebesinden Muhsinzâde'ye (1832-1899) bir gün şöyle demiştir: “Abdullah Bey, tutulacak yol Râkım yolu imiş, biz bunu anlamakta niye gecikmişiz?" Kendisinin, Fâtih Camii hazîre çevresindeki Râkım'a âit şâheser celî sülüs kitâbeleri önünde arasıra uzunca oturup bunları seyrettiği ve dostlarına da “Tahdîs-i nîmet (Allah'a şükür) olmak üzere söylerim: Şeyh (Hamdullah) gibi, Hâfız Osman gibi yazdım. Lâkin Râkım'ın bir harfine bile yanaşamadım!" dediği meşhurdur. Mustafa İzzet Efendi kitab ve kıt'a tarzında yazdığı eserlerine, hattâ bazı celî sülüs levhalarına o sıradaki vazîfesini belirten imzâlar (Eyüb câmii hatîbi, pâdişâhın ikinci, -sonra- birinci imâmı, reisü'l-ulemâ...) atmayı îtiyâd edinmiştir. Arasıra kullandığı “Hâk-pây-i evliyâ, Seyyid İzzet Mustafâ" manzum Aİzzet Mustafâ"ya çevirmiştir. Celî sülüslerinde ise Râkım tarzında “Ketebehû Mustafa İzzet" istifini benimsemekle beraber, celî tevkî' hattıyla sâdece “İzzet" yazdıkları da az değildir.

Sultan II. Mahmud, İstanbul'da mevcud tâmire muhtaç bulunan bâzı sahâbe kabirlerinin 1835 yılındaki ciddî onarımları sırasında, buralara yeniden konulacak kitâbelerin yazılmasını Mustafa İzzet Efendi'den istemekle, onun hattatlığına dönük takdirlerini de göstermiş olmalıdır. Aslında o seneler, Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi'nin celî ta'lîk kitâbe yazmakda en üstün mertebeye eriştiği çağdır. Seyyid Mustafa İzzet Efendi de, sanat hayâtındaki bu ilk kitâbelerinde üslûbu itibâriyle hocasını tâkibe çalışmıştır. Lâkin adaşı olan Yesârîzâde'den kendi yazılarının ayırd edilebilmesini temin maksadıyla farklı bir imzâya yönelmiş; aslında bu hat nev'i için satır hâlinde atılması mûtad olan imzâları İzzet Mustafa, Harrerehû Mustafa İzzet, Seyyid İzzet Mustafa şeklinde farklı dâirevî istiflerle satır arasına veya altına taşırmayı tercîh etmiştir. Hocası ise Yesârîzâde'liğini isminden önce dâimâ belirtmektedir. Buna rağmen, sahâbe kabirlerine dâir şimdiye kadar yapılan bütün neşriyatta bu kitâbelerin Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi'ye âit olduğu kayıtlıdır. Hepsi de 1251/1835 tarihini taşıyan mezkûr altı kitâbeyi, semtleriyle beraber sıralıyoruz: Eyüb: Ebu'd-Derdâ; Ayvansaray: Muhammedü'l-Ensârî, Ebû Şeybeti'l-Hudrî, Hamdullah-ı Ensârî; Eğrikapı: Hâfir; Balat: Câfer-i Ensârî ve Kasım Mescidi.

Ayasofya Camii'ndeki dünyanın en büyük levhalarından biri: Hüseyin. (Çapı 7.5 metredir.) Ayasofya müze yapılırken kapıdan çıkartılamayan levhalardan biri de budur.

Cami levhalarında İzzet Efendi izleri

Mustafa İzzet Efendi'nin, yukarda bahsedilen sahâbe kitâbeleri dışındaki taşa mahkûk celî ta'lîk kitabeleri tarih sırasıyla aşağıdadır ve hepsinde de bu istifli imzası görülür. 1258/1842: Selimiye Kışlası yan kapısı; 1265/1849: Çırağan Küçük Mecidiye Câmii, Yenikapı Mevlevîhâne muvakkithânesi, Ayasofya Câmii hünkâr mahfili, Kavalalı Mehmed Ali Paşa türbesi (Kahire); 1266/1843: Bezmiâlem Vâlide Sultan Mektebi (Çenberlitaş, Türbedar sokağı); 1267/1851: Hırka-i Şerîf Câmii (szadece bu kitâbesinde imzasını satır şeklinde “Hâk-pây-i evliyâ, Seyyid İzzet Mustafa" olarak atmıştır), 1269/1853:Vaşington âbidesi, 17. sırada (Vaşington);1272/1856: Dolmabahçe Sarayı; 1275/1859: Kadıköy İskele (Sultan III. Mustafa) Câmii, Topkapı Sarayı Hazîne Koğuşu; 1283/1866: Harbiye Nezâreti giriş kapısının iç tarafı (Bayezid); 1286/1869: Âli Paşa Mescidi (Mercan).

Celî sülüs kitâbeleri: 1283/1866: Nallı mescid cümle kapısı (Bâbıâli); 1284/1867: Kasımpaşa Büyük Câmi iç kapı üstü ve mihrab âyeti (III, 39); 1267/1851: Hırka-i Şerîf Câmii. Avluya giriş kapıları ve dahilde 11 pafta halindedir.

Celî sülüs kubbe yazıları: Ayasofya Câmii'nin 1265/1849'daki tamiri sırasında ilk olarak küçük boyda yazdığı Nûr âyeti (XXIV,35) buranın kubbesine göre satranç usûlüyle büyütülüp varak altınla işlenmiştir. Daha sonra Kasımpaşa Büyük, Yahyâefendi, Küçük Mecidiye câmilerinin kubbelerine de uyacak şekilde küçüğünden büyütülerek aynı usûlle işlenmiştir. Hiçbirinde imza ve tarih yoktur.

Câmi yazıları: Ayasofya'nın tâmiri esnâsında Lafza-i Celâl, İsmi-i Nebî, ilk dört halife ve Hasan- Hüseyin isimleri önce küçük boyda (bunlar mihrabın üst duvarında hâlâ asılıdır) yazılmış ve câminin azametine uygun birer levha olması için 7,5 m. çapında dâire şeklinde büyütülünce, kalem ağzı da 35 cm'ye çıkmıştır.

Kendisinin, bu celîlerini uzaktan seyrettiğinde: “Ah, kabil olsa da şu levhaları tekrar yazsam" dediği biliniyor. 1265/1849 tarihli dünyânın bu en büyük levhaları, muşamba üzerine varak altınla işlendikten sonra çerçeveleri câmi dâhilinde çatıldığı için, buranın 1934'de müzeye dönüştürülmesinde kapılardan çıkartılamamış ve 15 yıl yerde, duvara dayalı olarak tutulmuş, nihâyet 1949'da tâmir geçirip tekrar yerlerine asılmıştır. Mustafa İzzet Efendi'nin daha küçük eb'addaki câmi yazıları için akla ilk gelenler Kasımpaşa Büyük, Altûnîzâde, Aksaray Muradpaşa, Bâlâ Süleyman Ağa ve Hacı Küçük câmileridir.

Celî sülüsle büyük levhaları: Bursa Ulu Câmi'de iki, Kasımpaşa Büyük Câmi'de ve Hacı Küçük Câmii'nde birer levhası mevcuttur.

Asil bir yalınlık Kadıasker'in sülüs nesih bir kıt'ası. Tezhip: Muhsin Demironat.

Bir maarif sandığı
Mustafa İzzet Efendi'nin az sayıda şiirleri de vardır. Lâkin diğer hünerlerine göre şâirliği gerilerde kalmıştır. Arabca grameriyle ilgili olan Keşfü'l-İ'râb ve Avâmil Mu'rebî isimli iki telîfi de mevcuddur. Ne sebeple lüzum gördü ise, ilm-i simyâya merak sarıp, altın elde etmek için para ve zaman tükettiği de bilinmektedir.

Mustafa İzzet Efendi'nin mûsıkî cephesini bu konunun ehline, Prof. Dr. Rûhi Ayangil dostuma bırakarak, Hazret'in hüsn-i hat sahasında yetiştirdiği zevâtı sıralıyalım: Mehmed Şefik (1819-1880) ve Muhsinzâde Abdullah beylerle, Abdullah Zühdî (ö. 1879), Hasan Rızâ (1849-1920), Kayışzâde Hâfız Osman (ö. 1894), Mehmed İlmî (1839-1924), Mehmed Hilmi (ö. 1902), Hasan Sırrı (1836-1907), Mehmed Vahdetî (1833-1871), Hasan Tahsin (1851-1915), Siyâhî Selim, Abdullah Hulûsi, Yûsuf Âgah efendiler ve ta'lîk hattında Zâhide Selmâ Hanım (1857- 1895) ilk hatırlanacak hattatlardır. Bu kadar tanınmış üstada hocalık edebilmek 19. asırda başka hiç kimseye nasîb olmamıştır. Ayrıca birçok icâzetnâmede, hoca veya hocayı tasdîk makamında Mustafa İzzet ismine rastlanılmaktadır.

Abdülhamid'in düğün hediyesi Sultan II. Abdülhamid'in zevcesi Müşfika Kadınefendi'ye düğün hediyesi olarak verdiği Kadıasker Mustafa İzzet Efendi mushafı. (Türk-İslam Eserleri Müzesi) Tezhip: Mücellitbaşı Ahmed Efendi.

Bu büyük sanatkârımız 27 Şevval 1293 (15 Kasım 1876)'da vefat ederek, ceddi Şeyh İsmail-i Rûmî'nin medfun bulunduğu Tophane'deki Kadirîhâne'nin hazîresine sırlanmış; kabir kitâbesi, talebesinden Muhsinzâde Abdullah Bey eliyle girift celî sülüsle mükemmel bir şekilde yazılmıştır. Defnolunduğu sırada kabri başında konuşan bir zât: “Efendiler, buraya gömdüğümüz bir maarif sandığıdır" sözleriyle doğrusu onun mertebesini pek güzel belirtmiştir.

(Bu yazıda bir istisna olarak yazarın arzusuna binaen dergimizin imlâ kuralları uygulanmamıştır. Gelecek sayımızda Mustafa İzzet Efendi'nin mûsıkîşinas yönünü Rûhi Ayangil'in kaleminden okuyacaksınız. DT)