0. Yavuz Bahadıroğlu (Araştırmacı-yazar) “Cariyeler padişahın evlatlıklarıdır”
Osmanlı Devleti'nde Darüssaade (saadet evi), İffet-saray-ı Şahane, Harem-i Has, Saray-ı Duhteran, Harem-i İsmet-makrun gibi isimlerle de adlandırılan harem, öylesine yasak bir bölgedir ki, meşhur tarihçimiz Peçevi, “Faraza güneş erkek olsaydı hareme doğmasına izin verilmezdi” diyor.
Haremin kapısının üzerinde, “Ey iman edenler, evlerinizin dışındaki evlere izin istemeden ve orada sakin olanlara selam vermeden girmeyiniz. Böyle hareket etmeniz sizin için daha hayırlıdır” mealinde bir âyet-i kerime yazılıdır.
Osmanlı devlet teşkilatında Harem-i Hümayun tabiri hem haremi, hem de Enderun'u (dünyanın ilk kamu yönetimi okuludur) kapsar.
Enderun'da devlet adamı, haremde ise yüksek eğitimli kadın yetiştirilir. Bunlardan bazıları padişaha, bazıları Enderun'dan yetişmiş üstün vasıflı devlet adamlarına eş olur; ekserisi ise 'eğitimli hizmetkâr' olarak sarayda istihdam edilir.
Amerikalı uzman Leslie Peirce, harem hakkında arşiv belgelerine dayanarak 10 yılda hazırladığı doktora tezinde şöyle diyor: “Biz Batılılar İslam toplumunda cinselliği saplantı haline getirmek gibi eski ama güçlü bir geleneğin mirasçılarıyız. Hanedan ailesi üyeleri için harem bir ikametgâhtı. Sultan ailesinin hizmetkârları için ise bir eğitim kurumu diye tarif olunabilir. Genç kadınlar sadece padişaha uygun cariyeler ve annesiyle diğer ileri gelen harem kadınlarına nedimeler sağlamak amacıyla değil, aynı zamanda askerî/ idarî hiyerarşinin tepesine yakın erkekler için uygun eş sağlama amacıyla eğitilirlerdi. Enderun, saray içinde padişaha kişisel hizmet yoluyla erkekleri nasıl saray dışında hanedana hizmete hazırlıyorsa, harem de kadınları padişah ve annesine kişisel hizmet yoluyla dış dünyadaki rollerini almaya hazırlıyordu. Azat edilerek Enderun mezunları veya diğer görevlilerle evlendirilen bu kadınların payına da kocalarının oluşturduğu erkek hanelerini (selamlık) tamamlayan haremler oluşturmak düşerdi. Sultan hanesinin kurduğu teşkilat ve eğitim kalıbı bu köle evlilikleri vasıtasıyla çoğaltılarak Osmanlı yönetici sınıfının sosyal ve politik temelini oluşturuyordu.”
1960'larda Topkapı Sarayı'ndaki Harem Dairesi'nin restorasyonunda görev alan Mualla Anhegger'i dinleyelim:
“Onarım esnasında Harem'in Avrupalıların yüzyıllarca yazıp çizdikleriyle hiçbir alakası olmadığını fark ettim. Harem padişahın dilediği kadınla yatması için düzenlenmiş bir kurum değil. Zaten haremin mimarisi bu amaca göre düzenlenmemiş. Bu mimari yapı içinde padişahın cariyeleri görebilmesi için kuş olup uçması lâzım. Zira kapılar, daireler, geçişler başka yoldan hareme ulaşmasına izin vermez. Cariyeler 25 kişilik koğuşlarda kalıyor. Üst katta onlara nezaret eden kalfaların dairesi var. Kalfaların cariyeleri her an çok sıkı denetimi söz konusu. Padişahın annesi kendi bölümünde, padişahın kadınları ayrı bölümde, padişah ise kendi dairesinde yaşamaktadır. Padişahın kadınını annesi seçip oğluna sunmaktadır. Padişahın kalkıp cariyeler bölümüne geçebilmesi imkânsızdır. Belli ki harem bir üniversite olarak tasarlanmış. Cariyeler o üniversitenin öğrencileridir. Burada yaşayanların bir dakikası dahi boş geçmiyor, sürekli eğitim görüyorlar. Ayrıca biçki, dikiş, nakış gibi el sanatları öğreniyorlar. Cariyeler köle değil, hele cinsel köle hiç değil. Bence doğru deyim, cariyelerin padişahın evlatlıkları olduklarıdır.”