Haçlıları Durduran Müslüman Hükümdar: Selahaddin Eyyubî
Selahaddin, her biri diğerinin kıymetini artıran askerî, siyasî ve diplomatik marifetleri şahsında birleştiren bahtı açık bir liderdi.
Jeremy Black
Prof. Dr., Exeter Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
_____________________________________________Ortaçağların en şöhretli Müslüman savaşçısı Selahaddin Eyyubî (Selahaddin Yusuf ibn Eyyub), dişiyle tırnağıyla mücadele ederek iktidara yükselmiş bir hükümdardı. Temellerini attığı büyük İslam devleti ve Haçlılara, bilhassa da Hıristiyan rakibi Arslanyürekli Richard’a karşı verdiği mücadele sayesinde eşine az rastlanır bir saygınlık kazanmıştı. Meydan okuduğu düşmanların çeşitliliği ve insanlarının talihini biçare bir düşkünlükten parlak bir muzafferiyete taşıması sahip olduğu yeteneklerin bariz göstergeleriydi. Bazıları Selahaddin’in fazilet ve ağırbaşlılık timsali, sofu denilecek derecede dindar biri olduğuna inanırken; bazıları da ilk bakışta görüldüğünden daha az yetenekli, merhametten nasibini almamış, hilekâr bir komutan olarak görüyordu.
Kürt asıllı Eyyubî ailesine mensup olan Selahaddin, amcası Şirkuh’un hizmetinde öne çıktı. Şirkuh Suriye, Kuzey Irak ve Mısır’ın Türk hükümdarı Nureddin Zengî’ye tâbi olarak Mısır valiliği yapıyordu. Selahaddin ilk askerî tecrübelerini, 1164-69 yıllarında Haçlı kuvvetlerinin Fatımî Devleti’ni yıkmak için beyhude yere giriştikleri üç sefer esnasında edindi. Ne de olsa Haçlı devletçiklerinin selameti açısından Mısır hayatî bir jeopolitik konuma sahipti ve Kudüs Krallığı buradaki siyasî durumu etkilemek için elinden geleni yapıyordu. Bu esnada yaşanan çatışmalar Haçlılara olduğu kadar dindaş Müslümanlara karşı da yönelebiliyordu.
Selahaddin Eyyubî, Mısır’ın altını üstüne getiren çarpışmalarda Haçlılara karşı en iyi nasıl savaşılabileceğini şahsen tecrübe edip öğrenmişti ki, bu bilgi ileride Haçlı ordularını perişan etmesinde en büyük yardımcısı olacaktı. 1169’da amcasının ölümünü takiben Mısır veziri -fiilen hükümdarı- oldu. Bu değişiklik 1171’de Mısır’daki Fatımî Halifeliği’ni devirip Eyyubî Sultanlığı’nı kurmaya giden yolda attığı ilk adımdı.
İlk iş: Sadık bir ordu kurmak
Selahaddin Eyyubî, 1173’te Nureddin Zengî’nin vefatıyla doğan iktidar boşluğundan istifade ederek topraklarını ağır ağır sâbık sultanın memleketine doğru genişletmeye başladı. Yaptığı ilk işlerden biri, kendine sadık bir ordu kurmak oldu -başka milletlerin yanı sıra Türk, Ermeni, Arap ve Kürt savaşçılardan müteşekkil bir ordu. Bu arada Şiilikle yönetilen Mısır’da Sünni itikadını hakim kıldı. Selahaddin’in kurduğu ordunun ana gövdesini Türkmen atlı okçulardan ibaret olan hafif süvari teşkil ediyordu.
Mısır’dan yola çıkan Selahaddin’in kuvvetleri, Kuzey Afrika sahilini takip ederek batıda Gabès’e (günümüzde Tunus sınırları içinde), kardeşi Turan Şah komutasındaki birlikler ise Nil boyunca güneye inip Nübye’ye, oradan da Kızıldeniz üzerinden Yemen’e ulaştılar. Bu, gerçekten de etkileyici bir büyümenin ilk adımlarıydı. Selahaddin attığı her adımla birlikte kuvvetlerine yenilerini kattı; ordusunda hizmet eden asker çeşitliliğini artırarak askerî gücünü iyice sağlamlaştırdı. 1174’te Şam ve 1183’te Halep’i zapt ederek hakimiyeti altına aldığı Suriye ve Musul başta olmak üzere Irak’ın belirli kısımlarında kurduğu idare sayesinde Arap dünyasının büyük bölümünü avuçlarının içine aldı.
Selahaddin Eyyubî’nin takdiri hak eden bir atılganlıkla icra ettiği yayılma planı, hangi devirde olursa olsun, Mısır hükümdarlarının zihnini süsleyen bir jeopolitik hayalin ete kemiğe bürünmesi anlamına geliyordu. Selahaddin, her biri diğerinin kıymetini artıran askerî, siyasî ve diplomatik marifetleri şahsında birleştiren bahtı açık bir liderdi.
Krallığın altını üstüne getirdi
Sıra Haçlı devletlerine gelmişti. 1187’de cihat bayrağını açan Selahaddin Eyyubî, aynı sene Hıttin’de bir Haçlı ordusunu darmadağın etti. Büyük çoğunluğu piyadelerden mürekkep olan Kudüs Krallığı askerleri, Haziran’ın kavurucu sıcağında dört bir yanları Selahaddin’in atlı okçularıyla sarılı hâlde ilerlemeye çalışıp nihayet tam bir bozguna uğradıklarında ehliyetsiz askerî yönetimin ne demek olduğunu anlamışlardı.
Sahra ordusunun başına gelenler, krallığa bağlı kaleleri korumakla yükümlü garnizonları alabildiğine zayıf bıraktı. Selahaddin her şeye rağmen kendini savunan heybetli Krak des Chevaliers (Hısn Kalesi) hariç, Kudüs Krallığı’nın altını üstüne getirip Akra ve Kudüs gibi önemli kalelerle birlikte irili ufaklı birçok yeri kolayca ele geçirdi.
Kudüs’ün zaptı, 1189’da, Selahaddin Eyyubî’nin Filistin’de kurduğu egemenliği esaslı şekilde sarsan III. Haçlı Seferi’nin kıvılcımlarını çaktı. Tek başına bu Haçlı girişimine katılan isimlerin varlığı bile kudretli bir meydan okumayı temsil ediyordu. Haçlıların en gayretlisi İngiltere Kralı I. Richard, nam-ı diğer Arslanyürekli Richard, 1191’de Akka’yı alıp aynı yıl Arsuf’ta Selahaddin’i yenilgiye uğrattı. Bununla birlikte Selahaddin, İngiliz hükümdarın bölgede kalıcı bir güç elde etmesini engelledi ve Kudüs’ü kuşatmasına izin vermedi. İki hükümdarın 1192’de akdettikleri ateşkes, Selahaddin’in Filistin’in iç bölgelerindeki hakimiyetini tasdik ediyordu. Ne var ki Selahaddin Eyyubî ertesi sene hiç beklenmedik bir anda öldü.
Stratejik bir deha olan Selahaddin, etkili bir komutan olmanın yanı sıra, özellikle azametli sefer organizasyonları sırasında kalabalık ve dağınık kuvvetleri aynı anda sahada tutma becerisinde gözler önüne serdiği siyasî önderlik vasfına sahipti. Askerî hayatını Haçlılarla yaptığı mücadelelerden ibaret gören Batılı tarihçiler Suriye ve Irak’ta kazandığı başarıları görmezden gelme eğiliminde olsalar da, Selahaddin kutsal topraklar uğruna harcadığı zamanın çok daha fazlasını bu bölgelerin hakimiyeti için giriştiği seferlere vakfetmişti.
Not: Bu yazı Timaş Yayınları tarafından yayınlanan Efsane Komutanlar ve Zaferleri adlı kitaptan bazı küçük değişikliklerle aynen alınmıştır.