Dostunu hoş gör düşmanına adil ol!

DOÇ. DR. MUHARREM KESİK
Abone Ol

Selahaddin Eyyubî emsalsiz bir komutan, kabul! Peki kalbinin pusulası nereye işaret eder, zihninin çarkları nasıl işler, meşrebi zamane insanına neler söylerdi? Muharrem Kesik vefatının 822. yılında Kudüs Fatihi’nin bilinmeyen çehreleriyle tanıştırıyor bizi.

Müslümanlar onun şah­sında ideal bir devlet adamı bulurken Haç­lılar gerçek bir kahra­man görmüşlerdi. Batılılar dahi ka­ranlık Ortaçağ Avrupa’sının üzerine Doğu’dan bir güneş gibi yükselen bu İslam kumandanı karşısında hayran­lıklarını gizleyemediler.

Üç dinin de gözdesi Haçlılardan geri alınan Kudüs üç dinin sembolü olmaya devam etti. Şehrin 15. asırda yapılmış bir minyatürü. 1992’de Hafız Esad tarafından yaptırılarak Şam kalesine dikilen Selahaddin Eyyubî heykeli (solda).

Yaşadığı asırdan itibaren Doğulu veya Batılı yazar ve şairlerin eser­lerinde kendisinden övgüyle bahsedildi, hatta onu kendi milletlerine mâl etmeye çalıştılar. Mehmed Akif, Çanakkale şehitleri için yazdığı şiirinde, “Şarkın en sevgili sultanı Salâhaddin” diye selamladı onu. Eyyu­bîler Devleti’nin kurucusu, Ku­düs Fatihi Selahaddin Eyyubî’den (1138-93) bahsediyoruz.

Tarihî kaynaklarda, film ve romanlarda etrafına korku saçan, hey­betli ve sert bir savaşçı olarak tasvir edilen bu kumandanın başarılarının arka planında ince düşünceli ve hassas bir insan yatar. Sultan Selahaddin mer­hametli, güler yüzlü, cömert, yumuşak huylu, vakar sahibi, sağlam iradeli ve mert bir liderdi. Fiziki özellikleri hak­kında bir şey bilmiyor olsak da onun Çevganda (Polo’ya benzer bir oyun) gösterdiği başarı, kolay yorulmayan ve çevik bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Hayatı at sırtında geçmiş, son derece enerjik bir kumandandı.

Hulefa-yı Râşidin devrini yeniden canlandıran bir hükümdar olarak yâd edilen bu Sultan’ın muvaffakiyetinin ardındaki şahsi özelliklerini vefatı­nın 822. yılında hatırlayalım istedik. İşte İslamın yetiştirdiği en büyük ku­mandanlardan Selahaddin Eyyubî’yi bugünün yöneticilerine ilham olacak cinsten liderlik sırları.

Selahaddin Eyyubî’nin şahsiyeti üzerinde Zengîler Devleti’nin ünlü hükümdarı Nureddin Mahmud Zen­gî’nin (1146-74) büyük etkisi olmuş­tur. Selahaddin, ölümüne kadar Mı­sır’ı Nureddin’in naibi sıfatıyla idare etmiş, iç ve dış düşmanlara karşı ko­rumuş ve bu bölge için gerekli idarî, askerî, kültürel ve iktisadî reformları yaparak ülkeyi içte ve dışta itibarlı hale getirmiştir. Yemen, Hicaz, Libya ve Kuzey Sudan’ı kontrolü altında tu­tan Selahaddin, 3. Haçlı Seferi sırasın­da verdiği mücadele ve sağlam duru­şu ile İslam dünyasının kahramanlık sembolü haline geldi. Aynı zamanda imarcı, kültürel ve insani değerlerin koruyucusuydu. Zamanını ilim, cihad veya devlet işleriyle geçirirdi.

Nureddin Zengî’nin ölümünden sonra iki ana gaye uğrunda çaba har­cadı: 1) Nureddin döneminde oluştu­rulan siyasî birliği dağılmaktan ko­rumak ve onun zamanında girişilen imar faaliyetlerini devam ettirmek, 2) bir türlü gerçekleştirilemeyen Ku­düs’ün ve sahil bölgelerinin Haçlı is­tilasından kurtarılıp İslam dünyasını düştüğü içler acısı durumdan çıkar­mak. İlk hedefine 10 yıldan fazla sü­ren bir mücadelenin ardından ulaştı. Hıttin zaferi ve sahil bölgesinin fet­hiyle ikinci gayesine ulaşmasına az kalmıştı ki, 3. Haçlı Seferi buna en­gel oldu. İslam dünyasının kendisini yalnız bırakmasına rağmen Haçlılara karşı giriştiği amansız mücadele, gös­terdiği gayret ve sebat Avrupalılara Kudüs’ü geri almanın imkânsızlığını gösterdi. Böylece Nureddin’in ölü­müyle boşalan mevkii hakkıyla doldu­rup ondan devraldığı İslam sancağını daha ileri taşıyarak emsalsiz bir lider olduğunu ispatladı. Ölümünden sonra yerini doldurabilecek bir lider çıkma­dığı için sahilde birbirinden ayrı üç bölgeye sıkıştırılmış olan Haçlı dev­letleri varlıklarını bir asır daha devam ettirebildiler.

Cömertliği dillere destandı. Öldü­ğünde has hazinesinde topu topu 1 Mısır dinarı (altın para), 36 ya da 37 Nasırî dirhemi (gümüş para) vardı. Bir şey vereceği zaman uzun uzadıya düşünmezdi. Akka önlerinde Haçlılar karşısında kaldığı süre içinde develer hariç 18 bin at ve katır masraf etmiş­ti. Harcadığı para, altın, elbise ve si­lahların tespiti ise mümkün değildi. Mısır’daki Fatımî Devleti’ni ortadan kaldırdığı zaman (1171) sayılamaya­cak kadar çok ve çeşitli zahire ele ge­çirmiş ancak hepsini halka dağıtmış­tı. O dönemde çok zengin olan Âmid (Diyarbakır) şehrini ele geçirince ga­nimeti arkadaşlarının itirazlarına rağ­men Artuklulardan Nureddin b. Kara Arslan’a vermişti. Savaşta kendi atını askere verir, başkalarından at isterdi. Herkes onun atına biner, ondan iyilik ve ihsan beklerdi. Bir kaynak 3. Haçlı Seferi sırasında askerlerine 12 bin at dağıttığını söyler.

Veziri ve sır kâtibi Kadı Fadıl, karde­şi el-Melikü’l-Adil, yeğenleri Takiyyüd­din ile Ferruhşah gibi akrabalarının, birçok değerli bürokrat, ilim adamı ve kumandanın Selahaddin’in başa­rısındaki payı büyüktür. Tevazu gösterip onlara danışmaktan ve başarılı uygulamalarını örnek almaktan çekinmemesi askerlik dehası ile ilmi buluşturup çağdaşlarının kolay kolay göze alama­yacağı başarılara imza atmasını sağlamıştır.

Hiç kimseye karşı bü­yüklük taslamaz, asla ki­birlenmezdi. Kibirlenen hükümdarları ayıplardı. Fakirler ve dervişler yanında toplanır, semâ merasimleri düzenler­lerdi. Biri semâ için kalksa o da ayağa kalkar ve semaını bitirinceye kadar oturmazdı.

İyi bir eğitim görmüş olup Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Farsça biliyordu. Kur’an-ı Kerim ve Ebu Temmam’ın el-Hamase adlı eseri ezberindeydi. Tarih bilgisine sahipti ve tarihî tecrü­belerden sık sık faydalanırdı. Onun meclisinde bulunanlar hiç kimseden duymadıkları bilgileri ondan öğrenir­lerdi. Silefî, Kutbeddin en-Nişaburî, İbn Avf ve İbn Şeddad gibi zamanın­daki büyük din âlimlerinden hadis ve fıkıh dersleri almıştı. Bununla birlikte fakihlerin münakaşalarından ve felse­fecilerden hoşlanmazdı. Müneccimle­rin verdiği haberlere ise asla itibar et­mezdi. Amelde Şâfî, itikadda Eşari’ydi.

Yeğeni Takiyyüddin’i kendisin­den şikâyetçi olan bir kişiyle birlikte hâkim huzuruna çıkmaya zorladığı bilinir. Akka karşısında karargâh kur­duğu sıradaydı; ordu kadısı ile birlik­te at sırtında dolaşırken bir Yahudi onlara şöyle bağırdı: “Müslümanların şeriatından (hukukundan) yardım di­liyorum.” Gulâmlar (askerler) hemen adama sordular: “Kimden şikâyetçi­sin, sana haksızlık yapan kimdir, bize söyle.” Yahudi cevap verdi: “Sultan’ın kendisi. Gulâmları bana tecavüz etti.” Bu sözleri işiten Sultan’ın canı çok sıkıldı ve derhal atından indi. Onu gören kadı da hemen atından indi. Sultan Selahaddin, kadının karşında Yahudi ile yan yana durdu. Yahudi kadıya anlatmaya başladı: “Ben Şam tacirlerindenim. Deniz yolu ile İsken­deriye’den geliyorum. Yanımda 20 yük şeker vardı. Akka limanına çıkın­ca adamlarınız beni soydular ve bana, sen kâfirsin, malların Sultan’ın hakkı, dediler.” Bunun üzerine Selahaddin şekere el koyanları getirtti. Bunlar şekeri hazineye teslim ettiklerini söy­lediklerinden şekerin bedeli Yahudi tacire ödendi.

Bir gün adamlarından biri bir de­veci hakkında şikâyette bulunmuştu. Bunun üzerine Sultan, “Müslümanla­rın aralarındaki anlaşmazlıkları çözen kadıları vardır. Mahkemeye şikâyet kapısı herkese açıktır. Ben inzibatı te­min ile mükellefim. Mahkeme senin hakkında gerekli gördüğü kararı ve­rir” demişti.

Sultan Selahaddin küçük hataları görmezlikten gelir, kızmazdı. Bir gün ileri gelen adamları ile birlikte oturur­ken çocuk yaşta olan gulâmlar oyun oynuyorlardı. Bunlardan biri ayağın­daki sandaleti çıkarıp arkadaşına fır­lattı, ancak ayakkabı Sultanın dizinin dibine düşmesin mi! O ise bir gönül sultanına yakışır biçimde hemen yü­zünü başka tarafa çevirdi ve yanında­kiyle konuşmağa devam ederek hadi­seyi görmemiş gibi davrandı.

Bir defasında sıcak bir günde adam­larından su istedi fakat su getirilmedi. İkinci ricasında yine kimseden ses çık­madı. Üç, dört, beş. Su getiren yoktu. Bunun üzerine dayanamayarak “Dost­lar, vallahi susuzluktan öleceğim” de­yince suyu içmek kısmet oldu.

Yine bir defasında çok ağır bir has­talığa yakalanmış, hatta öldüğüne dair şayialar çıkmıştı. Hastalıktan kurtulup iyileşince hamama götürüldü. Su çok sıcaktı, soğuk su istedi. Hizmetçi so­ğuk su getirirken suyun bir kısmı yere döküldü; kalan kısmını Sultan’a verdi. Sultan hizmetçinin zayıflığından do­layı üzüldü, sonra tekrar soğuk su is­tedi. Hizmetçi su getirirken bu kez su kabı elinden düştü ve suyun tamamı Sultan’ın üzerine döküldü. Bunun üze­rine Selahaddin Eyyubî karşısında kor­kudan titreyen gulâma tek bir cümley­le mukabele etti: “Eğer beni öldürmek istiyorsan haber ver”.

Kudüs’ten uzakta bir asır Kudüs 1099’dan 1187’ye kadar Haçlıların ellerinde tarihinin en karanlık günlerini yaşadı. Hıttin Savaşı’nda Selahaddin Eyyubî’nin kazandığı zafer bütün Müslümanların yüzünü güldürdü. Savaş meydanını tasvir eden 15. yüzyılda yapılmış bir minyatür.

Güler yüzlü olup yüzünü asmazdı. İnsanlar hakkında iyi sözler söylen­mesini ister, kendisi de seviyesi düşük ve kaba sözler sarf etmezdi. Sultan’ı Kudüs’te ziyaret eden meşhur âlim Abdüllatif el-Bağdâdî onun hakkında şu sözleri sarf etmiştir: “Huzuruna vardığımda gözleri heybet, kalpleri muhabbetle dolduran bir hükümdar gördüm. Arkadaşları ona benzemeye çalışıyorlar, birbirleriyle iyilikte yarı­şıyorlardı. Huzuruna çıktığım ilk gece meclisini âlimlerle dolu buldum. Bu âlimler çeşitli ilim dallarında konu­şuyorlardı. İnsanlar, onda peygamber­lerde gördükleri meziyetlere benzer özellikler gördüler. İyi, kötü, Müslü­man ya da kâfir olsun herkes tarafın­dan seviliyordu.”

Sözüne sadık, insani duyguları kuvvetli biriydi. Hata yapanları, ken­disine kaba davrananları ve suçluları affetmekten yanaydı. Hep şöyle derdi: “Haklı olarak cezalandırmaktansa af hususunda hata yapmayı tercih ede­rim.” Ama bunun da istisnaları vardı. Mesela Fatımîlere önce yumuşak dav­ranmış, ancak düşmanlarla birleşe­rek aleyhinde komplo hazırlamaları üzerine tutumunu değiştirmişti. Haçlı lideri Renauld de Chatillon’u yeminle­rini sık sık bozduğu için öldürmüştü. Bu kararı verdiği sırada hükümdarla­rın öldürülmesinin âdet olmadığını, ancak onu yeminlerini tutmadığı için öldürdüğünü söylemiştir. Kudüs ve sa­hil bölgesinin fethi sırasında Haçlılara gösterdiği merhametli davranışları Av­rupalı tarihçilerce büyük bir takdirle karşılanmıştır. Templier (Tapınak) ve Hospitalier şövalyelerine karşı da sert davrandığını biliyoruz. 3. Haçlı Sefe­ri’ne komuta eden İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard’ın Akka’da aman dile­yen Müslümanları kılıçtan geçirme­sinden sonra o da misilleme olarak ele geçirdiği Haçlıları öldürtmüştür.

Hayatı boyunca verdiği sözden döndüğü ve ahdine vefa göstermediği görülmemiştir. Bu yüzdendir ki Haçlı Seferlerindeki en büyük rakibi Arslan Yürekli Richard ve onun nezdinde Av­rupa’nın büyük saygısını kazanmıştır.

Askerleri ona karşı itaatkârdı; çün­kü adamlarına, askerlerine ve me­murlarına arkadaş gibi davranırdı. Herkes onun yanında kendisini rahat hisseder, bir sultan ile oturduğunun farkında olmazdı. Bu yüzden fikirleri­ni çekinmeden ona açabilirlerdi.