Dostunu hoş gör düşmanına adil ol!
Selahaddin Eyyubî emsalsiz bir komutan, kabul! Peki kalbinin pusulası nereye işaret eder, zihninin çarkları nasıl işler, meşrebi zamane insanına neler söylerdi? Muharrem Kesik vefatının 822. yılında Kudüs Fatihi’nin bilinmeyen çehreleriyle tanıştırıyor bizi.
Müslümanlar onun şahsında ideal bir devlet adamı bulurken Haçlılar gerçek bir kahraman görmüşlerdi. Batılılar dahi karanlık Ortaçağ Avrupa’sının üzerine Doğu’dan bir güneş gibi yükselen bu İslam kumandanı karşısında hayranlıklarını gizleyemediler.
Yaşadığı asırdan itibaren Doğulu veya Batılı yazar ve şairlerin eserlerinde kendisinden övgüyle bahsedildi, hatta onu kendi milletlerine mâl etmeye çalıştılar. Mehmed Akif, Çanakkale şehitleri için yazdığı şiirinde, “Şarkın en sevgili sultanı Salâhaddin” diye selamladı onu. Eyyubîler Devleti’nin kurucusu, Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubî’den (1138-93) bahsediyoruz.
Tarihî kaynaklarda, film ve romanlarda etrafına korku saçan, heybetli ve sert bir savaşçı olarak tasvir edilen bu kumandanın başarılarının arka planında ince düşünceli ve hassas bir insan yatar. Sultan Selahaddin merhametli, güler yüzlü, cömert, yumuşak huylu, vakar sahibi, sağlam iradeli ve mert bir liderdi. Fiziki özellikleri hakkında bir şey bilmiyor olsak da onun Çevganda (Polo’ya benzer bir oyun) gösterdiği başarı, kolay yorulmayan ve çevik bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Hayatı at sırtında geçmiş, son derece enerjik bir kumandandı.
Hulefa-yı Râşidin devrini yeniden canlandıran bir hükümdar olarak yâd edilen bu Sultan’ın muvaffakiyetinin ardındaki şahsi özelliklerini vefatının 822. yılında hatırlayalım istedik. İşte İslamın yetiştirdiği en büyük kumandanlardan Selahaddin Eyyubî’yi bugünün yöneticilerine ilham olacak cinsten liderlik sırları.
Selahaddin Eyyubî’nin şahsiyeti üzerinde Zengîler Devleti’nin ünlü hükümdarı Nureddin Mahmud Zengî’nin (1146-74) büyük etkisi olmuştur. Selahaddin, ölümüne kadar Mısır’ı Nureddin’in naibi sıfatıyla idare etmiş, iç ve dış düşmanlara karşı korumuş ve bu bölge için gerekli idarî, askerî, kültürel ve iktisadî reformları yaparak ülkeyi içte ve dışta itibarlı hale getirmiştir. Yemen, Hicaz, Libya ve Kuzey Sudan’ı kontrolü altında tutan Selahaddin, 3. Haçlı Seferi sırasında verdiği mücadele ve sağlam duruşu ile İslam dünyasının kahramanlık sembolü haline geldi. Aynı zamanda imarcı, kültürel ve insani değerlerin koruyucusuydu. Zamanını ilim, cihad veya devlet işleriyle geçirirdi.
Nureddin Zengî’nin ölümünden sonra iki ana gaye uğrunda çaba harcadı: 1) Nureddin döneminde oluşturulan siyasî birliği dağılmaktan korumak ve onun zamanında girişilen imar faaliyetlerini devam ettirmek, 2) bir türlü gerçekleştirilemeyen Kudüs’ün ve sahil bölgelerinin Haçlı istilasından kurtarılıp İslam dünyasını düştüğü içler acısı durumdan çıkarmak. İlk hedefine 10 yıldan fazla süren bir mücadelenin ardından ulaştı. Hıttin zaferi ve sahil bölgesinin fethiyle ikinci gayesine ulaşmasına az kalmıştı ki, 3. Haçlı Seferi buna engel oldu. İslam dünyasının kendisini yalnız bırakmasına rağmen Haçlılara karşı giriştiği amansız mücadele, gösterdiği gayret ve sebat Avrupalılara Kudüs’ü geri almanın imkânsızlığını gösterdi. Böylece Nureddin’in ölümüyle boşalan mevkii hakkıyla doldurup ondan devraldığı İslam sancağını daha ileri taşıyarak emsalsiz bir lider olduğunu ispatladı. Ölümünden sonra yerini doldurabilecek bir lider çıkmadığı için sahilde birbirinden ayrı üç bölgeye sıkıştırılmış olan Haçlı devletleri varlıklarını bir asır daha devam ettirebildiler.
Cömertliği dillere destandı. Öldüğünde has hazinesinde topu topu 1 Mısır dinarı (altın para), 36 ya da 37 Nasırî dirhemi (gümüş para) vardı. Bir şey vereceği zaman uzun uzadıya düşünmezdi. Akka önlerinde Haçlılar karşısında kaldığı süre içinde develer hariç 18 bin at ve katır masraf etmişti. Harcadığı para, altın, elbise ve silahların tespiti ise mümkün değildi. Mısır’daki Fatımî Devleti’ni ortadan kaldırdığı zaman (1171) sayılamayacak kadar çok ve çeşitli zahire ele geçirmiş ancak hepsini halka dağıtmıştı. O dönemde çok zengin olan Âmid (Diyarbakır) şehrini ele geçirince ganimeti arkadaşlarının itirazlarına rağmen Artuklulardan Nureddin b. Kara Arslan’a vermişti. Savaşta kendi atını askere verir, başkalarından at isterdi. Herkes onun atına biner, ondan iyilik ve ihsan beklerdi. Bir kaynak 3. Haçlı Seferi sırasında askerlerine 12 bin at dağıttığını söyler.
Veziri ve sır kâtibi Kadı Fadıl, kardeşi el-Melikü’l-Adil, yeğenleri Takiyyüddin ile Ferruhşah gibi akrabalarının, birçok değerli bürokrat, ilim adamı ve kumandanın Selahaddin’in başarısındaki payı büyüktür. Tevazu gösterip onlara danışmaktan ve başarılı uygulamalarını örnek almaktan çekinmemesi askerlik dehası ile ilmi buluşturup çağdaşlarının kolay kolay göze alamayacağı başarılara imza atmasını sağlamıştır.
Hiç kimseye karşı büyüklük taslamaz, asla kibirlenmezdi. Kibirlenen hükümdarları ayıplardı. Fakirler ve dervişler yanında toplanır, semâ merasimleri düzenlerlerdi. Biri semâ için kalksa o da ayağa kalkar ve semaını bitirinceye kadar oturmazdı.
İyi bir eğitim görmüş olup Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Farsça biliyordu. Kur’an-ı Kerim ve Ebu Temmam’ın el-Hamase adlı eseri ezberindeydi. Tarih bilgisine sahipti ve tarihî tecrübelerden sık sık faydalanırdı. Onun meclisinde bulunanlar hiç kimseden duymadıkları bilgileri ondan öğrenirlerdi. Silefî, Kutbeddin en-Nişaburî, İbn Avf ve İbn Şeddad gibi zamanındaki büyük din âlimlerinden hadis ve fıkıh dersleri almıştı. Bununla birlikte fakihlerin münakaşalarından ve felsefecilerden hoşlanmazdı. Müneccimlerin verdiği haberlere ise asla itibar etmezdi. Amelde Şâfî, itikadda Eşari’ydi.
Yeğeni Takiyyüddin’i kendisinden şikâyetçi olan bir kişiyle birlikte hâkim huzuruna çıkmaya zorladığı bilinir. Akka karşısında karargâh kurduğu sıradaydı; ordu kadısı ile birlikte at sırtında dolaşırken bir Yahudi onlara şöyle bağırdı: “Müslümanların şeriatından (hukukundan) yardım diliyorum.” Gulâmlar (askerler) hemen adama sordular: “Kimden şikâyetçisin, sana haksızlık yapan kimdir, bize söyle.” Yahudi cevap verdi: “Sultan’ın kendisi. Gulâmları bana tecavüz etti.” Bu sözleri işiten Sultan’ın canı çok sıkıldı ve derhal atından indi. Onu gören kadı da hemen atından indi. Sultan Selahaddin, kadının karşında Yahudi ile yan yana durdu. Yahudi kadıya anlatmaya başladı: “Ben Şam tacirlerindenim. Deniz yolu ile İskenderiye’den geliyorum. Yanımda 20 yük şeker vardı. Akka limanına çıkınca adamlarınız beni soydular ve bana, sen kâfirsin, malların Sultan’ın hakkı, dediler.” Bunun üzerine Selahaddin şekere el koyanları getirtti. Bunlar şekeri hazineye teslim ettiklerini söylediklerinden şekerin bedeli Yahudi tacire ödendi.
Bir gün adamlarından biri bir deveci hakkında şikâyette bulunmuştu. Bunun üzerine Sultan, “Müslümanların aralarındaki anlaşmazlıkları çözen kadıları vardır. Mahkemeye şikâyet kapısı herkese açıktır. Ben inzibatı temin ile mükellefim. Mahkeme senin hakkında gerekli gördüğü kararı verir” demişti.
Sultan Selahaddin küçük hataları görmezlikten gelir, kızmazdı. Bir gün ileri gelen adamları ile birlikte otururken çocuk yaşta olan gulâmlar oyun oynuyorlardı. Bunlardan biri ayağındaki sandaleti çıkarıp arkadaşına fırlattı, ancak ayakkabı Sultanın dizinin dibine düşmesin mi! O ise bir gönül sultanına yakışır biçimde hemen yüzünü başka tarafa çevirdi ve yanındakiyle konuşmağa devam ederek hadiseyi görmemiş gibi davrandı.
Bir defasında sıcak bir günde adamlarından su istedi fakat su getirilmedi. İkinci ricasında yine kimseden ses çıkmadı. Üç, dört, beş. Su getiren yoktu. Bunun üzerine dayanamayarak “Dostlar, vallahi susuzluktan öleceğim” deyince suyu içmek kısmet oldu.
Yine bir defasında çok ağır bir hastalığa yakalanmış, hatta öldüğüne dair şayialar çıkmıştı. Hastalıktan kurtulup iyileşince hamama götürüldü. Su çok sıcaktı, soğuk su istedi. Hizmetçi soğuk su getirirken suyun bir kısmı yere döküldü; kalan kısmını Sultan’a verdi. Sultan hizmetçinin zayıflığından dolayı üzüldü, sonra tekrar soğuk su istedi. Hizmetçi su getirirken bu kez su kabı elinden düştü ve suyun tamamı Sultan’ın üzerine döküldü. Bunun üzerine Selahaddin Eyyubî karşısında korkudan titreyen gulâma tek bir cümleyle mukabele etti: “Eğer beni öldürmek istiyorsan haber ver”.
Güler yüzlü olup yüzünü asmazdı. İnsanlar hakkında iyi sözler söylenmesini ister, kendisi de seviyesi düşük ve kaba sözler sarf etmezdi. Sultan’ı Kudüs’te ziyaret eden meşhur âlim Abdüllatif el-Bağdâdî onun hakkında şu sözleri sarf etmiştir: “Huzuruna vardığımda gözleri heybet, kalpleri muhabbetle dolduran bir hükümdar gördüm. Arkadaşları ona benzemeye çalışıyorlar, birbirleriyle iyilikte yarışıyorlardı. Huzuruna çıktığım ilk gece meclisini âlimlerle dolu buldum. Bu âlimler çeşitli ilim dallarında konuşuyorlardı. İnsanlar, onda peygamberlerde gördükleri meziyetlere benzer özellikler gördüler. İyi, kötü, Müslüman ya da kâfir olsun herkes tarafından seviliyordu.”
Sözüne sadık, insani duyguları kuvvetli biriydi. Hata yapanları, kendisine kaba davrananları ve suçluları affetmekten yanaydı. Hep şöyle derdi: “Haklı olarak cezalandırmaktansa af hususunda hata yapmayı tercih ederim.” Ama bunun da istisnaları vardı. Mesela Fatımîlere önce yumuşak davranmış, ancak düşmanlarla birleşerek aleyhinde komplo hazırlamaları üzerine tutumunu değiştirmişti. Haçlı lideri Renauld de Chatillon’u yeminlerini sık sık bozduğu için öldürmüştü. Bu kararı verdiği sırada hükümdarların öldürülmesinin âdet olmadığını, ancak onu yeminlerini tutmadığı için öldürdüğünü söylemiştir. Kudüs ve sahil bölgesinin fethi sırasında Haçlılara gösterdiği merhametli davranışları Avrupalı tarihçilerce büyük bir takdirle karşılanmıştır. Templier (Tapınak) ve Hospitalier şövalyelerine karşı da sert davrandığını biliyoruz. 3. Haçlı Seferi’ne komuta eden İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard’ın Akka’da aman dileyen Müslümanları kılıçtan geçirmesinden sonra o da misilleme olarak ele geçirdiği Haçlıları öldürtmüştür.
Hayatı boyunca verdiği sözden döndüğü ve ahdine vefa göstermediği görülmemiştir. Bu yüzdendir ki Haçlı Seferlerindeki en büyük rakibi Arslan Yürekli Richard ve onun nezdinde Avrupa’nın büyük saygısını kazanmıştır.
Askerleri ona karşı itaatkârdı; çünkü adamlarına, askerlerine ve memurlarına arkadaş gibi davranırdı. Herkes onun yanında kendisini rahat hisseder, bir sultan ile oturduğunun farkında olmazdı. Bu yüzden fikirlerini çekinmeden ona açabilirlerdi.