Doğu’dan tarih aşıran Batı

PROF. DR. MİM KEMAL ÖKE
Abone Ol

Hırsızlık konuları, Doğu’daki tarihçiler ve İslam dünyasındaki bilim adamları tarafından çoktan beridir söylenmektedir. Ama bunların Cambridgeli bir bilim adamı tarafından ‘ikrar’ edilmesi önemlidir. Cambridge emperyal İngiltere’nin simgesidir her şeyiyle. Eh, anlayın artık kitabın değerini.

Derin Tarih dergimizden bana tanıtım/ eleştiri için her ay kitap gönderen kim ise ya çok latifeşinas bir kardeşimiz ya da her posta ile 'mim nokta'mdan yakalamayı pek iyi bilecek derecede hakiri iyi tanıyor! Çünkü bu sefer gelen eser Cambridge Üniversitesi'nden hocam Prof. Dr. Jack Goody'nin (çev: Gül Çağalı Güven) Tarih Hırsızlığı (İstanbul, İş Bankası Kültür Yayınları: 2012, 420 sayfa) idi. Tam bir nostaljik akıntının içine bırakıverdi beni. 40 yıl öncesine gidiverdik birden. Tarih fakültesindeki öğrencilik yıllarıma… Prof. Goody 1919 doğumludur. Aslında antropolog. Tarihi kültürel antropolojinin prizmasından algılıyor. Cambridge'de deha olarak gösterilir, 'lecture'ları soluksuz izlenir, eserleri müthiş tutulurdu. St. John's College'de yüksek masada birlikte yemek yediğimizi hatırlıyorum. Ama onu en son İngiltere'de 1977'de çıkarttığı, Türkiye'de ancak 2001'de yayınlanabilen Yaban Aklın Evcilleştirilmesi adlı çalışmasında bırakmışım. Hocaya sağlık diliyorum, bakınız Tarih Hırsızlığı'nı 2006'da bitirmiş, yani 93 yaşında!

Kusura bakmayınız, her zaman söylerim, profesör olunur, eyvallah iyi de şu akademik çevremizde kaç kişi profesör 'olduktan' sonra okur-yazarlığını sürdürüp profesör 'kalmayı' becerebiliyor? Profesör oldum ya yeter, deyip bırakılıyor kalem. Oysa ki profesör olmak kadar, profesör olarak 'ölmek' de önemlidir. Goody'nin bu kitabı, bu tespite vesile olması açısından bile zikretmeye değerdi vesselam.

Jack Hoca, kitabın amacını şöyle ortaya koyuyor:

“Tarih hırsızlığı, tarihin Batı tarafından ele geçirilişi anlamına geliyor. Bu da geçmişin Avrupa, çoğu zaman da Batı ölçeğinde bilinenlere göre kavramsallaştırılıp sunulmasını, ardından da dünyanın geri kalanına dayatılmasını ifade ediyor (s.1)”

Yani Batılının elinde tarih, MFÖ'nün “Sen neymişsin be abi” parçasındaki gibidir. Her şeyi Batılılar bulmuş (icat eylemiş), kısacası tarihi onlar sürüklemişlerdir. Diğer halklar -ilkeller/ barbarlar- Batı'yı izlemiş, tarihin akışının kıyısında pinekleyedurmuşlardır. İşte bu tür bir Avro- merkezci bilimselliği sorguluyor Goody. Ve Avrupa'nın “Ben buldum” diye böbürlendiklerinin Afrika ve Asya'da da zaten bilindiğini, üstelik buraların Batılı tarafından 'aşırıldığını' itiraf ediyor.

Batı'ya bir 're-orient ayarı' gerek
Antikite, feodalite ve sanayileşme evrelerinde bir gezintiden (1. Bölüm) sonra Batı'nın o bizim her dem kitaplarını okutmadan doçent yapmadığımız meşhur akademisyenlerini eleştirip (2. Bölüm), kurumsal/kavramsal bağlamda dokunuşlarıyla (3. Bölüm) eserini noktalıyor. Batılılara da eğer beni iyi okursanız, Doğu'ya ilişkin görüşleriniz/peşin hükümleriniz değişebilir, der gibi oluyor. Doğrudur, Batı'nın Doğu (Orient) karşısında kendisini/bakış açısını 'Re-Orient' etmesi (yeniden değerlendirmesi) gerekmektedir. Artık Oryantalizm, son tüketim tarihi çoktan geçmiş bir emperyalist okumadır. Kitap, bunu da hatırlatıyor.

Size açıkça bir şey söyleyeyim: Çok kültürlülük açılımı ile birlikte sosyal bilimlerde -epistemolojik olarak- Avro merkezli tarihselcilikten, 'uygarlıklar çalışmaları' yaklaşımına doğru paradigmik bir sıçrayış çoktan beri yaşanıyor. Avrupa'nın lokomotifi olduğu tekil bir tekno-bilimsel uygarlık modeli yerine kültürel bağlamda farklı ve çeşitli uygarlıkların bir arada yaşadığı, yarıştığı ve etkileşimde bulunduğu daha antropolojik ve çoğul bir tarih akışı tarihin felsefesini oluşturuyor.

Goody'nin eseri o açıdan ilk değil. Dahası, hırsızlık konuları, Doğu'daki tarihçiler ve İslam dünyasındaki bilim adamları tarafından çoktan beridir söylenmektedir. Ama bunların Cambridgeli bir bilim adamı tarafından 'ikrar' edilmesi önemlidir. Cambridge emperyal İngiltere'nin simgesidir her şeyiyle. Eh, anlayın artık kitabın değerini.

Bizim üniversitelerimizde Uygarlık Tarihi okutulur. Ben de bu dersleri veriyorum. Çoğu meslektaşımız bu derslerde Avrupa'nın 'allayıp pullayıp pazarlamacılığını' yaparlar nedense! İşte bu kitap, o derslerin kaynak kitabı olmalıdır. Pozitivistlere, laikçilere ters gelebilir ama...

Jack Hoca'nın eserinde (10. Bölüm) “Çalınan Aşk: Avrupalıların Duygular Üzerindeki Hak İddiaları” diye bir bölüm var. Tasavvufa şöyle bir değinmiş geçmiş (s. 324-5). Kitaba ilişkin en ağır hayal kırıklığımı burada yaşadım. Konuyu yakalamış ama anlatamamış. İşte Batılı vicdanlı bilim adamlarının da ikilemi bu: Yaptıklarımız yanlıştı, şimdi yeniden kafaları değiştirip yazalım diyorlar ama orada da nefes yetmiyor işte!

İlme 'aşk' ile bağlanmalı. Jack Goody bu yaşında, kariyerinin zirvesinde iken (British Academy üyesi) holding veya kokteyl profesörlüğü ile emekliliğini geçirmeyip yukarıda akademik kaygılarla hâlâ bir şeyler yapmalıyım diye uğraşıyorsa, ben bu adama “Sen neymişsin be abi” derim doğrusu! Bu kitabı bulup yayınladığı için İş Bankası Kültür Yayınlarını da tebrik ederim. (Not: Şu banka kültür yayınları mağazalarını etkin/verimli işletmeyi de bir becerebilse! Kaç kez Beşiktaş'taki mağazanın kapısında ağaç oldum; açan yok, gelen yok. Diğerleri de farklı değil.)

Kuzey Afrika'nın cana şifa ilahileri
Goody kitabında, ezcümle aşkı Avrupa'ya Endülüs'ten etkilenen 'Trubadur'lar öğretti (s. 320) diyor. Ben de o cenahtan girip size bir ilahi albümü tanıtayım. Fakat önce biraz malumatfuruşluk eyleyelim. Öncelikle 'trubadur' ozan anlamında kullanılmaktadır. Kelimenin Arapça 'tarab'dan (esrime) geldiği varsayılır. Müzik, aşk ile yapıldığında insanı vecd/istiğrak haline sokar, diye anlatılır. Dolayısıyla tasavvuf musikîsinin kökeni bu ihtiyaçta aranmalıdır.

Yine Goody, Batı'nın dünya uygarlıklarından yaptığı 'çalıntılar' içinde aşkı da sayıyor ya, işte İslam dünyasında o aşkın 'eğitimi' vardır, onun da adı 'tasavvuf”tur.

Eğer trubadurlar Magrip'ten Endülüs'e gelmişlerse, biz de dikkatimizi, önümüzdeki ilahi albümü vesilesiyle Kuzey Afrika'ya çevirelim.

CD'nin adı Tuba Ağacı. İcra eden, Ender Doğan. İçinde Kuzey Afrika'da yaygın Arusiye tarikatının Türkiye kolunun mürşitlerinin güftelerinden nakşolunmuş ilahiler var. İlahi albümlerinin giderek azaldığı günümüzde o boşluğu dolduracak nefis bir külliyatla karşı karşıyayız.

Kuzey Afrika'yı, hassaten Trablusgarp'ı hem feth, hem de idareci olarak ihya eden Turgut Reis'in ahfadı Cenab-ı Esseyid Mehmed Faik Erbil Efendi'nin ilahi şeklinde gönülden dökülmüş kelam-ı kibarları, tam bir tarikat zikri adabı içinde bestelere büründürülmüş.

İcra heyeti de, mutrıp (bu da tarab'dan gelir) heyeti de, bütün bunları teknolojiye uyarlayan zevat da güzel eylemiş.

Origami Yapım'dan çıkan bu albümü 'cana şifa' kabilinden sizlere tavsiye ediyoruz. Öyle ki, şairin dediği gibi, “İksir-i azamdır nutk-ı ehlullah/ Yek nefeste hâki kimya ederler”.