Bursa'nın Türkçe ezanla imtihanı
Türkiye halkı 1932’de başlayan Türkçe ezan ve kamet emriyle adeta özgürlüğü elinden alınmış bir kuş gibi kafese mahkûm edilmişti. Peki uygulamanın sona erdiği 1950 yılına kadar hiç kimse itiraz etmedi mi bu yasaklara? Ettiyse başlarına neler geldi? Gelin bir örnekle bunu anlamaya çalışalım.
1 Şubat 1933 Çarşamba günü Bursa Vakıflar (Evkaf ) Müdürü Faik Bey, odacının getirdiği mektupları okumaktaydı. Üzerindeki damgaya bakılırsa biri Bursa’dan geliyordu. Faik Bey şikayet olduğunu düşünerek ehemmiyet vermedi önce. Mektubu açtığındaysa şu satırlarla karşılaştı:
“Bana bak! Ben Bursalıyım. Seninle valinin Bursa’yı karıştırdığınızı biliyorum. Ben İstanbul’dan geldim, orada Arapça ezan okunuyor ve Arapça kamet veriliyor. Yarından itibaren burada da Arapça ezan okunmazsa büyük bir felaketle karşılaşacaksın. Bundan başka hayatınız da tehlikede kalacaktır, (bunu) valiye de söyle.”
Faik Bey mektubu yanındaki polis müdürüne gösterdi. Kendisine de böyle mektuplar geldiğini belirten polis müdürü, yazılanları ciddiye almamasını söyledi.
Faik Bey o gün öğle yemeğine çıkmayarak vaktini dairede geçirdi. O sırada Ulucami’den çıkan cemaat, 10-15 kişilik gruplar halinde müdüriyet binasına doğru ilerliyordu. Geldiklerini gören Maarif mimarı Nedim Bey kalabalığa “Ne var, ne istiyorsunuz? Yaptığınız ayıp değil mi? Hükümete böyle mi gelinir? Senelerce kan dökerek koca bir inkılap yaptık, siz hâlâ bu kafada gidiyorsunuz!” diye bağırmaya başladı.
“Türkçe ezan istemeyiz”
Atışma devam ederken Faik Bey saat 13:30 civarında dışarıdan, “Allah’ını seven Evkaf Müdüriyeti’ne gelsin!” diye bir ses duyunca polise telefon etti. Telaştan olacak, meramını iyice anlatamadı, nitekim polisler gelmedi.
Camiden çıkanlar Vakıflar Müdürlüğü’nün önüne ulaştılar. Bir kısmı dışarıda bekledi, 18-20 kadarı da müdürün odasına girdi. “Türkçe ezan istemeyiz...” diyor, acilen bir açıklama bekliyorlardı. Faik Bey cevap vereceği sırada telefon çaldı. Arayan polisti. İstenilen kuvvetin Evkaf Müdüriyeti’ne mi getirileceğini sordu. “Evet” dedi Faik Bey, “Evkaf Müdüriyeti’ne.” Sonra Arapça ezan taraftarlarına, verilen bu emri değiştirme yetkisinde olmadığını söyleyerek valiye gitmelerini önerdi.
Olayın devamı, Bursa Belediye Başkanı Muhittin Bey’in anlattıklarına göre şöyle gerçekleşmişti:
“Saat 2’ye geliyordu. Belediye zabıtası müdürü Rıfkı Bey koşa koşa gelip haber verdi. Camiden çıkanlar meraklıların da iltihakıyla büyüyen kalabalık hükümet meydanına doğru yürüyordu.”
Muhittin Bey, Bursa Valisi Fatin Bey’i aradı. Evinde istirahat ettiğini öğrenince de arabasına binip kalabalığın olduğu yere sürmesini istedi şoförden. Hükümet konağının önündeki kalabalığı görünce orada bulunan bir memurdan kalabalığın dağıtılmasını istedi. Ardından Fatin Bey’in evine uğrayıp gördüklerini anlattı. Hükümet konağına döndüklerinde eylem yapanların yerinde yeller esiyordu. Polis kalabalığı çabucak dağıtmış, 11 kişi de yakalanmıştı.
Muhittin Bey yakalananlara bakarak hadise çıkaranların Bursalı olmadığını düşündü. Ona göre bu irtica hareketi daha mühim bir olayın başlangıcıydı ve suçlular şiddetle cezalandırılmaydı. Kanaatini hemen Fatin Bey’e açıkladı.
İşin ilginç yanı, yakalananların ertesi gün serbest bırakılmasıydı. Muhittin Bey kararı beğenmediğini şöyle ifade ediyordu:
“…Şunu da unutmamalı ki ben Londra’nın, New York’un, Belgrad’ın, Sofya’nın değil, Bursa’nın Belediye reisiyim. Bu düşünce ile doğrudan doğruya inkılaplarımızı hedef yapan bir harekete hiçbir suretle müsamaha edemeyeceğimi anladım. Vali beye de malumat vererek hükümeti vaziyetten haberdar eylemek üzere Ankara’ya gittim.”
Muhittin Bey Cuma günü hükümet merkezinde önce Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri Recep Peker, ardından İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Bey’le görüşmüş, Ankara’da bulunan bakanların toplantısında yaptığı açıklamalarla hükümetin ileri gelenlerinden büyük alaka görmüştü.O sırada İzmir’de yurt gezisinde olan Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’dan aldığı mektupta, ezanın Arapça okunmasını isteyen bir grubun Bursa’da valiliği bastığı yazıyordu. Paşa, İzmir gezisini erteleyerek olayın aslını öğrenmek üzere derhal yola çıktı. Bursa’ya varmak üzere olduğunu haber alan Muhittin Bey de akşama doğru Ankara’dan ayrılarak Bursa’ya hareket etti.
6 Şubat gecesi Mustafa Kemal Paşa’nın Bursa’da Ceylan Köşkü denilen ahşap binada arkadaşlarıyla yemek yediği, ardından da bir konuşma yaptığı iddia edilir. Bursa Nutku olarak bilinen bu konuşmada Mustafa Kemal’in Türk gencine şöyle sesleniği rivayet edilir:
“Bunları (rejimi ve inkılapları) zayıf düşürecek en küçük veya büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, ‘Bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır’ demeyecektir. Hemen müdahale edecektir.”
Eğer o gece öyle bir konuşma gerçekleştiyse niçin hiçbir gazetede veya kayıtta yerini almamıştır o sözler? Neden Mustafa Kemal Paşa ve orada bulunan 15 kadar arkadaşı bu nutuktan bir kelime dahi bahsetmemiştir?
Aslına bakarsanız, Bursa Nutku ilk olarak 1947’de Rıza Rüşen Yücer’in Atatürk’e Ait Birkaç Fıkra ve Hatıra adlı kitabında neşredilir. Kitap pek itibar görmez. Ama 1949’da Celal Bayar’ın 2. DP Büyük Kongresi’nde okutturmasıyla halkın kulağında çınlamaya başlayacaktır. Sonraları neredeyse her muhalifin kendisini iktidar yapacağına inandığı yegane formül olarak piyasaya sürülecektir.
Mustafa Kemal Paşa Bursa’dan ayrılmadan önce Anadolu Ajansı’na Türkçe ezanla ilgili bir açıklamada bulunur:
“Bursa’ya geldim. Hadise hakkında alakadarlardan malûmat aldım. Hadise haddi zatında fazla ehemmiyeti haiz değildir. Her halde cahil mürteciler cumhuriyet adliyesinin pençesinden kurtulamayacaklardır. Hadiseye dikkatimizi bilhassa çevirmemizin sebebi, dini siyaset ve herhangi bir tahrike vesile etmeğe asla müsamaha etmeyeceğimizin bir daha anlaşılmasıdır.”
Bursa hadiselerinden birkaç gün sonra şehrin 3 mühim memuruna işten el çektirildi. Bunlardan biri Bursa Müftüsü Nureddin Efendi, diğeri Sulh Ceza Hakimi Hasan Bey, üçüncüsü de Savcı Sakıp Bey’dir.
Müftü Efendi, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından bildirilen ezan ve kametin Türkçe okunması emrini anlamamış, bunları diğer çalışanlara açıklamamıştır. İşini bırakmak zorunda kalan Nureddin Efendi, bir rivayete göre mahkemeye sevk edilmiştir.
- Türk halkının büyük tepkiyle karşıladığı bu uygulama elbette edebiyatın zarif ve keskin dilinde de karşılığını bulacaktır. Örneğin İsmet Özel ezanın Türkçe okunma zorunluluğunun olduğu dönemi meşhur “Amentü” şiirinin bir bölümünde şöyle anlatır:
- …
- Çanlar sustu ve fakat
- binlerce yılın yabancısı bir ses
- değdi minarelere:
- Tanrı uludur Tanrı uludur
- polistir babam
- Cumhuriyetin bir kuludur...
“Cahil mürteciler”
Sulh Hakimi Hasan Bey’in görevinden uzaklaştırılmasının 1 Şubat hadisesiyle alakası olmadığı söylenmektedir. Savcı Sakıp Bey’in ise Adalet Bakanlığı’na, hapishanede Türkçe ezan karşıtı tutuklu bulunmadığı halde 30 kişinin tutuklandığını haber veren bir telgraf yazdığı iddia edilmiştir.
Daha sonra Bursa Belediye Reisi Muhittin Bey Ankara’ya gidip suçluların tahliye olduğunu söylemiş, böylelikle Sakıp Bey’in üzeri de çizilmiştir. Aslına bakarsanız, Sakıp Bey böyle bir belge yollamadığını çok tekrar etmiştir ama neticeyi değiştirememiştir.
Cumhuriyet gazetesinin 8 Şubat 1933 tarihli haberinden ezan hadisesinin ne kadar ciddi bir sorun haline geldiğini görmek mümkün:
“Evvelce Ulucami’de okuduğu bir hutbede Türkçe ezan istemediğinden bahsettiği için mahkemeye verilen Hafız Tevfik’in hatiplikten azledildiği Evkaf Umum Müdürlüğü’nden buraya bildirilmiştir. Bu hatibin ve buna benzer diğer hatiplerin başlarından sarıklarının alınması için vilâyet, evkaf ve polis müdürlüklerine emir verilmiştir.”
İzmir Anadolu Ajansı’ysa “Bursa’da birkaç beyinsizin çıkardığı hadise muhitimizde büyük bir nefretle karşılanmıştır” açıklamasıyla hâlâ hükümetin yayın ve fikir organı olduğunu belli etmekteydi.
2 Mayıs 1933’e gelindiğinde Türkçe ezan ilk kurbanlarını -resmî olarak- parmaklıklar arkasına yollamıştı. Tek partinin demirden vicdanı, ezanın Arapça okunmasını talep eden 19 Müslümanı mahkûm etti. Bunlardan 18’i birer sene ağır hapse, Süleyman oğlu Hafız Tevfik (Ulucami hatibi) 2,5 sene ağır hapse mahkum edildi. Ayrıca cezaları kadar da emniyet-i umumiye nezareti altında tutulmalarına ve hepsinin 4,800 kuruş yargılama masrafına çarptırılmalarına karar verildi.
Bu kadar eziyet, zulüm, sindirme ve susturma politikasını yamalı bohça gibi bir dini kabul ettirmek uğruna uygulayanların en ürpertici eseri(!), cenaze namazı kıldıracak hocaların olmadığı köyler bırakmak olacaktı.
Milletlerin büyüklüğü mazisinde gizlidir. Bizim gibi mazisiyle barışamayan milletler her zaman tökezlemeye mahkum kalmışlardır. Ezan gibi din mefhumunu günlük hayat içinde canlı tutan en önemli uygulamaya devletin diktacı gölgesinin düşmesi 80 yıl evvel demokrasi ve laiklik yolunda alınacak daha çok yolumuz olduğunu göstermişti. Ya şimdi? Bir arpa boyu yol aldık mı dersiniz?