Burhan Apaydın: ‘27 Mayıs darbesini önleyebilirdim’
Ömrünü Menderesve Demokrat Parti’ye adamış, hakikatpeşinde koşan bir hukukçu Burhan Apaydın'la ölümünden 5 gün önce gerçekleştirilen son röportaj olan bu değerli söyleyişiyi Derin Tarih dergisinden Burcu Bulut kaleme aldı.
Burhan Apaydın, adı Adnan Menderes ile özdeşleşen, aldığı her davayı kazanan duayen bir avukat. Kendisiyle görüşmek üzere Fenerbahçe’deki evine doğru yol alırken elimde en son çıkan kitabı Adalet Savaşçısı’yla geçmişte yolculuk ediyorum. Tarih 27 Mayıs’ı gösteriyordu. Evlerinin önüne geldiğimde kapıyı güler yüzüyle eşi Beyhan Apaydın açıyor. Beyhan Hanım, Demokrat Parti’nin kurucularından Mehmet Emin Develioğlu’nun kızı. Rahatsızlığından ötürü son zamanlarda pek de fazla konuşmayan Apaydın ile sohbetimiz başladığında ağzından çıkan her bir kelimenin tarihi aydınlattığına şahit oluyorum. Beyhan Hanım da bu tarihin çok önemli bir parçası olarak bize eşlik ediyor.
Sıradışı bir hayat öyküsü onunkisi. 27 Mayıs İhtilali’nden sonra İstanbul Barosu yönetim kurulunun yasağına rağmen Yassıada duruşmalarında Adnan Menderes için çarpışıyor, ta ki savunmadan alınıp kendisi de 27 Mayısçılar tarafından zindanlara atılıncaya kadar! “İşte o zindanlar beni bu hale getirdi, sağlığımı kaybettim” derken gözleri buğulanıyor.
Sadece sağlığını kaybettiği için değil, en çok da kendisine “küçük kardeşim” diyen Adnan Menderes’e son görevini yerine getiremediğinden… Şimdiye kadar sayısız davaya bakan Burhan Apaydın için Menderes davasının yeri apayrı. 27 Mayıs döneminin ancak Tahkikat Komisyonu’nun hazırlamış olduğu raporlar yayınlanırsa gerçek anlamda anlaşılacağını düşünüyor. “Bu hafta Meclise başvuracağım” derken 89 yaşındaki emektar avukatın verdiği savaşın henüz bitmediği anlaşılıyor.
Söyleşiyi gerçekleştirdiğimiz tarihi de bir tarafa not etmek istiyorum. Zira 15 Nisan 2013’te yapılan bu önemli görüşme efsanevî hukukçu Burhan Apaydın’la yapılan son röportaj... Bu koca çınarı, son isteği olan meclise başvurma talebini gerçekleştiremeden 20 Nisan 2013’te kaybettik. Böylece Türk tarihinin önemli bir ismi daha avuçlarımızın arasından kayıp gitti. Geride kalan ise tarihe geçen fevkalade önemli notlar, derin bir hüzün ve buruk acı oldu yine…
İnsanlar sizi Adnan Menderes’in avukatı olarak biliyor. Menderes’le ilk görüşmeniz nasıl oldu?
Adnan Menderes’i ilk keşfeden ve meclise milletvekili olarak sokan Atatürk’tü. Ondaki cevheri fark etmişti. Gerçekten de yıllar sonra Başbakan oldu. Adnan Menderes ile ilk görüşmemse Başbakanlık’ta Ankara Palas’ın salon kısmında gerçekleşti. Gayet dinç ve dinamikti. Kıyafeti muntazamdı. Giyim kuşamının intizamı dikkat çekiciydi. Kore’ye asker gönderilmesine itiraz etmiştim. “TBMM kararı olmadıkça hükümet verdiği bir kararla yabancı ülkeye asker sevk edemez” demiştim. Bu görüşlerim o kadar yankı uyandırdı ki tüm gazetelerde yayımlandı. Ama o gün Meclis Kore’ye asker gönderilmesi yönünde karar almıştı.
Bu ilk karşılaşmanız oldu. Menderes ile daha sonra üç-dört kez daha karşılaştığınızı biliyoruz…
İkinci görüşmemiz Türk Ceza Kanunu’nun 141-142. maddeleriyle ilgili oldu. Görüşme yine Başbakanlık konutunda gerçekleşti. Ben orada Gazeteciler Cemiyeti hukuk müşaviri olarak bulunuyordum. Cemiyetin Başkanı da Burhan Felek’ti. DP iktidara geçtikten bir yıl sonra TCK’nın 141 ve 142. maddelerini ağırlaştıran bir kanun teklifiyle ortaya çıktı. Ben bu maddelere şiddetle karşı çıkıyordum. Zira bu kanun teklifi demokrasiye aykırıydı. Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu ise 141 ve 142. maddelerini ağırlaştıran bu kanunu savunuyordu. Meğer kanun maddelerindeki değişikliği Ağaoğlu yazmış. Bunu daha sonradan öğrendim. Menderes ise Ağaoğlu’nun değil, benim yanımdaydı.
Samet Ağaoğlu ile aranızda tam olarak nasıl bir diyalog geçti?
Ağaoğlu bana döndü ve “Bu ülkede komünizm yok” dedi. Ben de “Komünizm namı altında diktatörlük de yok. Ben müsaadenizle buradan ayrılmak istiyorum. Zira bu şartlar altında daha fazla kalamayacağım” dedim. O gün Başbakanlık konutunda bulunan diğer iki isim Adalet Bakanı Halil İbrahim Özyörük ile Başbakan Adnan Menderes tamamıyla benim tarafımda olduklarını belli ediyorlardı. Yüzlerinde söylediklerimi tasvip eden tatlı bir tebessüm vardı. Bu görüşmelerin tutanakları Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık arşivlerinde de mevcuttur.
Peki sonra ne oldu?
141 ve 142. maddelerle ilgili yapılmak istenilen değişiklikle adeta fikir ve kanaat hürriyeti ortadan kaldırmak isteniyordu. Ankara’ya döner dönmez Gazeteciler Cemiyeti bir bildiri yayınlayarak tasarının basın özgürlüğünü kısıtlayıcı bir nitelik taşıdığını açıkladı.
Sonra Menderes’ten partiye katılmanız yönünde teklif geliyor…
1954’te Menderes beni Başbakanlığa davet etti. Bana “Arkadaşlar listeleri hazırlamak için bekliyor, sizi de aramızda görmek istiyoruz” dedi. İlk başta listelerde adım duyuruldu ama sonradan düşünüp vazgeçtim; çünkü mesleğime çok bağlı bir insandım. Politikaya girersem severek icra ettiğim bu mesleği aksatacağımı düşünüyordum. Ayrıca listede seçtiği isimleri beğenmemiştim. Onlarla bir arada anılmak istemedim.
Evet, DP’ye girmediğim için pişmanlık duyduğum oldu. Çünkü daha sonradan Meclis İdare Amiri de olan DP Kocaeli Milletvekili Nusret Kuru bana Menderes’in beni Başbakan Yardımcısı yapmak istediğini, şayet Başbakan Yardımcısı olsaydım 27 Mayıs darbesini önleyebilecek tek kişi olduğumu söyledi. Evet, belki de 27 Mayıs darbesini önleyebilirdim. Bu nedenle düşününce hüzünlenirim.
Menderes’in hiç korumasının olmadığı doğru mu?
Doğru, korumalarının olmaması kendi tercihiydi. Oldukça mütevazı bir kişiliğe sahipti. Üstelik buna iki kez de şahit oldum: Birincisinde Harbiye’de Kordonbleu isimli bir mekânda karşılaştık. Yanında bakanlar, Mithat Perin gibi bazı milletvekilleri vardı. Yemeğini yedikten sonra yalnız başına çıkıp gitti. Merak edip garsona “Başbakan tek başına mı çıktı? Eşlik eden yok muydu?” diye sordum. Bana “Arabasına binmedi, tek başına Harbiye’ye doğru yürümeye başladı” dediler. Diğerinde de kendisiyle görüşmek üzere Florya’ya gitmiştim. Bir adam yanıma geldi, Menderes’i gösterdi: “Çok açılmış, yanından kimse yok, ayağına kramp girerse ne olacak” dedi. Gerçekten de yalnızdı. Sanırım Menderes yalnızlığı seviyordu.
Yassıada’da Yüksek Adalet Divanı Menderes’i tam olarak neyle itham ediyordu?
Bugüne kadar Yassıada’da kurulan Yüksek Adalet Divanı’nca verilen mahkûmiyet kararlarının gerekçeleri Türk milletinden saklı tutuldu. Cumhuriyet’in temelini teşkil eden bazı maddelerinin hükümet darbelerince değiştirilmesi yasal değildi. 1924 Anayasası’nda gerektiği takdirde değişiklikler yapılmasına, hatta anayasanın yürürlükten kaldırılmasına ancak TBMM karar verebilirdi. Yüksek Adalet Divanı’nın gerekçeli kararının birinci sayfasında Menderes’i suçlayan hüküm baştan sona hatalıydı. Menderes’in Türkçe ezanı kaldırdığı ve böylece Atatürk devrimlerine aykırı bir yol takip ettiği doğrultusundaki gerekçe tamamıyla hakikate aykırıydı. Türkçe ezan kaldırılmadı, ancak ezanın Türkçe veya Arapça okunması müezzinlerin tercihine bırakıldı. Bundan dolayı Menderes’e verilen vatan hainliği kararını yok addetmek gerekirdi.
Bana “küçük kardeşim” derdi
27 Mayıs darbesi yapıldığında daha çok genç bir avukat olmanıza rağmen Menderes sizi vekil olarak tayin etti. Size neden bu kadar güveniyordu dersiniz?
Adnan Menderes ile hukukumuz eskiydi. Tüm bunların ötesinde beni ailesinden biri gibi görür, “küçük kardeşim” derdi. Darbenin olduğu gün beni eşi Berin Menderes aradı, durumu izah etti. Ben de hiç düşünmeden Menderes’in avukatlığını üstleneceğimi söyledim.
Sonra telefonum tekrar çaldı, bu defa telefonda Celal Bayar’ın eşi Reşide Bayar vardı. Reşide Hanım da Celal Bayar’ın avukatlığını yapmamı istemişti. Reşide Hanım’a Berin Hanım’ın kendisinden önce aradığını ve Adnan Menderes’in avukatlığını üstlendiğimi söyledim. Bayar’ın benim avukatlığımı ne çok istediğini daha sonra avukatlığını yapan Gültekin Başak’tan öğrendim.
Peki Menderes’i savunuyor olmanız tepkiye neden oldu mu?
Halkın öfkeli olduğuna beni inandırmaya çalıştılar. 27 Mayıs darbesinde 14’lerden biri olan, Yassıada davalarını organize eden Orhan Erkanlı beni Dolmabahçe Sarayı’na çağırdı ve “Seni korumak için asker tahsis edelim, zira halk Menderes’in savunması üstlendiğin için isyan ediyor. Çok zor durumda kalabilirsin” dedi. Yaptığımız bu görüşme daha sonra Metin Toker’in editörlüğünü yaptığı Akis dergisinde de yayımlandı.
Gerçekten de halk isyanda mıydı?
Böyle bir durum söz konusu bile değildi. İnsanlar beni gördükleri yerlerde durdurup Menderes’i soruyor, ona selamlarını yollamamı istiyorlardı. “Bizim için de yanaklarından öp” diyenlerin sayısını unuttum bile. Büyük bir sevgi seli vardı.
Şimdiye kadar baktığınız davalar arasında en zoru Menderes davası mıydı?
Adnan Menderes davası zorlandığım bir dava değildi ama 27 Mayıs darbesinin 14’leri beni zorla savunmadan uzaklaştırıp zindana attılar. Ama bu 14’lerden biri Alparslan Türkeş değildi. O, bilakis beni korudu. Bana Gökhan Evliyaoğlu ile “Kasadaki dövizlere ne oldu?” diye mahkemede sormam için haber gönderdi. Bu soruyu iki kez sorduğum halde bir yanıt alamadım. Alparslan Türkeş askerî rejime karşıydı, bu nedenle 14’lerle ihtilafa düştü. Onu gruptan çıkardılar. Tutanaklarda görüşmelerin tümü kayıtlıdır.
Sağlık sorunlarımın nedeni Yassıada’dır
Siz de bir başka zindanda zor günler geçirdiniz.
Evet, ben de zindanda oldukça zor günler geçirdim. Ama kaldığım zindanı tipik koğuşlar gibi düşünmeyin. Farelerin cirit attığı, leş gibi bir yerdi. Farelerden çok korkardım, bir tanesi beni ısırdı ve bacağımda kocaman bir çıban çıktı. Hastaneye de göndermediler. İlkel şartlarla hayata tutunmaya çalıştım. Bugün yaşadığım sağlık sorunlarının tek nedeni Yassıada zindanlarında geçirdiğim o kötü günlerdir.
Menderes’in en büyük endişesi neydi?
Menderes, “Ben idamlardan korkmuyorum, sadece tarihe hırsız bir Başbakan olarak geçmek istemiyorum” demişti. Çok iyi hatırlıyorum. Bu sözleri söylerken üzerinde kahverengi bir takım elbise vardı ama gömleği ütüsüz ve yakası buruşuktu. Saçları dağınık, bakımsız bir hali vardı. Gerçekten üzgündü. Daha sonra yaptığımız bu görüşme Yeni Sabah gazetesinde de yayımlandı. En büyük arzusu ise Aydın’a, çiftliğine gitmekti. Çiftliğinin yanındaki akarsuyu yeniden görmek istediğini, özlemle hatırladığını söylemişti. 27 Mayıs darbesinin olacağını, bu şekilde asılsız iftiralarla suçlanacağını aklının ucundan bile geçirmemişti.
27 Mayıs demokrasiye vurulan en büyük darbeydi
Menderes’in idam edildiği gün nasıl bir ruh hali içindeydiniz?
Takvimler 17 Eylül 1961’i gösterdiğinde öğle vakti Menderes idam edildi. O sırada ben hala zindandaydım, bu yıkıcı haberi de gazetelerden öğrendim. Yer ayağımın altından kaydı sanki. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Nöbetçi subay hemen müdahale etti. Ağlamama bile müsaade etmediler, biliyor musunuz? O an kendi kendime söz verdim, “Ne olursa olsun bu davanın peşini bırakmayacağım. Adnan Menderes bir cinayete kurban gitti. Masum bir adamı astılar, onun savunmasını yapmaktan asla vazgeçmeyeceğim” dedim. Gördüğünüz üzere hala mücadeleye devam ediyorum.
27 Mayıs darbesi demokrasiye olan inancınızı sarstı mı?
Tabii, çünkü 27 Mayıs demokrasiye vurulan en büyük darbeydi. Demokrasinin yerine askerî rejimi getirmeyi hedefliyordu. Dönemin Tahkikat Komisyonu hazırladığı raporda bu olayların Demokrat Parti ile Halk Partisi’nin birbirine olan düşmanlığı değil, yabancı işi olduğunu yazmıştı. Tahkikat
Komisyonunun çalışmaları dikta anlayışından ötürü değil, gerçeklerin anlaşılması bakımından çok önemliydi. Şayet o yıllarda Tahkikat Komisyonu’nun darbe öncesi hazırlamış olduğu rapor DP’lilerce, Adnan Menderes ve Celal Bayar tarafından anlaşılmış olsaydı belki tarihin seyri de değişirdi. O yıllarda yaşananların daha iyi anlaşılması açısından Tahkikat Komisyonu’nun hazırladığı raporun önemi büyüktür. Bu hafta Meclise başvurarak bu raporun yayınlanmasını isteyeceğim.