Bizim Nasreddin Hoca Ahi Evren imiş meğer!

INCİ DÖNDAS
Abone Ol

Türk halkının mizah sembolü Nasreddin Hoca hazırcevap, insanları kırmadan doğruyu söyleyen, yeri geldiğinde kendisiyle de alay etmeyi bilen bir zattır. Fıkralarının çoğunda tarlasında, bağında çalışır, eşeğinin sırtına binip ormana odun kesmeye gider. Bazen de evinin tamiriyle veyahut hanımının dırdırıyla meşguldür. Kimi zaman da bir âlim, bir kadı, bir hekim ya da bir elçi olarak karşımıza çıkar, taşı gediğine koyar ve çekilir kenara. Peki Nasreddin Hoca gerçekte kimdir? Asıl mesleği neydi, nasıl yaşardı, hakikaten filozof muydu? İnci Döndaş Hoca'nın merak edilen hayatından ilginç detayları Derin Tarih dergisinde kaleme aldı.

Prof. Dr. Mikail Bayram yaptığı araştırmayla Nasreddin Hoca’nın kimliğini tespit etmeye çalıştı. Bayram’a göre Nasreddin Hoca Anadolu Selçukluları zamanında yaşayan, daha çok Türkmen esnaf ve sanatkârlar arasında meşhur olan, Ahilik teşkilatının kurucusu Ahi Evren diye tanınan Hâce Nasîrüddin Mahmûd el-Hûyî’dir.

Nasreddin Hoca’nın hayatı ve yaşadığı dönem hakkında TDV İslam Ansiklopedisi şu bilgileri veriyor: “Sivrihisar’ın Hortu Köyü’nde 1208 yılında dünyaya geldi. Babası Abdullah köyün imamıydı ve Nasreddin Hoca babası vefat edince bu görevi üstlendi. Daha sonra Akşehir’e göç etti ve burada kadılık yaptı. 1284 yılında vefat etti.

Tarihçi ve araştırmacıların bir kısmı Hoca’nın yaşadığı tarihler hakkında farklı görüşler beyan ederler. İslam Ansiklopedisi’ndeki bilgilere göre Nasreddin Hoca, başta Evliya Çelebi olmak üzere bazı tarihçi ve araştırmacılar tarafından I. Murad, Yıldırım Bayezid ve Timur’un çağdaşı olarak gösterilir. Hatta Evliya Çelebi, Hoca’yla Timur arasında geçen bir konuşmayı dahi nakleder. Ancak bu iddialara şüpheyle yaklaşmak gerekiyor Bayram’a göre. Çünkü Timur’la konuşan kişi İskendernâme sahibi şair Ahmedî’dir. Mikail Bayram ayrıca İ. Hakkı Konyalı’nın tespitlerine dayanarak şu vurguyu yapıyor: Nasreddin Hoca’ya nispet edilen türbe Timur Anadolu’ya gelmeden mevcuttu ve bir ziyaretgâhtı.

Düşündüren benzerlikler

Nasreddin Hoca’nın latifelerini bilimsel olarak inceleyenler, onun vezir ve kadı olarak devlete hizmet ettiğini, fıkhî ve kelamî konulara vakıf, melamî meşrep bir sufi ve bilge olduğuna vurgu yaparlar.

Hoca felsefî meseleleri basite indirgeyerek topluma latifeler halinde sunuyordu. Prof. Dr. Mikail Bayram Ahi Evren’in de bütün bu özellikleri taşıdığına dikkat çekiyor.

Bu niteliklerden birincisi Nasreddin Hoca’nın filozof kişiliği. Hoca ile ilgili fıkralar kişiliğinin bu yönünü ortaya koyar. Örneğin kendisine dünyanın merkezinin neresi olduğu sorulduğunda “Eşeğimin ön sağ ayağının bastığı yerdir” der ve itiraz üzerine “İnanmazsanız gidin ölçün” yanıtını verir. Pazarda bir papağanın 100 dinara satıldığını görünce, hindisini pazara getirerek 100 dinara satmaya kalkışır Hoca. Kendisine “Hoca sen delirdin mi? 100 dinara hindi mi olur? Papağan konuştuğu için 100 dinara satılıyor” diye itiraz edilince “O papağan konuşuyor ise bu da düşünüyor” demesi yine buna işaret eder. Göle yoğurt çaldığı fıkra da bilimde ihtimallerin göz ardı edilmemesi gerektiğini hatırlatır bize.

Ahi Evren Hâce Nasîrüddin de kendi döneminin en güçlü filozofuydu. Felsefede İbn Sina ve Fahreddin-i Razî’nin takipçisi olan Ahi Evren, Yezdan Şınaht, Letaif-i Hikmet, Letaif-i Giyasiyye adlı felsefî eserlere imza atmıştı. Sadreddin Konevî ile birbirlerine yazdıkları mektuplardan yüksek felsefî meseleleri tartıştıkları anlaşılmaktadır. Hatta Ahi Evren’in bugüne kadar görmediğimiz Tuhfetu’ş Şekur adlı eserinin de felsefeye dair olduğunu Sadreddin Konevî’nin Ahi Evren’e yazdığı bir mektuptan öğreniyoruz.

Nasreddin Hoca ile Ahi Evren arasındaki benzerliklerden biri de hekimlikleridir. Fıkraları incelersek Nasreddin Hoca’nın doktorluk yaptığı ve bazı kişilerin ondan ilaç istediği görülür. Ahi Evren’in çeşitli eserleri onun da doktor olduğunu gösteriyor. İlmü’t-Teşrih adlı eseri anatomiyle ilgilidir.

Latife deyince... Mizahın ustası Hoca Nasreddin’in kıvrak zekasıyla oluşmuş fıkralara bir örnek.

On parmağında on hüner

Ahi Evren döneminin bilge kişilerindendi ve çok sayıda talebesi vardı. Yezdan Şınaht ve Mürşidü’l-Kifaye adlı iki felsefî eserini Sultan I. Alâeddin Keykubad’a, Letaif-i Gıyassiye adlı eserini Sultan Giyaseddin’e, Letaif-i Hikmet’ini ise Sultan İzzeddin Keykavus’a sunmuştu.

Fıkralarını derleyenler Nasreddin Hoca’nın her ilimde mahir, her fende kâmil olduğunu belirtirler. Bu özellikler Ahi Evren’in de önde gelen vasıflarındandı. Nitekim Eflakî onu kötülemeye çalışırken bile “O her ilimde mahir idi ve her fende Sadreddin Konevî ile at başı giderdi” diyor.

Ahi Evren’le Nasreddin Hoca arasındaki başka bir benzerlik isimleridir. Bayram’ın verdiği bilgiye göre Ahi Evren’in lakabı eski kaynaklarda ‘Nasirüddin’, ‘Nasırüddin’ ve ‘Nasru’d-din’ biçimlerinde geçiyordu. Ahmed Eflakî ve Sadreddin Konevî ondan ‘Nasr’ ve ‘Nasir’ şeklinde bahsederler. Bunun Türk gırtlak yapısına en uygun söyleniş biçimi Bayram’a göre ‘Nasreddin’dir. Bu nedenle Ahi Evren’in lakabı halk için kaleme alınan Ahi Şecerenâmeleri, Ahi Fütüvvet-nâmeleri ve Vakıfnâme’lerinde çoğunlukla ‘Ahi Nasrü’d-din’ şeklinde kaydedilmişti. Sadreddin Konevî Ahi Evren’e yazdığı mektuplarda ondan ‘Hace Nasirü’d- din’ olarak bahsediyordu. Bu isim halk arasında ‘Hoca Nasreddin’ olarak yaygınlaştı.

İkisinin yaptıkları iş de aynıdır. Nasreddin Hoca’nın fıkraları ondan bazen kadı, bazen vezir olarak bahseder. Mikail Bayram Ahi Evren’in uzun süre Kayseri’de kadılık yaptığını ve II. İzzü’d-din Keykavus döneminde vezirlik makamında bulunduğunu belirtiyor. Hatta Mevlana kendisini ziyarete gelen II. İzzeddin Keykavus’a “Sana çobanlık vermişler, sen kurtluk yapıyorsun. Allah seni sultan yaptı, sen şeytanın sözüyle hareket ediyorsun” derken aslında Ahi Evren’i kastetmekteydi.

Nasreddin Hoca’nın fıkralarından öğrendiğimize göre huysuz ve Hoca’ya eziyet eden bir hanımı vardı. O da hanımının hatalarını, huysuzluklarını hatırlatarak etrafındakilere öğütler verirdi. Mikail Bayram Ahi Evren’in Fatma Hatun adında bir eşi olduğunu açıklıyor. Sivaslı Muhammed tarafından verilen bilgilerden Fatma Hatun’un küçükken çok yaramaz, kötü huylu, kaba, söz dinlemez, eğitilmesi zor biri olduğunu anlıyoruz. Sivaslı Muhammed başka ilginç bilgiler de düşmüştür kayıtlarına. Fatma Hatun Kayseri’de Moğollar’a esir düşmüş. 14- 15 yıl süren esaretten sonra kocasının kulübesinde yaşamayı sürdürmüş, sonra ikinci evliliğini yapmıştı.

Mikail Bayram, Fatma Hatun’un Selçuklular zamanında kurulan ‘Bacılar Örgütü’nün de lideri olduğunu tespit ettiğini belirtiyor. Bu görevinden dolayı eşine gereken ilgiyi gösteremeyip evdeki işlerini ihmal etmek zorunda kalıyordu. Fatma Hatun’un bu vazifesi Hoca’nın eşinden yakınmasına yol açmış olabilir.

Mizaçları o kadar yakın ki!

Ahi Evren’le Nasreddin Hoca’nın aynı kişi olduğunun bir başka kanıtı, Nasreddin Hoca’nın latifelerinin Ahi Evren’in Letaif-i Hikmet ve Letaif-i Giyasiyye’deki hikmetlerle benzerliğidir. Hoca’nın nükteleri bu eserlerden alınmış olabilir. Tabii ki fıkralarda halk tarafından yeniden şekillendirilmiş, değiştirilmiş ekleme ve çıkarma yapılmış halleriyle yer alır. Ahi Evren’in eserindeki ikiyüzlü olmak, hırsızın ve kusurlu davranışta bulunanın suçunu yüzüne vurmak yerine dolaylı yollardan onu uyarmak, misafire ima yolluyla gitmesini söylemek, yemek yeme ve söz söyleme adabı gibi birçok konuda verilen örneklerin benzerlerini Nasreddin Hoca fıkralarında da buluyoruz.

Bir fıkrayı örneklendirebiliriz: Hekim, evine gelen dostunun önüne yemek koyar. Birlikte yerlerken hekimin karısı içeri girer, yemeği önlerinden alır ve hekime hakaret eder. Hekim, dostuna “Biz de bir defa sizde yemek yiyorduk, evinizdeki kuş sofraya konup ortalığı batırmıştı. Karımın şu yaptığını o kuşun yaptığına say” der. Letaif- i Hikmet’te geçen bu fıkranın Nasreddin Hoca’nın huysuz hanımıyla ilgili olduğu anlaşılıyor.

Mevlana Mesnevi’sindeki hikaye ve mesellerde Ahi Even’le sık sık alay ediyordu. Nasreddin Hoca’nın da bazı fıkralarında Mevlana’yı alaya aldığı görülür. Ahmed Eflakî’nin haberine göre Hazreti Mevlana etrafındakilere şu haberi vermiştir: “İlhanlı hükümdarı Hulagu Han Bağdat’ı muhasara edince büyük bir savaş oldu. Fetih müyesser olmadı. Hulagu Han, askerlerine emir verdi. “Üç gün süreyle hiç kimse bir şey yemesin, içmesin, atlara da yem verilmesin ve herkes kendi halince yaradanına yalvarsın.” Atlar ve askerlerin tuttuğu bu oruçlar hürmetine fetih müyesser oldu. İşte Nasreddin Hoca Mevlana’nın bu yorumuyla alay sadedinde eşeğine riyazet yaptırdı ve günlerce aç kalan hayvan öldü.