Ayasofya neden tekrar cami yapılmalıdır?

PROF. DR. AHMED AKGÜNDÜZ
Abone Ol

Ayasofya, hem Fatih Sultan Mehmed'in 66.5 metrelik vakfiyesinde, hem de Cumhuriyet döneminde verilen tapu belgesinde ifade edildiği gibi Osmanlı Devleti'nin 'Fethiye Camii' dediği cami statüsündedir. Fatih Vakfiyesi'nde Ayasofya külliyesine ait menkul ve gayrimenkul mallar ve nihayet bu vakfiye hükümlerine aykırı davrananlara ağır beddua cümleleri vardır. Fatih'in vakfiye şartllarını gözeterek konuyu Prof. Dr. Ahmed Akgündüz Derin Tarih okurları için kaleme aldı.

Fatih Sultan Mehmed İstanbul'u aldıktan sonra fethin geleneksel çizgisi dahilinde Bizans'tan kalan kiliseleri camiye dönüştürme işlemlerine başlamıştı. İlk adımda da Ayasofya, camiye dönüştürüldü ve ilk Cuma namazı 1 Haziran 1453 günü burada kılındı. Fatih bununla yetinmedi ve Ayasofya için 2 adet vakfiye kaleme aldırdı. Birinci vakfiye asıl Ayasofya Vakfiyesi olarak geçmekte olup Türkçe kaleme alınmıştı. İkinci vakfiye ise Ayasofya'nın etrafındaki vakıfları konu edinmiş ve Arapça yazılmıştı. 1463 tarihli asıl Ayasofya Vakfiyesi şu ifadelerle başlamaktadır:

“Fetihten sonra Sultan-ı Azam, feth edilen beldede bulunan çok sayıda kiliseyi, tevâbi'i ile birlikte... şer'-i şerife uygun ve sahih bir tarzda vakıf yapmıştır. Bu hayra tahsis edilen yerlerden biri, Kostantiniyye beldesinin içinde bulunan, saltanat için ibka olunan Kal'a-i Sultaniyye-i Cedide'ye yakın yerde bulunan ve çok büyük ilahi teyidlerle desteklenmiş olan Kostantiniyye fatihininin manevî gölgesinde, yüksek meziyetler ve mevhibelerle çepeçevre sarılan Ayasofya diye isimlendirilen nefis kilisedir…"

Vakfın vazifesiyle alakalı olarak da şunlar yazılmıştır:

“Vâkıf –Allah mülkünü daim kılsın– Ayasofya Camii için şöyle şart koştular ki; Ayasofya Camii'ne yukarıda zikri geçen vasıflarla muttasıf bir hatib tayin edilsin ki, Cuma günleri hatibliğini yapsın ve Cuma namazı imamlığını ifa etsin. Bu hatibe günlük 15 akçe tahsis kılmıştır. Salih bir kişi imam olsun, her gün 5 vakit namazda insanlara imamlık etsin. Bunun için de günlük 15 akçe tahsis eylemiştir."

Fatih metnin sonunda Ayasofya'nın vakfiyesini iptal etmek isteyenleri şöyle uyarır:

“Kim, Allah'ın Kitabı'na ve Resulullah'ın Sünneti'ne muhalefet ederse, Allah ve Resulü'nün haram kıldığını helalleştirmeye çalışırsa, Müslüman kardeşinin vakıflarını bozmaya, hayırlarını tahrip etmeye ve hasenatını iptal eylemeye gayret gösterirse ve mü'minin hayır müesseselerini işlevsiz hale getirmeye taarruz ederse, artık Allah gadabı ile dönmüş olur; son durağı ve oturağı Cehennem'dir; Cehennem ne kötü bir varılacak yerdir."

Arapça Vakfiye ise vakfın korunmasını amaçlayan daha sert ifadelerle doludur:

“Kim ki bâtıl gerekçelerle bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya vakfın değiştirilmesi ve iptali için gayret gösterirse, vakfın ortadan kalkmasına veya maksat ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun. Ebediyyen cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlra ebediyyen merhamet olunmasın." (Arapça orijinalinden 2 örnek sayfa solda.)

Ayasofya, hem Fatih Sultan Mehmed'in 66.5 metrelik vakfiyesinde, hem de Cumhuriyet döneminde verilen tapu belgesinde ifade edildiği gibi Osmanlı Devleti'nin 'Fethiye Camii' dediği cami statüsündedir. Fatih Vakfiyesi'nde Ayasofya ile beraber 5 büyük caminin vakıf yapılış hikâyesi, bu külliyelere ait menkul ve gayrimenkul mallar ve nihayet bu vakfiye hükümlerine aykırı davrananlara ağır beddua cümleleri vardır.

İslam ve Osmanlı vakıf hukuku ile Fatih'in vakfiyesinden anladığımıza göre, müessesât-ı hayriyye (hayır kurumları) denilen cami, mescid ve medrese gibi vakıf eserlerinin başka bir amaçla kullanılması vakıf hukuku açısından kesinlikle mümkün değildir.

İhtilaflı kararname Bu vakfiyenin yazılması ve okunmasından tam 471 sene sonra Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu, Ayasofya için özel bir karar aldı. 24 Kasım 1934 tarihli ve 2/1589 sayılı bu kararla Ayasofya Camii resmen müze haline getirildi.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal zamanında çıkarılan 5 adet Bakanlar Kurulu kararnamesi sahte değildir; ancak vakıf hukuku açısından hükümsüzdür ve yok hükmündedir. Celal Bayar'ın naklettiği ve müze raporlarından anlaşıldığına göre, bu hukuka aykırı kararların Yunanlılara jest olsun diye alındığı söylense de, Mustafa Kemal bu kararı gerçekte Avrupalıların baskısı üzerine almıştır. Zaten müze olarak ziyaretine geldiği zaman yazdıkları da bunu göstermektedir.

Ayasofya'nın müzeye çevriliş nedenleri gülünç denecek kadar basittir. Raporlarda zikredilenler arasındaki 2 gerekçeyi söylemek ve gülmek mümkündür: 1) Türk Hükümeti'nin maddi imkânlarının tamir ve bakıma müsait olmaması, eğer müzeye çevrilirse başta Bizans Enstitüsü olmak üzere Batılı kuruluşların para tahsis edeceği iddiası, 2) 1930'lu yıllardaki hükümetlerin Yunanistan'a jest yapmak ve Batılı devletlere kendi ifadeleriyle 'şirin' gözük istemeleri. Bunların gerçek sebepler olmadığını müzeye çevriliş hikayesi ile alakalı belge ve raporları okuyanlar daha iyi anlayacaklardır.

Ayasofya ibadete açılmalıdır, çünkü…

1930'lu yıllarda Türkiye'nin siyasetine yön veren ricalin ve Türk bürokrasisinin içinde bulunduğu ruh haline dikkat çekebiliriz. Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi için büyük gayret sarfeden Aziz Ogan'ın başında bulunduğu komisyon heyetinden Türk üyeler, mabedin tamamen kapatılması yönünde görüş bildirirken, Alman olan Eckhard Unger caminin mabed kısmının ibadete kapatılarak Bizans Âsarı (Eserleri) Müzesi haline getirilmesine karşı çıkmış ve bu kısmın aynen açık kalması gerektiğinde ısrar ederek rapora muhalefet şerhi koymuştur.

Ayasofya'nın tapusu Ayasofya'nın Cami-i Kebir olarak belirtildiği tapu senedi. Sahibinin Fatih olması sizi şaşırttı mı? Başka kim olacaktı ki?

Ancak sözkonusu kararnameler, Ayasofya'nın Anayasa, Vakıf Hukuku ve İstanbul'un Müslüman Türk milletininin tapusu olması nedeniyle Fatih'in vakfiyesi şartları ile manalarına aykırı olup hukuken hiçbir hükmü yoktur.

Bediüzzaman bu hukuksuzluğu gidermesi, yani Ayasofya'yı camiye çevirmesi halinde Irkçılar ile Halkçıların (CHP) aleyhindeki bütün oyunlarının bozulacağını Adnan Menderes'e ısrarla belirtmesine rağmen, Menderes çevresinden korkmuş ve maalesef Bediüzzaman'ın dediği çıkmıştır.

Mustafa Kemal Paşa zamanında çıkarılan 5 adet Bakanlar Kurulu kararnamesi, Ayasofya'nın Anayasa, Vakıf Hukuku ve İstanbul'un Müslüman Türk milletininin tapusu olması nedeniyle Fatih'in vakfiyesi şartları ile mânâlarına aykırıdır ve hukuken hiçbir hükmü yoktur.

Aynı teklif şu andaki hükümet için de geçerlidir. Eğer bu hükümet İslam aleminin maddî ve manevî lideri olmak istiyorsa, Ayasofya ile alakalı bu hukuksuzluğu önlemeli ve hukuka dayanmayan kararnameleri yürürlükten kaldırmalıdır. Bu, Bakanlar Kurulu kararı ile olacak bir iştir. Fakat mevcut Kültür Bakanı ile olacak iş değildir. Aksi takdirde bütün Türk Milleti Fatih'in lanetine maruz kalmaya devam edecektir.

Bana kalırsa en güzel çözüm, Avrupalı bir siyasetçinin dilinden gelen çözümdür: “Bence ana mekân cami olarak ibadete açılmalı; galeriler ise Hıristiyan alemi ve bütün dünyaya açık halde kalmalı. Böylece her iki din mensupları Ayasofya'yı sever." Eğer bu manada hareket edilirse, bazı Hıris- tiyan hükümetler memnun kalacaklar, Türk Milleti de Fatih'in bedduasından kurtulmuş olacaktır. Ayasofya Müslümanların ibadetine açılmalı, tartışma ve hüzün konusu olmaktan kurtarılmalıdır.

Ayasofya'nın ana mekânının ibadete açılması, müştemilatında yapılabilecek bazı düzenlemelerle birlikte kısmen müze olarak kullanılmasına da engel değildir. Bu ibadete açma, burayı asırlarca mabed olarak kullanan Hıristiyanların çoğunluğunu da memnun edecektir. Tarihî rekabetler ve karşılıklı husumetler bir tarafa bırakılarak, asırların mabedi olan bu yapı, hasretini çektiği manevî havaya bir an önce kavuşturulmalıdır. Bu hususta Fatih'in vakfiyesindeki bedduadan da kurtulunmuş olunacaktır.

Ayasofya'nın ibadete açılması, müştemilatındaki Türk devri eserlerinin millî kültüre kazandırılması ve bu eserlerin yapılış gayesine uygun bir şekilde kullanıma açılması doğru olacaktır. Zira Ayasofya, Türk hakimiyet ve istiklalinin sembollerinden biridir. Bu bakımdan Peyami Safa'nın pek haklı olarak dediği gibi, “ibadethanenin tekrar ibadethane olarak kullanılmasını istemek yobazca bir hayal sanılmamalıdır."