Avrupa’daki Müslüman nüfus nasıl yüzde 62 oranında azaldı?
DR. ERHAN TÜRBEDAR
“Her tarafta öldürülen sivillerin kanlarından oluşan ırmakları görmek mümkündü. Kosova, Arnavutluk, Makedonya ve Trakya’daki masum çocuklar, kadınlar, sıradan insanlar öldürüldü. Onların tek suçu, Tanrıya farklı bir şekilde dua etmiş ve farklı dilde konuşmuş olmalarıdır”.
Balkanlarda yaşayan Türkler tarih boyunca hiçbir suç işlemeksizin, sırf ait oldukları etnik veya dinsel kimlikleri yüzünden gayrimüslim komşuları tarafından zulme maruz kaldılar. Tüm bu katliamların ortak bir amacı vardı: Etnik temizlik yoluyla Müslümanların sayısını azaltmak, onları göçe zorlamak ve nihayette bölgenin etnik haritasını değiştirmek.
1912-1913 yıllarında gerçekleşen 1. ve 2. Balkan Savaşları sırasında Balkan Müslümanları üzerinde gerçekleşen trajik mezalimin altında da benzer amaçlar yatıyor. Hiç kuşku yok ki, insanlık tarihi özellikle 1. Balkan Savaşı'nı, Balkanlardaki Müslüman nüfusun sistemli katlediliş hareketi olarak hatırlayacak.
Peki, üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen yol açtığı mezalimin acısı hâlâ yürekleri sızlatan Balkan Savaşları nasıl ve neden başladı?
En basit ifadeyle, Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki varlığına son vermek isteyen Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan, Rusya'nın aracılığıyla anlaşıp savaş ilan ederek 1. Balkan Savaşı'na girdi. Sırbistan ile Karadağ, Osmanlı'ya karşı birlikte savaşma tasarısını 1910'dan itibaren müzakere etmeye başlamıştı. 1912 yılında bu iki Balkan devletine Bulgaristan ve Yunanistan da katılınca, Osmanlı'ya karşı savaşın başlatılması için hazırlıklar tamamlandı. 8 Ekim 1912'de Karadağ Osmanlı'ya savaş açtı. Onu 18 Ekim'de Bulgaristan ve Sırbistan, birkaç gün sonra da Yunanistan takip etti.
Balkan Savaşlarının arifesinde, Osmanlı devleti iç sorunlar ve dış baskılar yüzünden derin bir kriz içindeydi. Yani yeteri kadar hazırlanamadan savaşa girdi. Diğer taraftan Kafkasya üzerinden Rusya'ya ve çalkantılı Arap topraklarına açılan doğu sınırlarını da kontrol altında tutmak zorundaydı. Dolayısıyla birleşmiş Balkan orduları Osmanlı'nın Avrupa'daki ordularından fazla idi. Bir kaynakta Balkan ordularının 720 bin, Osmanlı ordusunun ise 307 bin kişiden oluştuğu belirtiliyor. Tüm bu sebeplerden ötürü Osmanlı Devleti'nin yenik düşmesi şaşırtıcı değil, kaçınılmaz bir sonuçtu.
Balkan Savaşı'na son veren antlaşma, 30 Mayıs 1913'te Londra'da imzalandı. Buna göre Osmanlı, Ege adalarının durumunun tayinini ve Arnavutluk'un sınırlarının çizilmesini büyük devletlere bırakıyor, Girit'i hukuken Yunanistan'a terk ediyor ve Midye-Enez hattının batısında kalan toprakları Balkan devletlerine veriyordu.
Balkanlardaki ittifak güçleri, Osmanlı topraklarını nasıl bölüşecekleri konusunda önceden bir taslak anlaşmaya varmışlardı zaten. Buna rağmen Osmanlı'nın Balkanlı müttefiklere bıraktığı geniş toprakların paylaşılmasında anlaşmazlık ortaya çıkınca 2. Balkan Savaşı'nın temelleri atılmış oldu. Yunanistan ve Sırbistan'ın öncelikli planı Arnavutluk'u parçalamaktı. Ancak dönemin büyük güçleri buna izin vermeyince, mücadele Makedonya üzerinde yoğunlaştı. Bulgarlar Makedonya'nın tamamını kendileri için talep ederken, Sırbistan ve Yunanistan ise Makedonya topraklarının bölüştürülmesine sıcak bakıyordu.
Bulgaristan'ın 29-30 Haziran 1913'te Sırbistan ve Yunanistan'a saldırmasıyla 2. Balkan Savaşı başladı. Bu kez çıkarları çatışan Balkan devletleri kendi aralarında çarpışıyordu. Osmanlı Devleti bu fırsatını kaçırmayarak Edirne'yi Bulgarlardan geri aldı. 2. Balkan Savaşı 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması ile sona ererken, Rumeli'de ağır toprak kaybına uğrayan Osmanlı, yalnızca Doğu Trakya'yı koruyabilmişti.
Kan ırmağı ortasında
Osmanlı Devleti ağır toprak kaybına uğramakla birlikte zararımız bu kadarla kalsa iyiydi. Balkan Savaşları bölgede yaşayan Türk ve diğer akraba topluluklar üzerinde büyük bir kıyımın yaşanmasına yol açtı. Aslına bakılırsa, 1912'de Osmanlı'ya savaş açan ittifak güçlerinin başlangıçta duyurdukları hedefleri kısa sürede Müslüman nüfusun katl, mallarının da talan edilmesi eylemine dönüşmüştü.
Justin McCarthy'nin verilerine göre, Balkan Savaşları öncesinde Arnavutluk hariç Osmanlı'nın Avrupa'daki topraklarında 2.315.293 Müslüman yaşıyordu. Balkan Savaşları sonrasında bu rakam % 62 oranında azalarak 1.445.179'a indi. Bu süreçte 632.408 Müslüman öldü, 812.771'i ise Anadolu'ya göç etti.
1914'te Carnegie Vakfı'nın oluşturduğu bir uluslararası soruşturma komisyonunun hazırladığı raporda ise Balkan Savaşları sırasında Müslümanlara yapılan mezalimin sistemli bir politikanın ürünü olduğu sonucuna varılıyor. Aynı raporda, Müslümanların ev ile köylerinin küle dönüştüğü ve silahsız masum insanların katledildiği belirtiliyor.
Sırbistan'daki sosyalist hareketin önde gelen isimlerinden Dimitriye Tusoviç, Balkan Savaşlarında öldürülen Müslümanlar hakkında şunları yazmıştı:
“Her tarafta öldürülen sivillerin kanlarından oluşan ırmakları görmek mümkündü. Kosova, Arnavutluk, Makedonya ve Trakya'daki masum çocuklar, kadınlar, sıradan insanlar öldürüldü. Onların tek suçu, Tanrıya farklı bir şekilde dua etmiş ve farklı dilde konuşmuş olmalarıdır”.
O da Balkan Savaşlarında Müslümanlar üzerinde işlenen mezalimi, Balkan ülkelerinin millî politikalarının bir parçası olarak değerlendiriyordu.
1912'nin sonbaharında Kievskaya Mysl isimli gazete için muhabirlik yapmak üzere Balkanlara gönderilen Troçki de Balkanlardaki Müslümanlara uygulanan zulme dair bulgularla karşılaştığında şoke olmuştu. Nitekim Troçki, Makedonya'da sivil Arnavut ve diğer Müslüman köylülerin Sırplar tarafından amansızca öldürüldüklerini, etrafta başı kesik Müslüman cesetlerin yattığını, Müslüman köylerinin yakıldığını, Müslümanlara ait değerli eşyaların sistematik bir şekilde yağmalandığını, evlerinden kapı ile pencerelerin bile sökülüp götürüldüğünü yazdı.
Troçki'nin bir çalışmasında, bir Sırp askerinin şu sözleri dikkat çekiyordu:
“Çok sayıda Arnavut öldürdüm, ancak üzerlerinde değerli bir şey bulamadım. Fakat bir genç Türk kadınını kestiğimde üzerinden 10 altın lira çıktı”.
Troçki'nin çalışmasında yer verilen bir Sırp çavuşun şu sözleri ise adeta insanın kanını donduruyor:
“Kosova'nın Ferizay kentinde yaptığımız tek şey tavuk kızartmak ve Arnavutları öldürmektir”.
Bu ve benzeri örnekler, Balkan Savaşları sırasında Müslümanların nasıl büyük bir soğukkanlılıkla katledildiğini gösteriyor. Troçki de Müslümanlara yönelik katliamların bireysel inisiyatifi aşan bir şey olduğu kanaatindeydi. Nitekim düşüncelerini şu şekilde özetliyor:
“Eski Sırbistan'da Sırplar, etnografik istatistiklerde kendi işlerine gelmeyen verileri düzeltme yönünde ulusal bir çabayla, tamamen sistemli birşekilde Müslüman nüfusu yok etmektedirler”.
Kuşkusuz 1. Balkan Savaşı sırasında sadece Sırplar değil, topraklarını genişleten Karadağlılar, Bulgarlar ve Yunanlılar da Balkanlarda yaşayan Türk, Arnavut, Boşnak ve diğer Müslümanları katlettiler. Kadınlar, ihtiyarlar, çocuklar ve bebekler türlü işkencelerle öldürüldüler; sağ kalanlar da Anadolu'ya göçe zorlandılar. Balkan Savaşlarının hemen sonrasında da rahat bırakılmayarak insanlık dışı muamelelere tabii tutuldular. Bir başka ifadeyle, Osmanlı'nın kaybettiği topraklarda kalan Müslümanlar çaresizce yaşadıkları ülke yöneticilerinin insafına terk edilmişlerdi.
Orta Çağ'a uzanan intikam yemini
Balkan Savaşlarının sebepleri, devletlerin güncel beklenti ve istekleriyle sınırlandırılamayacak ölçüde derin bir tarihsel arka plana sahiptir. Ta Orta Çağ'a uzanan bir arka plandır bu.
28 Haziran 1389'da gerçekleşen 1. Kosova Savaşı, Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki ilerlemesi açısından son derece önemlidir. Sırplar ve Karadağlılar bu savaştaki yenilgiyi hiçbir zaman içlerine sindiremedikleri için olayın intikamını yüzyıllar boyunca Balkanlardaki Müslümanlardan almaya ant içtiler. Nitekim Sırplar 1. Balkan Savaşı'na 'Kosova İntikamı' parolasıyla girmişlerdi. O döneme ait
Balkan Savaşlarında ve sonrasında Kosova'daki Müslümanlar hayatlarının en zor günlerini yaşadılar. Sırpların ve Karadağlıların gerçekleştirdikleri mezalimin gizlenmesi maksadıyla yabancı gazetecilerin Kosova'ya girmesi genellikle yasaklanıyor; buna rağmen Batılı gazetelere bazı haberler ulaşıyordu. Örneğin Üsküp'teki bir Danimarkalı gazeteci, Priştine'nin Sırpların eline geçmesiyle birlikte, 5 bin Arnavutun öldürüldüğünü bildirmişti.
Üsküp Katolik Başpiskoposu Lazer Myeda'nın Roma'ya gönderdiği bir raporda ise Kosova'nın Ferizay kentinde yaşı 15'in üstünde olan Müslüman Arnavutlardan yalnızca 3'ünün sağ bırakıldığı ifade ediliyor. Aynı raporda, Kosova'nın kentlerinden Gilan'da Müslümanların katliamdan geçirildiği, Cakova kentinin tümüyle yağmalandığı, Prizren'de öldürülen erkeklerin sayısının birkaç günde 400'e ulaştığı; yağma, talan ve tecavüzlerin ise haddinin hesabının olmadığı belirtiliyor. Ayrıca birkaç ay içinde 25 bin Arnavutun öldürülmüş olduğu tahmin ediliyor.
Ya dininden vazgeç, ya canından!
Sırplar ile Karadağlıların izlediği politikanın bir özelliği de Müslümanlarla Katolikleri zorla Ortodoks yapmaktı. Prizren'deki Avusturya konsolosunun Mayıs 1913 tarihli raporuna göre Karadağlıların denetimi altındaki İpek kentinde 2 bin Müslüman ailenin dini zorla değiştirildi, buna direnenler işkence gördü.
Tarihçi Mustafa Memiç'e göre Rugova, İpek, Cakova ve Deçan kentlerinden ibaret bölgede 70 bin Müslüman ve Katolik zorla Ortodokslaştırılmıştır.
Müslümanları Ortodoks yapma politikası Sırp işgal bölgelerinde daha düşük bir şiddetle uygulanıyordu. Bu konuda gözünü budaktan sakınmayan Karadağlılar ise Kosova'dan göç etmeyen Müslümanların zorla Ortodokslaştırılması çalışmalarını Balkan Savaşları ardından da sürdürürken işkence ve cinayetlerine devam ettiler.
Örneğin İpek kentinin yerel işgal yöneticilerinden Duşan Yovoviç, dönemin Karadağ İçişleri Bakanına gönderdiği raporda, silah toplama operasyonlarında uyguladığı işkenceler hakkında şunları yazıyordu:
“Az da olsa şüpheli bulduğum herkesi fiziksel işkencelere tabii tuttum. Onları dövdüm, kış gecesi soğuk suda tuttum, değişik işkenceler uyguladım. Bunları gerçekleştirdikten sonra şüpheli olarak gördüğüm şahısların kurşuna dizilmesini emrettim”.
Avusturya-Macaristan yönetimi altında bulunuyor olmaları yüzünden Sırplar ve Karadağlılar Kosova'da yaptıklarını Bosna'da yapamayınca buradaki Boşnaklar savaş boyunca genel olarak rahat kalabildi. Ancak Eylül 1912'den sonra Osmanlı'nın sınırlarından çıkan ve Sırbistan ile Karadağ orduları tarafından işgal edilen Sancak bölgesindeki Boşnaklar oldukça zor günler yaşadılar. Cinayetler, gayrimenkullere yönelik yağmacılık ve kundaklama gibi olaylar neredeyse sıradan bir hal almıştı.
Karadağ sınırlarında kalan Boşnaklar üzerinde daha yoğun bir mezalim gerçekleştirildi.
Özellikle Bihor, Peşter, Plav ve Gusinyeli Müslümanlar bundan nasibini aldı. Örneğin Avro Tsemoviç'in komutasındaki tugay, Şubat-Nisan 1913 dönemi içinde Plav ve Gusinye'deki Müslümanlardan 1.000'den fazla kişiyi kurşuna dizdi. Tsemoviç yürüttüğü bu katliamların paralelinde Gusinye ve Plav'daki Müslümanların zorla Ortodokslaştırılması politikasını da sürdürdü.
Sırplar ve Karadağlılar Makedonların da katkılarıyla Müslümanları mezalime tabi tuttular. Troçki'nin tanıklıklarından, Yunanlar ve Bulgarların ele geçirdiği Ege Makedonyası topraklarındaki Müslümanların da feci bir mezalime uğradığı anlaşılıyor. Amerikan basınından alınan şu ifadeler gerçeği kısa ve net biçimde ortaya koymaktadır:
Bulgarlara gelince, 1. Balkan Savaşı esnasında Bulgaristan'da Türklerin mallarına el konuldu, camileri ve vakıf malları tahrip edildi. İsimlerini bırakarak Bulgar isimlerini almaya mecbur tutuldular; kabul etmeyenler ise ya öldürüldü ya da Anadolu'ya göçe zorlandı. Bazı kaynaklarda Bulgarların Bulgaristan, Makedonya, Batı ve Doğru Trakya'da binlerce Müslümanı katlettiği belirtiliyor. Bunun yanında Ege Makedonya'sında Bulgarlar birçok Müslüman köyünü tamamen yok etti ve Müslüman mallarını yağmaladı. Doğu ve Pirin Makedonya'sında ise Bulgarlar sistemli bir şekilde Müslüman ahalinin zorla Hıristiyanlaştırılmasına çalıştılar.
Balkan Savaşlarında bölgede yaşayan Türkler ve diğer akraba topluluklar üzerinde gerçekleşen mezalim insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birini oluşturuyor. İşkence, Hıristiyanlaştırma ve göç ettirme sonucunda Balkanların etnik ve dinî haritası kökten değiştirildi. Birkaç tarihçi hariç
1912-1913 yıllarında gerçekleşen 1. ve 2. Balkan Savaşları sırasında Balkan Müslümanları üzerinde gerçekleşen trajik mezalimin altında da benzer amaçlar yatıyor. Hiç kuşku yok ki, insanlık tarihi özellikle 1. Balkan Savaşı'nı, Balkanlardaki Müslüman nüfusun sistemli katlediliş hareketi olarak hatırlayacak.
Peki, üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen yol açtığı mezalimin acısı hâlâ yürekleri sızlatan Balkan Savaşları nasıl ve neden başladı?
En basit ifadeyle, Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki varlığına son vermek isteyen Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan, Rusya'nın aracılığıyla anlaşıp savaş ilan ederek 1. Balkan Savaşı'na girdi. Sırbistan ile Karadağ, Osmanlı'ya karşı birlikte savaşma tasarısını 1910'dan itibaren müzakere etmeye başlamıştı. 1912 yılında bu iki Balkan devletine Bulgaristan ve Yunanistan da katılınca, Osmanlı'ya karşı savaşın başlatılması için hazırlıklar tamamlandı. 8 Ekim 1912'de Karadağ Osmanlı'ya savaş açtı. Onu 18 Ekim'de Bulgaristan ve Sırbistan, birkaç gün sonra da Yunanistan takip etti.
Balkan Savaşlarının arifesinde, Osmanlı devleti iç sorunlar ve dış baskılar yüzünden derin bir kriz içindeydi. Yani yeteri kadar hazırlanamadan savaşa girdi. Diğer taraftan Kafkasya üzerinden Rusya'ya ve çalkantılı Arap topraklarına açılan doğu sınırlarını da kontrol altında tutmak zorundaydı. Dolayısıyla birleşmiş Balkan orduları Osmanlı'nın Avrupa'daki ordularından fazla idi. Bir kaynakta Balkan ordularının 720 bin, Osmanlı ordusunun ise 307 bin kişiden oluştuğu belirtiliyor. Tüm bu sebeplerden ötürü Osmanlı Devleti'nin yenik düşmesi şaşırtıcı değil, kaçınılmaz bir sonuçtu.
Balkan Savaşı'na son veren antlaşma, 30 Mayıs 1913'te Londra'da imzalandı. Buna göre Osmanlı, Ege adalarının durumunun tayinini ve Arnavutluk'un sınırlarının çizilmesini büyük devletlere bırakıyor, Girit'i hukuken Yunanistan'a terk ediyor ve Midye-Enez hattının batısında kalan toprakları Balkan devletlerine veriyordu.
Balkanlardaki ittifak güçleri, Osmanlı topraklarını nasıl bölüşecekleri konusunda önceden bir taslak anlaşmaya varmışlardı zaten. Buna rağmen Osmanlı'nın Balkanlı müttefiklere bıraktığı geniş toprakların paylaşılmasında anlaşmazlık ortaya çıkınca 2. Balkan Savaşı'nın temelleri atılmış oldu. Yunanistan ve Sırbistan'ın öncelikli planı Arnavutluk'u parçalamaktı. Ancak dönemin büyük güçleri buna izin vermeyince, mücadele Makedonya üzerinde yoğunlaştı. Bulgarlar Makedonya'nın tamamını kendileri için talep ederken, Sırbistan ve Yunanistan ise Makedonya topraklarının bölüştürülmesine sıcak bakıyordu.
Bulgaristan'ın 29-30 Haziran 1913'te Sırbistan ve Yunanistan'a saldırmasıyla 2. Balkan Savaşı başladı. Bu kez çıkarları çatışan Balkan devletleri kendi aralarında çarpışıyordu. Osmanlı Devleti bu fırsatını kaçırmayarak Edirne'yi Bulgarlardan geri aldı. 2. Balkan Savaşı 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması ile sona ererken, Rumeli'de ağır toprak kaybına uğrayan Osmanlı, yalnızca Doğu Trakya'yı koruyabilmişti.
Kan ırmağı ortasında
Osmanlı Devleti ağır toprak kaybına uğramakla birlikte zararımız bu kadarla kalsa iyiydi. Balkan Savaşları bölgede yaşayan Türk ve diğer akraba topluluklar üzerinde büyük bir kıyımın yaşanmasına yol açtı. Aslına bakılırsa, 1912'de Osmanlı'ya savaş açan ittifak güçlerinin başlangıçta duyurdukları hedefleri kısa sürede Müslüman nüfusun katl, mallarının da talan edilmesi eylemine dönüşmüştü.
Justin McCarthy'nin verilerine göre, Balkan Savaşları öncesinde Arnavutluk hariç Osmanlı'nın Avrupa'daki topraklarında 2.315.293 Müslüman yaşıyordu. Balkan Savaşları sonrasında bu rakam % 62 oranında azalarak 1.445.179'a indi. Bu süreçte 632.408 Müslüman öldü, 812.771'i ise Anadolu'ya göç etti.
1914'te Carnegie Vakfı'nın oluşturduğu bir uluslararası soruşturma komisyonunun hazırladığı raporda ise Balkan Savaşları sırasında Müslümanlara yapılan mezalimin sistemli bir politikanın ürünü olduğu sonucuna varılıyor. Aynı raporda, Müslümanların ev ile köylerinin küle dönüştüğü ve silahsız masum insanların katledildiği belirtiliyor.
Sırbistan'daki sosyalist hareketin önde gelen isimlerinden Dimitriye Tusoviç, Balkan Savaşlarında öldürülen Müslümanlar hakkında şunları yazmıştı:
“Her tarafta öldürülen sivillerin kanlarından oluşan ırmakları görmek mümkündü. Kosova, Arnavutluk, Makedonya ve Trakya'daki masum çocuklar, kadınlar, sıradan insanlar öldürüldü. Onların tek suçu, Tanrıya farklı bir şekilde dua etmiş ve farklı dilde konuşmuş olmalarıdır”.
O da Balkan Savaşlarında Müslümanlar üzerinde işlenen mezalimi, Balkan ülkelerinin millî politikalarının bir parçası olarak değerlendiriyordu.
1912'nin sonbaharında Kievskaya Mysl isimli gazete için muhabirlik yapmak üzere Balkanlara gönderilen Troçki de Balkanlardaki Müslümanlara uygulanan zulme dair bulgularla karşılaştığında şoke olmuştu. Nitekim Troçki, Makedonya'da sivil Arnavut ve diğer Müslüman köylülerin Sırplar tarafından amansızca öldürüldüklerini, etrafta başı kesik Müslüman cesetlerin yattığını, Müslüman köylerinin yakıldığını, Müslümanlara ait değerli eşyaların sistematik bir şekilde yağmalandığını, evlerinden kapı ile pencerelerin bile sökülüp götürüldüğünü yazdı.
Troçki'nin bir çalışmasında, bir Sırp askerinin şu sözleri dikkat çekiyordu:
“Çok sayıda Arnavut öldürdüm, ancak üzerlerinde değerli bir şey bulamadım. Fakat bir genç Türk kadınını kestiğimde üzerinden 10 altın lira çıktı”.
Troçki'nin çalışmasında yer verilen bir Sırp çavuşun şu sözleri ise adeta insanın kanını donduruyor:
“Kosova'nın Ferizay kentinde yaptığımız tek şey tavuk kızartmak ve Arnavutları öldürmektir”.
Bu ve benzeri örnekler, Balkan Savaşları sırasında Müslümanların nasıl büyük bir soğukkanlılıkla katledildiğini gösteriyor. Troçki de Müslümanlara yönelik katliamların bireysel inisiyatifi aşan bir şey olduğu kanaatindeydi. Nitekim düşüncelerini şu şekilde özetliyor:
“Eski Sırbistan'da Sırplar, etnografik istatistiklerde kendi işlerine gelmeyen verileri düzeltme yönünde ulusal bir çabayla, tamamen sistemli birşekilde Müslüman nüfusu yok etmektedirler”.
Kuşkusuz 1. Balkan Savaşı sırasında sadece Sırplar değil, topraklarını genişleten Karadağlılar, Bulgarlar ve Yunanlılar da Balkanlarda yaşayan Türk, Arnavut, Boşnak ve diğer Müslümanları katlettiler. Kadınlar, ihtiyarlar, çocuklar ve bebekler türlü işkencelerle öldürüldüler; sağ kalanlar da Anadolu'ya göçe zorlandılar. Balkan Savaşlarının hemen sonrasında da rahat bırakılmayarak insanlık dışı muamelelere tabii tutuldular. Bir başka ifadeyle, Osmanlı'nın kaybettiği topraklarda kalan Müslümanlar çaresizce yaşadıkları ülke yöneticilerinin insafına terk edilmişlerdi.
Orta Çağ'a uzanan intikam yemini
Balkan Savaşlarının sebepleri, devletlerin güncel beklenti ve istekleriyle sınırlandırılamayacak ölçüde derin bir tarihsel arka plana sahiptir. Ta Orta Çağ'a uzanan bir arka plandır bu.
28 Haziran 1389'da gerçekleşen 1. Kosova Savaşı, Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki ilerlemesi açısından son derece önemlidir. Sırplar ve Karadağlılar bu savaştaki yenilgiyi hiçbir zaman içlerine sindiremedikleri için olayın intikamını yüzyıllar boyunca Balkanlardaki Müslümanlardan almaya ant içtiler. Nitekim Sırplar 1. Balkan Savaşı'na 'Kosova İntikamı' parolasıyla girmişlerdi. O döneme ait
1.Balkan Savaşı'nda Sırp ve Karadağ orduları Kosova ve Sancak bölgesinde adeta bir toprak kapma yarışı içindeydi. Aynı zamanda Müslümanlar üzerinde büyük bir mezalim gerçekleştirdiler. Esir düşen Osmanlı askerleri ise türlü işkencelerle öldürüldüler. Yabancı gazeteciler, tutsak Osmanlı askerlerinin üst dudakları ve burunlarının Karadağ askerleri tarafından kesildiğini yazıyordu. Örneğin İngiliz gazeteci Edith Durham, Arnavutluk'un kuzeyinde bir ileri karakolu ziyaret ettiğinde, burunları ve üst dudakları kesilmiş esir Osmanlı askerleri gördüğünü yazmıştı.Sırp basını durmadan Sırp Orta Çağ tarihine ve Kosova Savaşı'na gönderme yapıyordu. Hatta savaşın ardından Sırp askerlerine 'İntikamı Alınmış Kosova' adını taşıyan madalyalar dağıtılmıştı
Balkan Savaşlarında ve sonrasında Kosova'daki Müslümanlar hayatlarının en zor günlerini yaşadılar. Sırpların ve Karadağlıların gerçekleştirdikleri mezalimin gizlenmesi maksadıyla yabancı gazetecilerin Kosova'ya girmesi genellikle yasaklanıyor; buna rağmen Batılı gazetelere bazı haberler ulaşıyordu. Örneğin Üsküp'teki bir Danimarkalı gazeteci, Priştine'nin Sırpların eline geçmesiyle birlikte, 5 bin Arnavutun öldürüldüğünü bildirmişti.
Üsküp Katolik Başpiskoposu Lazer Myeda'nın Roma'ya gönderdiği bir raporda ise Kosova'nın Ferizay kentinde yaşı 15'in üstünde olan Müslüman Arnavutlardan yalnızca 3'ünün sağ bırakıldığı ifade ediliyor. Aynı raporda, Kosova'nın kentlerinden Gilan'da Müslümanların katliamdan geçirildiği, Cakova kentinin tümüyle yağmalandığı, Prizren'de öldürülen erkeklerin sayısının birkaç günde 400'e ulaştığı; yağma, talan ve tecavüzlerin ise haddinin hesabının olmadığı belirtiliyor. Ayrıca birkaç ay içinde 25 bin Arnavutun öldürülmüş olduğu tahmin ediliyor.
Ya dininden vazgeç, ya canından!
Sırplar ile Karadağlıların izlediği politikanın bir özelliği de Müslümanlarla Katolikleri zorla Ortodoks yapmaktı. Prizren'deki Avusturya konsolosunun Mayıs 1913 tarihli raporuna göre Karadağlıların denetimi altındaki İpek kentinde 2 bin Müslüman ailenin dini zorla değiştirildi, buna direnenler işkence gördü.
Tarihçi Mustafa Memiç'e göre Rugova, İpek, Cakova ve Deçan kentlerinden ibaret bölgede 70 bin Müslüman ve Katolik zorla Ortodokslaştırılmıştır.
Müslümanları Ortodoks yapma politikası Sırp işgal bölgelerinde daha düşük bir şiddetle uygulanıyordu. Bu konuda gözünü budaktan sakınmayan Karadağlılar ise Kosova'dan göç etmeyen Müslümanların zorla Ortodokslaştırılması çalışmalarını Balkan Savaşları ardından da sürdürürken işkence ve cinayetlerine devam ettiler.
Örneğin İpek kentinin yerel işgal yöneticilerinden Duşan Yovoviç, dönemin Karadağ İçişleri Bakanına gönderdiği raporda, silah toplama operasyonlarında uyguladığı işkenceler hakkında şunları yazıyordu:
“Az da olsa şüpheli bulduğum herkesi fiziksel işkencelere tabii tuttum. Onları dövdüm, kış gecesi soğuk suda tuttum, değişik işkenceler uyguladım. Bunları gerçekleştirdikten sonra şüpheli olarak gördüğüm şahısların kurşuna dizilmesini emrettim”.
Avusturya-Macaristan yönetimi altında bulunuyor olmaları yüzünden Sırplar ve Karadağlılar Kosova'da yaptıklarını Bosna'da yapamayınca buradaki Boşnaklar savaş boyunca genel olarak rahat kalabildi. Ancak Eylül 1912'den sonra Osmanlı'nın sınırlarından çıkan ve Sırbistan ile Karadağ orduları tarafından işgal edilen Sancak bölgesindeki Boşnaklar oldukça zor günler yaşadılar. Cinayetler, gayrimenkullere yönelik yağmacılık ve kundaklama gibi olaylar neredeyse sıradan bir hal almıştı.
Karadağ sınırlarında kalan Boşnaklar üzerinde daha yoğun bir mezalim gerçekleştirildi.
Özellikle Bihor, Peşter, Plav ve Gusinyeli Müslümanlar bundan nasibini aldı. Örneğin Avro Tsemoviç'in komutasındaki tugay, Şubat-Nisan 1913 dönemi içinde Plav ve Gusinye'deki Müslümanlardan 1.000'den fazla kişiyi kurşuna dizdi. Tsemoviç yürüttüğü bu katliamların paralelinde Gusinye ve Plav'daki Müslümanların zorla Ortodokslaştırılması politikasını da sürdürdü.
Sırplar ve Karadağlılar Makedonların da katkılarıyla Müslümanları mezalime tabi tuttular. Troçki'nin tanıklıklarından, Yunanlar ve Bulgarların ele geçirdiği Ege Makedonyası topraklarındaki Müslümanların da feci bir mezalime uğradığı anlaşılıyor. Amerikan basınından alınan şu ifadeler gerçeği kısa ve net biçimde ortaya koymaktadır:
“Yunanlıların Müslümanlar üzerinde gerçekleştirdiği suçlar ve vandallık, insan zihninin açıklayabileceği türden değildir”.
Bulgarlara gelince, 1. Balkan Savaşı esnasında Bulgaristan'da Türklerin mallarına el konuldu, camileri ve vakıf malları tahrip edildi. İsimlerini bırakarak Bulgar isimlerini almaya mecbur tutuldular; kabul etmeyenler ise ya öldürüldü ya da Anadolu'ya göçe zorlandı. Bazı kaynaklarda Bulgarların Bulgaristan, Makedonya, Batı ve Doğru Trakya'da binlerce Müslümanı katlettiği belirtiliyor. Bunun yanında Ege Makedonya'sında Bulgarlar birçok Müslüman köyünü tamamen yok etti ve Müslüman mallarını yağmaladı. Doğu ve Pirin Makedonya'sında ise Bulgarlar sistemli bir şekilde Müslüman ahalinin zorla Hıristiyanlaştırılmasına çalıştılar.
Balkan Savaşlarında bölgede yaşayan Türkler ve diğer akraba topluluklar üzerinde gerçekleşen mezalim insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birini oluşturuyor. İşkence, Hıristiyanlaştırma ve göç ettirme sonucunda Balkanların etnik ve dinî haritası kökten değiştirildi. Birkaç tarihçi hariç
Balkanlardaki Müslümanlara uygulanan bu mezalime karşı Batı dünyasının kayıtsızlığı bir insanlık ayıbı olarak nitelendirilebilir. Kim aksini iddia edebilir ki?