Altı kaval üstü şeşhane Osmanlı silahları
KAHRAMAN ŞAKUL
Bugün uyumsuzluğu ve çelişkiyi belirtmek için kullanılan ve son kelimesi yanlışlıkla 'şişhane' diye söylenen 'Altı kaval üstü şeşhane' deyiminin ana yurdu neresidir dersiniz? Cevabı biz verelim: Savaş meydanlarıdır, cengâver yiğitlerin kucaklarıdır. Dahası, bir tür Osmanlı silahının ta kendisidir altı kaval üstü şeşhane. Nasıl mı? Anlatalım.
Bilirsiniz, deyimler dolambaçlı patikalardan, yokuş ve virajlardan geçerek varırlar menzile. Zaman içinde özgün anlamlarından sıyrılarak yepyeni mânâlar kuşanıp sızıverirler hayatımızdan içeri. Ve ne kadar çırpınsak da bir türlü dolduramadığımız boşluklara, tabiri caizse 'cuk' diye otururlar.
Eskinin ağızdan dolmalı tüfeklerini Osmanlılar 2 türlü tasnif ederlerdi: Ateşleme tertibatına ve namlusuna göre... İlk tüfekler fitil ile ateşlendiği için fitilli diye bilinirlerdi. Ucu yanan fitil tetik mekanizmasına bağlanır, tüfekçi tetiği çekince yanan fitil de barut haznesine değip tüfeği ateşlerdi.
Sonraları bunun yerini çakmak taşı ile ateşlenen çakmaklı tüfekler aldı. Tetiğin düşürülmesiyle çakmak taşı metal bir levhaya çarpar ve çıkan kıvılcımla barut ateşlenmiş olurdu.
İhtiyaca özel namlular
Namluya göre bakıldığında ise 'kaval namlu' ve 'şeşhane namlu' olarak 2 tür ağızdan dolma tüfek vardı. Kaval namlulu tüfek fitilli veya çakmaklı olabilirdi (İngilizce 'smoothbore' veya basitçe 'musket' denir). Daha çok muharebelerde kullanılırdı çünkü doldurulması kolaydı. Piyade, muharebe esnasında namludan aşağıya önce bir miktar barut döker, sonra kurşunu koyar ve harbe denilen ince değnekle barut ve kurşunu iyice sıkıştırırdı. Kaval namlunun gövdesi ve ağzı yuvarlak yapılırdı. Namlu çapı kurşun çapından daha geniş olduğu için kurşun kolayca namlunun ağzından namlu dibine düşüverirdi. Böylece piyade, muharebe şartlarında tüfeğini olabildiğince hızlı doldurma imkânını bulurdu.
Namlunun kurşuna bol gelmesi tabii ki nişan almayı imkânsızlaştırırdı. Zira kurşun namlunun içinde sabit durmadığından, namluyu terk ettiğinde havada adeta zıplaya zıplaya gider, öngörülemez bir rota çizerdi. Özellikle 50 metrenin ilerisindeki hedefleri vurmak şans işiydi.
Tarihî filmlerin savaş sahnelerinde 2 ordunun saflar halinde dizilip birbirlerine göz göze gelecek kadar yaklaşmaları ve ondan sonra hep bir ağızdan saf halinde ateş etmeleri bundandır. (Askerî müzelerdeki eski tüfeklerde gez-göz-arpacık tabir ettiğimiz nişan alma tertibatı bulunmaz.)
Diğer namlu tipi ise şeşhane idi. (İngilizcede 'rifle' denir.) Bu da tıpkı kaval gibi fitilli veya çakmaklı olabilirdi. Namlu gövdesi ve özellikle ağzı köşegen (çoğu durumda altıgen) olduğu için şeşhane adı verilmişti. (Şeş Farsça 6 demektir.) Bu köşegenlik günümüzün tüfeklerinde namlu ağzında bulunan yiv ve setlerin görevini görürdü. Bu sayede namlu çapı kurşun çapına neredeyse denk gelirdi. Namlunun darlığından dolayı kurşunu namlu dibine ittirmek çaba gerektirdiğinden hızlıca doldurup atılamazdı. Dolayısıyla muharebelerde pek tercih edilmezdi.
Ne var ki, namlu dibine sıkıca oturan kurşun namludan istikrarlı bir şekilde çıktığı için nişan almak mümkündü. Bu nedenle şeşhane tüfekler tıpkı Avrupa'da olduğu gibi Osmanlı diyarında da daha çok avcılıkta kullanılırdı. Askerî müzelerdeki bol tezyinatlı paşa ve padişah tüfekleri hep şeşhane formludur ve dikkatlice bakılırsa, nişan tertibatları görülebilir. Zira avda mühim olan, tüfeği hızlı doldurmak değil, iyi nişan almaktı. Üstelik şeşhane, kaval tüfeğe göre daha uzun menzile sahipti. Bunun nedeni, namlu ve kurşun çaplarının uyumlu olmasıydı. Öyle ki, barutun patlamasıyla ortaya çıkan gaz dışarı kaçamayıp kurşunun arkasında birikir ve tüm gücüyle kurşunu daha hızlı ve uzağa fırlatırdı. Böyle olunca avcıların yanı sıra keskin nişancılar da muharebelerde şeşhaneleri tercih ederdi.
Şeşhane-kaval melezi
Zaman içinde yarısı kaval, yarısı şeşhane görünümlü melez namlular ortaya çıktı. Osmanlıca belgelerde bu namlu tipi 'nısfı kaval, nısfı şeşhane' diye geçer. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Maliyeden Müdevver Kataloğu, no. 4775). 'Nısf' Arapça yarım demektir. Müzelerde bolcagörüldüğü üzere, bu namlular namlu ağzında yuvarlak formlu (kaval) başlar, namlu dibine -yani dipçiğe doğru- köşegenleşirler (şeşhane). Tüfek tasarımcıları 'altı kaval üstü şeşhane' tüfek namluları üreterek her 2 tipin avantajlarını birleştirmek istemiş olmalılar:
Kaval namlu ağzı sayesinde kurşunu kolay koyma ve şeşhane namlu dibi sayesinde kurşunu yerine sıkıca oturtma. Böylece kurşun daha istikrarlı rota çizecek ve daha uzağa gidebilecektir. Öte yandan, şeşhane görünümlü bir namlu içeride kaval olabilirdi. Bu durumda, tüfek tasarımcısının kitabe ve tezyinat için namlu yüzeyinde daha fazla yer açmak istediğine hükmedilebilir. Yuvarlak bir yüzeydense köşegen yüzeyde süsleme yapmak elbette daha kolay olacaktır. Gelgelelim, bu şeşhane-kaval melezi garip görünümlü namlular zamanla bildiğimiz deyime ilham kaynağı oldu.
Eskinin ağızdan dolmalı tüfeklerini Osmanlılar 2 türlü tasnif ederlerdi: Ateşleme tertibatına ve namlusuna göre... İlk tüfekler fitil ile ateşlendiği için fitilli diye bilinirlerdi. Ucu yanan fitil tetik mekanizmasına bağlanır, tüfekçi tetiği çekince yanan fitil de barut haznesine değip tüfeği ateşlerdi.
Sonraları bunun yerini çakmak taşı ile ateşlenen çakmaklı tüfekler aldı. Tetiğin düşürülmesiyle çakmak taşı metal bir levhaya çarpar ve çıkan kıvılcımla barut ateşlenmiş olurdu.
İhtiyaca özel namlular
Namluya göre bakıldığında ise 'kaval namlu' ve 'şeşhane namlu' olarak 2 tür ağızdan dolma tüfek vardı. Kaval namlulu tüfek fitilli veya çakmaklı olabilirdi (İngilizce 'smoothbore' veya basitçe 'musket' denir). Daha çok muharebelerde kullanılırdı çünkü doldurulması kolaydı. Piyade, muharebe esnasında namludan aşağıya önce bir miktar barut döker, sonra kurşunu koyar ve harbe denilen ince değnekle barut ve kurşunu iyice sıkıştırırdı. Kaval namlunun gövdesi ve ağzı yuvarlak yapılırdı. Namlu çapı kurşun çapından daha geniş olduğu için kurşun kolayca namlunun ağzından namlu dibine düşüverirdi. Böylece piyade, muharebe şartlarında tüfeğini olabildiğince hızlı doldurma imkânını bulurdu.
Namlunun kurşuna bol gelmesi tabii ki nişan almayı imkânsızlaştırırdı. Zira kurşun namlunun içinde sabit durmadığından, namluyu terk ettiğinde havada adeta zıplaya zıplaya gider, öngörülemez bir rota çizerdi. Özellikle 50 metrenin ilerisindeki hedefleri vurmak şans işiydi.
Tarihî filmlerin savaş sahnelerinde 2 ordunun saflar halinde dizilip birbirlerine göz göze gelecek kadar yaklaşmaları ve ondan sonra hep bir ağızdan saf halinde ateş etmeleri bundandır. (Askerî müzelerdeki eski tüfeklerde gez-göz-arpacık tabir ettiğimiz nişan alma tertibatı bulunmaz.)
Diğer namlu tipi ise şeşhane idi. (İngilizcede 'rifle' denir.) Bu da tıpkı kaval gibi fitilli veya çakmaklı olabilirdi. Namlu gövdesi ve özellikle ağzı köşegen (çoğu durumda altıgen) olduğu için şeşhane adı verilmişti. (Şeş Farsça 6 demektir.) Bu köşegenlik günümüzün tüfeklerinde namlu ağzında bulunan yiv ve setlerin görevini görürdü. Bu sayede namlu çapı kurşun çapına neredeyse denk gelirdi. Namlunun darlığından dolayı kurşunu namlu dibine ittirmek çaba gerektirdiğinden hızlıca doldurup atılamazdı. Dolayısıyla muharebelerde pek tercih edilmezdi.
Ne var ki, namlu dibine sıkıca oturan kurşun namludan istikrarlı bir şekilde çıktığı için nişan almak mümkündü. Bu nedenle şeşhane tüfekler tıpkı Avrupa'da olduğu gibi Osmanlı diyarında da daha çok avcılıkta kullanılırdı. Askerî müzelerdeki bol tezyinatlı paşa ve padişah tüfekleri hep şeşhane formludur ve dikkatlice bakılırsa, nişan tertibatları görülebilir. Zira avda mühim olan, tüfeği hızlı doldurmak değil, iyi nişan almaktı. Üstelik şeşhane, kaval tüfeğe göre daha uzun menzile sahipti. Bunun nedeni, namlu ve kurşun çaplarının uyumlu olmasıydı. Öyle ki, barutun patlamasıyla ortaya çıkan gaz dışarı kaçamayıp kurşunun arkasında birikir ve tüm gücüyle kurşunu daha hızlı ve uzağa fırlatırdı. Böyle olunca avcıların yanı sıra keskin nişancılar da muharebelerde şeşhaneleri tercih ederdi.
Şeşhane-kaval melezi
Zaman içinde yarısı kaval, yarısı şeşhane görünümlü melez namlular ortaya çıktı. Osmanlıca belgelerde bu namlu tipi 'nısfı kaval, nısfı şeşhane' diye geçer. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Maliyeden Müdevver Kataloğu, no. 4775). 'Nısf' Arapça yarım demektir. Müzelerde bolcagörüldüğü üzere, bu namlular namlu ağzında yuvarlak formlu (kaval) başlar, namlu dibine -yani dipçiğe doğru- köşegenleşirler (şeşhane). Tüfek tasarımcıları 'altı kaval üstü şeşhane' tüfek namluları üreterek her 2 tipin avantajlarını birleştirmek istemiş olmalılar:
Kaval namlu ağzı sayesinde kurşunu kolay koyma ve şeşhane namlu dibi sayesinde kurşunu yerine sıkıca oturtma. Böylece kurşun daha istikrarlı rota çizecek ve daha uzağa gidebilecektir. Öte yandan, şeşhane görünümlü bir namlu içeride kaval olabilirdi. Bu durumda, tüfek tasarımcısının kitabe ve tezyinat için namlu yüzeyinde daha fazla yer açmak istediğine hükmedilebilir. Yuvarlak bir yüzeydense köşegen yüzeyde süsleme yapmak elbette daha kolay olacaktır. Gelgelelim, bu şeşhane-kaval melezi garip görünümlü namlular zamanla bildiğimiz deyime ilham kaynağı oldu.