Abdülhamid petrolleri kimden nasıl korudu?
Sömürgeci devletlerin başta petrol olmak üzere verimli araziler ve doğal kaynaklara sahip olmak amacıyla sürdürdükleri Bağdat ve Musul bölgesindeki mücadele II. Abdülhamid döneminde başlamıştır. Bu mücadelenin kaynağı ve tarihî boyutu tam olarak bilindiğinde Batılıların bugün Ortadoğu diye adlandırdığı bölgede niçin huzur ve adaletin hâlâ sağlanamadığı daha iyi anlaşılacaktır.
Osmanlı Devleti’nin idarî taksimatta Bağdat ve Musul vilâyetleri olarak yönetim birimlerine ayırdığı topraklar konumu, doğal kaynakları ve verimli arazileriyle stratejik önemini halen koruyan ve paylaşılamayan bir bölge olma özelliğini devam ettiriyor. Bilhassa 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ehemmiyeti gitgide artan petrolün neredeyse cenneti olan Bağdat ve Musul vilayetlerinde Sultan II. Abdülhamid’in takip ettiği politika ve Batılı devletlerin bu politikayı delip geçme gayretlerinden oluşan üstü örtülü mücadele ise günümüz dış politikası açısından bilinmesi ve incelenmesi gereken bir önemde.
Bağdat ve Musul vilayetlerinde rekabet ve çekişmeler Abdülhamid döneminde gittikçe kuvvetlenir. Çünkü bölge, makineleşmenin en önemli kaynağı olacak petrole sahiptir. Özellikle yüzyılın ikinci yarısından itibaren petrolün sadece aydınlanmada değil, sanayideki öneminin de anlaşılmaya başlanması, dönemin güçlü devletlerini bölge üzerinde önce tam bir mücadeleye, sonra da savaşa götürecektir.
Abdülhamid zamanında önceki ve sonraki padişahlarda rastlanmayan bir kişisel mülk edinme uygulaması gerçekleştirilmiş olup konu üzerindeki tartışmalar devam etmektedir. Abdülhamid’in kişisel mülk edinme sebebi, devletin petrol yatakları ve diğer zenginliklerinin paylaşılmak üzere masaya yatırıldığı bir dönemde, devlet mülkünün elden çıkma ihtimaline karşılık, onları şahsî mülk zırhı içinde koruma altına alma gayretidir. Zaten kendisi de iradelerinde sık sık yabancıların eline geçmesine engel olmak için böyle bir yola başvurulduğunu belirtmektedir.
İşte bu politikadan yola çıkılarak memleket genelinde nerede stratejik öneme sahip gelir getiren arazi ve işletme varsa padişah mülkü haline getirilmiş ve idaresi Hazine-i Hassa Nezareti bünyesine aktarılmıştır. Bu sayede arazi ve maden yatakları üzerinde işletme kurmak isteyen yabancı talipler doğrudan Hazine-i Hassa’ya, yani padişaha başvurmak zorunda kalacaklardır Dahası bu emlaktan arazi satın almaları veya herhangi bir müdahalede bulunmaları da kişi mülkü olmasından dolayı söz konusu değildir.
Osmanlı petrol yataklarını nasıl işletti?
Bağdat ve Musul vilayetlerinin sınırları dahilinde yer alan, Osmanlı’nın neft dediği, aydınlanmada ve hayvanlarının iyileştirilmesinde kullanılan petrol, yüzyıllardır Osmanlı Devleti tarafından toprak ve tımar sahiplerine verilerek işletilmiştir. 1847’de Musul vilayetinde Tanzimat uygulanmasına başlanmasından sonra ise petrol yatakları devlete devredilmeye başlanır. Bununla birlikte Musul ve Bağdat’taki petrol yatakları bu dönemde de müzayede yolu ile Osmanlı tebaasına ihale edilir. Dolayısıyla bu kaynakların çoğu ilkel yollarla da olsa işletilmiştir. Pek çok araştırmacının belirttiği üzere Osmanlı’nın bu kaynaklardan haberi olmaması söz konusu değildir.
Musul’da bulunan petrol yataklarının padişahın şahsî mülküne geçirilmesine dair Abdülhamid’in farklı tarihlerde çıkmış iki iradesi bulunur. Bunlardan ilki 6 Şubat 1889 tarihlidir ve çıkmasından hemen sonra uygulama resmen başlatılır. Sebebi ise başta İngiltere, Fransa ve özellikle 1888 demiryolu imtiyazıyla asıl hedefleri Musul petrolleri olan Almanların umutlarını kırarak, petrol yataklarının padişah emlakına geçirilişi manevrasıdır.
Bunda Almanlara 1888’de verilen demiryolu imtiyazında yer alan, hattın her iki tarafında bulunan madenlerin işletim hakkını da almalarına dair maddenin, demiryolu uzatıldığı takdirde Musul petrollerini de kapsamasına engel olma amacı oynamış olmalıdır.
Bu ilk iradeden 13 yıl sonra 18 Kasım 1902’de, Bağdat demiryolu imtiyazının kesin olarak Almanlara verilmesinin ardından ilkiyle tamamen aynı mahiyette yeni bir iradenin daha çıkarılması da aynı maksada dayanmaktadır.
Aslında bu konuda yapılmış araştırmalarda ikinci iradeden pek bahsedilmez. Musul vilayeti petrol imtiyazı hakkında ikinci iradenin veriliş sebeplerinden biri, petrol kuyularına karşı aşiretlerin süregelen saldırılarına karşılık, buraların Sultanın mülkü olduğunun bir kez daha hatırlatılması olmalıdır. Zira Tuzhurmato madenleri Davude ve Beyat, kil madenleri Talebâni, Kayyare petrol kuyuları da Şemmar aşiretlerinin saldırıları altındaydı.
Sadece aşiretler değil, ilk iradenin çıkmasından itibaren çözülemeyen bir de Neftçizâde meselesi vardır. Musul’da zengin bir petrol kaynağı olan Baba Gurgur, yüzyıllardır Neftçizâde ailesi tarafından işletilmektedir. İmtiyazın Hazine-i Hassa tarafından satın alınmasından sonra bu aile petrol kaynağını bırakmamak için sıkı bir mücadeleye girişir. Bununla beraber kanaatimizce en etkili sebep, Abdülhamid’in Bağdat demiryolu yapım hakkını verdiği Almanlarla yapılan anlaşma maddelerinde yatmaktadır. Abdülhamid 16 Ocak 1902’de çıkardığı bir iradeyle Bağdat demiryolu yapım ve işletme imtiyazını Almanlara vermiştir. 21 Ocak’ta Anadolu demiryolu şirketiyle bir sözleşme yapıldıysa da nihaî anlaşmanın tam tarihi 5 Mart 1903 olacaktır.
İşte Almanlarla yapılan görüşmeler sırasında Mart 1903’te imzalanacak kesin imtiyaz sözleşmesinde yer alacak bir madde, Musul petrollerinin işletimini doğrudan ilgilendirmekteydi. Bu maddede kumpanyaya demiryolu imtiyazına bağlı olarak başka imtiyazlar da veriliyordu. Nitekim maddenin petrol kaynakları ile ilgili olan kısmına göre demiryolunun geçeceği devlete ait olan toprakların mülkiyeti imtiyaz sahiplerine bedelsiz devredilecekti.
Demiryolunun her iki tarafının 20 kilometrelik kalan madenleri Nafia Nezareti ile varacakları anlaşmanın esaslarına göre işletebileceklerdi. Daha da ilginci, kumpanya hat boyunca arkeolojik eserleri aramak, kazılar yapmak yetkisi de taşıyacaktı. Bölgenin zengin petrol yataklarıysa Musul’dan geçecek demiryolu hattının her iki tarafında bulunmaktaydı.
İşte Mart 1903’te nihaî sözleşme imzalanmadan önce, Abdülhamid 18 Kasım 1902 tarihli iradesini vererek Musul’daki petrol yataklarının Hazine-i Hassa Nezareti’nde olduğunu bir kez daha teyit etmek ihtiyacını duymuş olmalıdır. Zira çıkarılan ikinci irade birincisiyle tamamen aynı mahiyettedir ve Sultan demiryolu için son sözleşme imzalanmadan Almanların niyetini anlayarak, bir yerde önceki iradenin farklı yorumlanmasını engellemek için ikinci bir irade çıkarıp işi garantiye almış olmalıdır. Gelişmeler takip edildiğinde Anadolu Demiryolu Şirketi’nin nihaî imtiyazı almasından sonra bölgedeki petrol yataklarını araştırma ve işletme teklifinde bulunmaları, asıl niyetlerini ortaya çıkarmaktadır.
Aşiretlere rağmen ihale usulüne devam!
Bağdat vilayetlerindeki petrol yataklarının şahsî mülk haline getirilmesi ise Musul için çıkan ilk iradeyi müteakiben meydana gelen gelişmelerden sonradır. Bağdat vilayetinin en önemli petrol kaynağı Mendeli petrol yataklarıdır ve modern tesisler kurulduğu takdirde oldukça zengin rezervlere sahiptir. Nitekim daha 1871’de Mithat Paşa’nın Bağdat Valiliği sırasında bu kuyuların modern tekniklerle işletilmesi amacıyla çalışmalar başlatılmış, hatta bu petrol yatağının yakınında bulunan Baküba’da 1877’de damıtma tesisi kurulmuş, fakat daha sonra atıl hale gelmiştir.
Musul’dan sonra Bağdat vilayetinde de böyle zengin petrol yataklarının bulunması, bunların tek tek değil de bu iki vilayet kapsamında bir şirket tarafından işletilmesi fikrini gündeme getirir. Musul vilayetindeki petrolün imtiyazı zaten Hazine-i Hassa’da bulunduğundan, bu durum doğal olarak Bağdat vilayeti için de aynı şartları ihtiva eden bir imtiyazın alınması neticesine götürür. Bağdat bölgesinde tam bu sıralarda arkeolojik çalışmalar bahanesiyle bulunan Alman arkeologlar ve bunların gizlice Abdülhamid’e ulaştırılan raporlarıyla, o sıralarda Bağdat’a kadar uzayacak demiryolu imtiyazı görüşmelerinin canlanması gibi durumların etkilerini de göz ardı etmemek gerekir. Neticede Abdülhamid’in 19 Eylül 1898 tarihli iradesiyle Bağdat vilayeti dahilindeki petrol madenlerinin araştırma ve çıkarma imtiyazı Hazine-i Hassa’ya, yani padişahın emlakına dahil edilmiştir.
Bölgedeki belli başlı petrol yataklarına gelince… Bağdat vilayetinde Hit ve özellikle Mendeli petrol yatakları oldukça zengin petrol rezervlerine sahiptir. Mendeli’den çıkarılan ortalama neft miktarı yaz mevsiminde 13.500, kış mevsiminde 11.000 kıyyedir. En büyük üretim -yani 15.000 kıyye- Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarındadır. Bu hesaba göre günde 400 kıyye (yaklaşık 500 kg.) neft çıkarılmaktadır. Kuyular ıslah edilerek modern tesislerin yapımı sağlandığında üretimin daha da artması muhtemeldir.
Musul vilayetindeyse Tuzhurmato, Eski Kale, Binincir, Kanber Ali, Kiralan ve Seyidin kuyularından oluşan Kil, Baba Gurgur, Karadağ, Gur, Tel Kayyare, Tavuk ve Nemrud petrol yatakları mevcuttur. Bunlardan mesela Tuzhurmato petrol yataklarından bir günde çıkarılan ham petrol miktarı, kış mevsiminde 800, yaz mevsiminde 950 kıyyedir. Bölgede ham petrolün arıtılma işlemleri o devrin şartlarında Tuzhurmato, Kerkük, Süleymaniye, Şirkat, Zaho ve Mendeli’deki arıtma tesislerinde yapılmıştır.
Hazine-i Hassa bünyesinde Abdülhamid’in şahsî mülkü haline getirilerek işletme imtiyazı alınan petrol yataklarının büyük bir kısmı bir yandan eskiden olduğu gibi taliplerine ihale edilmeye devam edilmiştir. Diğer yandansa Hazine-i Hassa Nezareti verimlilik derecelerinin tespiti, modern tekniklerin kullanımıyla yüksek gelir getirebilecek bir işletme tarzını ortaya koymak üzere zaman zaman yurtdışından maden mühendisleri getirterek nezaret bünyesinde görevlendirir.
Bu maden mühendislerinden Jakraz ve Graskopf’un Bağdat ve Musul vilayetlerindeki petrol yatakları üzerinde yaptıkları incelemeler ve bunların sonuçları önemlidir.
Her ne kadar eski usule göre iltizamla işletilseler de bölgedeki petrol yataklarından yeterince gelir elde edilemiyordu. Çünkü Tuzhurmato madenleri Davude, Kil madenleriyse Talabani aşiretlerinin tasallutu altındaydı ve bunlar tarafından düşük fiyatlarla işlettirilmekteydi.
Bir başkasının ihaleye katılmasına yine bu aşiretler mani oluyordu. Zaten dışarıdan herhangi bir şahıs korkudan başvuruda bulunamıyordu. Özellikle dış kışkırtmaların devam ettiği bu dönemde aşiretlerin petrol yatakları üzerindeki tahakkümüne, devlete karşı ayaklanmalarına yol açmamak için fazla müdahale edilememişti.
Beklenen son kapıda
Bölge petrollerinin şahsî mülk haline getirilmesi Mezopotamya bölgesinde 19. yüzyıl boyunca araştırma yapan ve petrol yataklarının elde edilmesi için planlar kuran yabancı devletleri paniğe soktu. Bu dönemde sahneye konan güçlü stratejilere ve imtiyaz alma mücadelelerine karşı Abdülhamid’in politikasıysa petrol yataklarının tek bir şirket halinde işletimi önerisinde bulunmaktı. Böylece talip devletlere pastadan daha büyük bir pay sunuluyor, bu işletme teklifi koz olarak kullanılıp siyasî arenada denge politikası yürütülüyordu.
Nitekim bölge petrollerinin tek bir şirket halinde işletimi hususunda Abdülhamid’e çok sayıda başvuru yapıldı. En önemlilerinden biri, Fransız maden mühendisi Jakraz’ın yaptığı incelemelerden sonra Fransızların yaptığı tekliftir.
Abdülhamid’in 27 Nisan 1909’da tahttan indirilmesiyle Bağdat-Musul petrolleri, imtiyazları kişisel mülkten çıkarılarak devletleştirilmiş ve beklenen son gelmiştir.
Aynı şekilde Hazine-i Hassa Nezareti’nce görevlendirilen Alman mühendis Graskopf’un incelemeleri neticesinde Alman demiryolu şirketinin taleplerinin başlaması da oldukça dikkat çekicidir. Bu tabloya çok geçmeden Hollanda ve Belçika da katılır. İran petrollerinin imtiyaz ve işletmesini ele geçirmiş olan İngiltere ve hemen akabinde Amerika ise kısa sürede sahnedeki yerlerini alacaktır.
Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle Bağdat- Musul petrolleri, imtiyazları kişisel mülk olmaktan çıkarılarak devletleştirilmiş ve beklenen son gelmiştir. Nitekim yukarıda adı geçen devletlerin mücadelesi önce Babıâli’de, sonra da savaşta devam ederek petrol yatakları Osmanlıların elinden tamamen çıkaracaktır.
Görüldüğü üzere sömürgeci devletlerin başta petrol olmak üzere verimli araziler ve doğal kaynaklara sahip olmak, stratejik olarak önemli köşe başlarını tutmak ve bazı merkezleri etkisiz hale getirmek için ilgilendikleri en önemli bölgelerden Bağdat ve Musul’daki asıl mücadele Abdülhamid döneminde başlamıştır. Mücadelenin kaynağı ve tarihî boyutu tam olarak bilindiğinde bugün Ortadoğu diye adlandırdığı bu bölgede niçin huzur ve adaletin hala sağlanamadığı ve hangi çıkarlar uğruna nelerin feda edildiği daha iyi anlaşılacaktır.