Abdühamid’i Selanik sürgününden Balkan Harbi kurtardı
DOÇ. DR. NECMETTİN ALKAN
“II. Abdülhamid’i Selanik Sürgününden Balkan Harbi Kurtardı”. Selanik'in Düşman işgali tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu öğrenmesine rağmen II. Abdülhamid’in Selanik’te kalmakta ısrar etmesinin nedeni, bu şehre ve vatana duyduğu sadakattir…Prof. Dr. Necmettin Alkan Derin Tarih okurları için kaleme aldı.
Bir şehri ve bir sultanı karşılaştırmak ilkin biraz garip görünebilir ama II. Abdülhamid ve Selanik birbirine benzeyen ve birbirini tamamlayan özelliklere sahipler. Bir kere II. Abdülhamid, Osmanlı tarihine damgasını vuran, döneminin en önemli siyasî ve diplomatik aktörlerindendi. Aynı zamanda Osmanlı/Türk/İslâm tarihinin son cihânşümûl hükümdarı veya imparatoruydu. Selanik ise bu dönemde Osmanlı Devleti'nin önemli kozmopolit merkezlerinden biri; zengin etnik, dinî, siyasî, sosyal ve kültürel yapısıyla gerçek bir imparatorluk şehriydi. Selanik Balkanların, Balkanlar ise Osmanlı Devleti'nin tam bir izdüşümüydü aslında. Hatta bu üçlüyü, merkezinde Sultan II. Abdülhamid'in bulunduğu Rus matruşkasına benzetmek mümkündür.
II. Abdülhamid düştükten kısa bir süre sonra Balkanlar ve Selanik elimizden çıkmış, devamında Osmanlı Devleti yıkılmıştır. Bu zincirin halkalarının dağılmasının temel nedeni, Sultan'ın tahttan indirilmesi, buna paralel olarak bölgesel ve genel Abdülhamidî dengenin yerle bir edilmesi ve yerini alacak yeni bir dengenin oluşturulamamasıydı. Sonraki süreç ve tecrübe ise maalesef Sultan'ı haklı çıkaracaktır.
Öncelikle Selanik'in siyasî tarihimizdeki yerinin çok özel olduğunu söylemeliyiz. Yakın tarihimizin en etkili ve önemli siyasî hareketi olan Jön Türklerin iktidara yürüdükleri merkezdi. Kendi ifadeleriyle, Selanik 'Kâbe-i Hürriyet' yani Özgürlüğün Kitabesi'ydi. Abdülhamidî yönetime karşı mücadelelerini buradan yürütmüşlerdi.
Selanik'in Jön Türk merkezi olmasının nedenleri arasında II. Abdülhamid'in bazı tercih ve uygulamaları yer alır. Mücadeleyi kazanan Jön Türkler, amansız düşmanları II. Abdülhamid'i 27 Nisan 1909'da sürgüne göndererek bir anlamda ondan intikam almışlardı. İsteselerdi devrik hükümdarı başka bir yere gönderebilirlerdi. Selanik'i tercih etmekle, korktukları Sultan'ı kendi merkezlerinde sıkı bir kontrol altında tutmaktan ziyade Alatini adlı Yahudi tüccarın köşkünde alıkoymak suretiyle ona sembolik bir ders vermek istemişlerdi.
Nereye nakletsek?
II. Abdülhamid'in yaklaşık 3 yıl devam eden Selanik sürgününü bitiren gelişme ise hazin bir şekilde Balkan Savaşı olmuştur. Savaşın patlak verdiği 8 Ekim 1912 tarihinde Sultan Abdülhamid'in İstanbul'a nakledilmesi ilk olarak hükümet tarafından gündeme getirilmişti. Durum göz önüne alındığında II. Abdülhamid'in Selanik'te korunmasının müşkül olacağı düşünülerek İstanbul'a nakledilmesi ve Beykoz Kasrı'nda ikâmet etmesi kararı alınmıştı.
Yunanistan'la savaşa başlama tarihinin 15 Ekim olduğu dikkate alınırsa, bu kadar erken karar alınmış olması ilginçtir. Buradan, Osmanlı devlet adamlarının daha savaşın ilk gününde Selanik'in düşmesi ihtimalini düşündükleri anlaşılıyor. Nitekim Fethi (Okyar) Bey de hatıratında benzer bir tespitte bulunmaktadır.
Nakil kararının alınmasının ardından öncelikle ikâmet yeri konusu gündeme getirildi. Sırasıyla 8 Ekim'de Beykoz'daki kasır, 15 Ekim'de Çırağan Sarayı, 21 Ekim'de Bursa Kasr-ı Hümâyûnu, 25 Ekim'de tekrar İstanbul, 29 Ekim'de tekrar Çırağan Sarayı, 29 Ekim'de Ihlamur'daki Cevad Bey'in konağı ve 1 Kasım'da Beylerbeyi Sarayı gibi birçok mekân düşünüldü. (Beylerbeyi Sarayı, II. Abdülhamid'in vefat edeceği güne kadar nihaî ikâmetgâhı olacaktır.)
Bu kadar farklı yerin gündeme getirilmesinin nedeni, II. Abdülhamid'in iddialı kişiliğinden duyulan endişe olsa gerektir. Onun İstanbul'a gelme ihtimali özellikle bazı İttihâtçıları endişelendirmişti. Bunlar, işlerin kötüye gitmesi ve savaşın bir hezimete dönüşmesinin sabık Sultan'ın tahta tekrar çıkarılması için muhaliflere bir fırsat verebileceğini düşünmüş olabilirler. Muhtemelen bu endişeyle merkezin dışında bir yer aramaya başlamışlardı. Fakat düşünülen yerlerin istenilen zaman zarfında hazırlanamayacak olması, Selanik'in düşmesinin nerdeyse kesinleşmesi ve Sultan'ın İstanbul üzerindeki ısrarı Beylerbeyi Sarayı'nın gündeme getirmesine yol açtı.
“Demek mübarek Rumeli elden gidiyor"
Öte yandan Sultan, Selanik'i terk etme konusunda hiç de istekli değildi. Hatta bu karara sonuna kadar direnmiştir. İlgili belgeye göre (BOA, A. MTK. MHM, Dosya Nu. 742, Gömlek Nu. 6), II. Abdülhamid'in Selanik'ten kabul etmemesi üzerine, 22 Ekim'de bizzat Mevkî Kumandanı Muhyiddin Paşa kararı bir kez daha iletmişti. Fakat Sultan, Selanik'ten 'memnun' olduğunu belirterek teklife yine karşı çıktı.
Belgeden anlaşıldığına göre, kararın nedeni bu aşamada kendisine izah edilmemiştir. Yani II. Abdülhamid Balkan Harbi'nin patlak verdiğini ve Selanik'in tehlikede olduğunu bilmiyor; dolayısıyla bu tahliyenin başka amaçla yapıldığını zannediyordu.
Nakille ilgili somut gelişme, Alman Büyükelçiliği'ne ait Loreley Vapuru'nun 26 Ekim'de görevlendirilmesiydi. Vapur kumandanı, II. Abdülhamid'in durumunun Türk hükümeti tarafından 'tehlikede' görülmesi üzerine bu göreve çıktıklarını belirtmektedir (MA, RM 5/1585/77). Bu arada hâlen şüpheleri giderilememiş olan II. Abdülhamid'in ikna edilmesi için damadı Ârif Hikmet Paşa ve eski hükümdar Abdülaziz'in damadı Şerif Paşa da vapurla birlikte Selanik'e gönderilmişti.
Sonunda ikna edilen Sultan, 30 Ekim'de maiyetiyle birlikte yola çıktı. (BOA, A. MTK. MHM, Dosya Nu. 742, Gömlek Nu. 6 ve MA, RM 5/1585/79-80). 2 Kasım sabahı İstanbul'a varan II. Abdülhamid ile maiyeti Beylerbeyi Sarayı'na yerleştirildi (MA, RM 5/1585/81). Böylece, şehrin Yunanlılara teslim edilmesinden takriben 1 hafta önce Selanik'ten ayrılmış bulunuyordu.
Düşman işgali tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu öğrenmesine rağmen II. Abdülhamid'in Selanik'te kalmakta ısrar etmesinin nedeni, bu şehre ve vatana duyduğu sadakattir. Fethi Bey, II. Abdülhamid'in yenildiğimizi öğrendiğinde şunları söylediğini belirtir:
“Ya… Demek o mübarek Rumeli elden gidiyor. Gitmiş bile!" Görüşmeye şahit olanlardan Vâsıf Bey ise Sultan'ın Selanik'ten ayrılma teklifini şöyle cevaplandırdığını zikreder:
“Ben, hayatımı buradaki halkın mukadderatına bağladım. Ne olacaksam onlarla beraber olmak isterim. Hiçbir yere gitmek niyetinde değilim". Vâsıf Bey'in rivayetini doğrulayan benzer ifadeleri Fethi Bey de II. Abdülhamid'den naklen şu sözlerle açıklar:
“Benim buradan ölüm çıkar. Kararım kat'îdir. Memleket elden gittikten sonra hayatımın ne kıymeti var?"
Devamında Fethi Bey, Sultan'ın “Bana bir silah veriniz, düşmanlarla dövüşerek öleyim" dediğini de iddia etmektedir.
Peki, II. Abdülhamid bunları söylerken ne kadar samimiydi? Bu sorunun cevabını yine Fethi Bey verir: “Sultan bunları söylerken sesinde zerrece sun'ilik, yapmacık edâsı yoktu".
“Beyan asıldır" hükmü gereğince ve bunları yalanlayan aksi bir iddia gündeme getirilmediği sürece II. Abdülhamid'in tavrını samimi kabul etmek durumundayız. Kaldı ki Sultan'ın bu tavrı ve ifadeleri onun kişiliğiyle ve geçmişindeki davranışlarıyla fazlasıyla örtüşmektedir.