Yolunu ezberleyen Hafız
Kendine gülenlere aldırmazdı. Hâline bakıp acıyanlara ise gülerdi. Her sabah ayakkabı sandığını çay ocağı önüne kurar, Hafız Divanı’nı taburesinin üzerine koyardı. Kendisi de yere otururdu. Adı sanı nedir, in midir, cin midir bilinmezdi. Onu daima Divan okur üzre buldular ve adına da bu sebepten “Hafız” dediler.
Hergiz ne mîred ân ki dileş zinde şod be aşk Sebt est ber ceride-i âlem devâm-ı mâ*
- Hafız-ı Şirazî-
Her sabah çaycı Sabahattin Abi’nin dükkânı önünde ayakkabı cilalar; akşam eve tozlu ayakkabılarıyla dönerdi. Ayakkabıları babasından kalmaydı.
Seneler var, ayağından çıkardığı görülmemişti. Parasını ayakkabıya vermez, hediye ayakkabı kabul etmezdi. Sebebini soranlara, “Babamın yolunu ancak onun ayakkabılarıyla gidebilirim, çıkarırsam yolum değişir.” derdi. Kendine gülenlere aldırmazdı. Hâline bakıp acıyanlara ise gülerdi. Her sabah ayakkabı sandığını çay ocağı önüne kurar, Hafız Divanı’nı taburesinin üzerine koyardı. Kendisi de yere otururdu. Adı sanı nedir, in midir cin midir bilinmezdi. Onu daima Divan okur üzre buldular ve adına da bu sebepten “Hafız” dediler.
Gün, akşama kavuştu. Kepenkler tek tek indiriliyordu. Hafız, ayakkabı sandığını sırtlandı, Divan’ını bağrına bastırıp: “Vakit akşama erdi. Siz sağ ben selamet ağalar!” dedi ve ağır adım yürümeye başladı. Bir dervişti sanki. Onu seyretmek, cami avlusundayım gibi huzurlu hissettiriyordu.
Memlekette iskarpin ve kundura giyen azdı. Bu yüzden Hafız, çoğu vakit iş yapmazdı. Bu saatlerde ise eline Divan’ı alır, sekiz defa “Ya Raşit” zikreder, sonra “Halime ayna tutsun.” diyerek tefe’ül çekerdi. Sabahattin abi: “Yüksekçe oku Hafıızz!” der demez, Hafız bize art arda beyitler okurdu. Bir sefer bir ahbabıma epey yüklü borç para vermiş idim. Arkadaşım kaç senedir ödeyeceğini söylüyor fakat eline para geçse de ödemekte cimrilik ediyordu. Bu durum beni kızdırıyor ve kalbim keşkeye düşüyordu. Öyle ki artık yeme içmeden kesilmiştim. Hafız, tam da mal kaygısına kapıldığım o gün yine tefe’ül çekti ve denk gelen beyiti okudu:
Ne Hızır’ın ömrü kalır ne de İskender’in mülkü.
Ey zavallı! Bu alçak dünya için boğuşup durma. Didinip yorulma.
Bir daha okumasını istedim. Bu beyit, hâlime işaretti. “Senin adına tefe’ül çektim.” dedi bana dönerek. Şaşırmıştım. “Hafız ölmedi mi?” diye sordum. “Göçeli çok zaman oldu.” dedi. “O zaman bütün bunları nasıl bilebilir? Beni tanımıyor ki.” dedim, şaşkındım. Gülümsedi:
“Kur’an bu çağı ve insanı nasıl biliyor ve anlatıyorsa, öyle.” dedi.
“Kur’an ile şiir bir mi Allah aşkına!” diye çıkıştım.
“Hayır; fakat bu şiirleri yazan Hafız…” dedi ve kitabı incitmeden kapadı.
Gün, akşama kavuştu. Kepenkler tek tek indiriliyordu. Hafız, ayakkabı sandığını sırtlandı, Divan’ını bağrına bastırıp: “Vakit akşama erdi. Siz sağ ben selamet ağalar!” dedi ve ağır adım yürümeye başladı. Bir dervişti sanki. Onu seyretmek, cami avlusundayım gibi huzurlu hissettiriyordu.
- Sabahattin Abi, “Hafızz!” dedi. Çay bardaklarını dolduruyor, hem yan ağızla sigarasını içiyordu. “Evine minibüs gidiyorsa, yaya gitme. Sapılır mı o mahalleye hiç! O yollar labirent gibidir anama avradıma.” dedi. Israr kıyamet: “Minibüse bin sen, minibüse!” diyordu.
Hafız durdu. “Minibüs herhâlde gider, amma ben minibüse binmem.” dedi, sağ eliyle def edercesine bir hareket yaptı.
“Yahu, bin.” dedi tekrar Sabahattin Abi.
“Yürüsem daha iyi. Nasılsa evde bekleyenim yok.” dedi ve öylece gitti.
*Gönlü aşk ile yaşayan adam asla ölmez
Bizim devamımız ceride-i âlemde yazılıdır.