Ömer Tuğrul İnançer: İnsanlar size bakıp müslüman olmaya özenmiyorsa, imanınızı gözden geçirin!
Şimdiki aklım olsaydı çok daha erken evlenir, çok daha fazla çocuk yapardım. Ama hep ekonomi öğrettiler değil mi bize. Bakabileceğin kadar çocuk yap. Ulan sen mi baktın çocuklarına. Baban mı baktı sana? Deden mi bakmış babana? Allah bakar yahu!
Bugünlerde medyaya yansıyan tartışmalara da Türkiye’nin son zamanlarındaki değişmeyen gündemine de temas edecek bir konuşma olsun istiyoruz. Yaşadığımız karmaşadan bir zihin açıklığına nasıl çıkarız sorusunun cevabını arayacağız aslında. Ancak önce şu meşhur hadisi anmak isterim; “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız”…
Meşhur evet ama o bile yanlış anlaşılır bizde maalesef. “Yessirû velâ tu’assirû” sonra “beşşirû velâ tüneffirû…” hadisin tamamı bu. “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” Çünkü… Baba mısın sen?
Hayır, ne yazık ki…
Bekâr mısın?
Evet.
İleride baba olunca çocuk terbiye ederken göreceksin. Evvela mükâfat söyleyeceksin. Uslu durursan çikolata vereceğim, diye. Sonra uyaracaksın, o da olmazsa hırsını almak ve nefsini boşaltmak için değil ama canını yakmak kasıtlı değil, bir daha o hatayı yapmasın diye vurabilirsin.
Efendimiz hazretlerini tanıtırken, mübarek eli yetim başı okşardı diyoruz, evet doğru… Ama kılıcın kabzasını da o tutuyordu. Uhud’da mızrağı fırlatan el başkasının eli miydi?
Vay çocuk dövülmez falan diyorlar. Dövülür efendim. Ben oğlumun bir defa ayağına tokat vurdum. Parmaklık vardı balkonda ama enlemesine… Hıyar müteahhit enlemesine demir koymuş. Yanlamasına koymayacaksın, diklemesine koyacaksın, yoksa çocuk basar üstüne çıkar. Ben de yerde halı yaymışım, oturuyorum. Ufak da yeni yürüyor. Ayağını yukarı koyuyor. Koyma. Sonra ben başka yere bakıyorum, gene koyuyor, ben görmüyorum ya… Koyma dedim. Üç, dört. Bir daha ayağını koyarsan vururum, dedim. Bir daha koydu, çat. Bir daha ayağını koymadı artık. Bu tokat, şefkatten mi, hiddetten mi?
Şefkatten elbette.
Dolayısıyla, yerini, zamanı bileceksin. Efendimiz hazretlerini tanıtırken, mübarek eli yetim başı okşardı diyoruz, evet doğru… Ama kılıcın kabzasını da o tutuyordu. Uhud’da mızrağı fırlatan el başkasının eli miydi? Hümeyye bin Halef’e isabet ettirdi mızrağı, herif attan düştü. Mekke’ye dönerken de yolda geberdi. Müşriklerden bir şair Bedir’de esir düştü. Efendimize gelip yalvardı; “Benim param yok. Çok çocuğum var. Ne cizye ödeyecek hâlim var ne de okuma yazma öğretme karşılığı serbest kalabilirim. Beni serbest bırak.” Efendimiz, bir daha şiir okumazsan ve bir daha karşıma çıkmamak şartıyla git, dedi. Gitti. Uhud’a gene geldi. Uhud’un ertesi sabahı Efendimiz bir sefere çıktı. Ve içeride Yahudilere sığınmış bazı müşriklerin olduğu haberini aldığı için ben dönene kadar hepsi cehennem olsun gitsin, dedi. Medine’de bulursam cezalandırırım. O herif gitmedi, bir Yahudi’nin evine saklandı. Bulundu, çıkarıldı. Efendimiz idamını emretti. Gene affı için yalvardı. Ama Efendimiz, ‘Ben sana ve senin tarafına Muhammed’i iki defa kandırdım” dedirtmem, dedi. Bunlar niye konuşulmuyor.
Evet, her cephesiyle konuşulmuyor ne yazık ki…
Onun için biz Efendimizi tanımıyoruz. Sorduğun bütün suallerin cevabı Efendimiz hazretlerinde vardır. Bugünün problemini de çözer. Çünkü o Rahmete’l il’Müslimin değildir, Rahmete’l il’Âlemin’dir. Sadece Müslümanlara değil bütün âlemlere rahmettir. Allah-u Zülcelal de sadece Müslümanların rabbi değildir, bütün âlemlerin, bütün insanların rabbidir. Ve dünya hükümdarlığını imana değil adalete bağlamıştır. Ne buyuruyor Efendimiz, “Ben adil bir hükümdar zamanında doğduğuma iftihar ederim.” Bahsettiği zat kim? Bir putperest olan Kisra… Ateşperest ama adil… Mekkeli müşriklerin eziyetinden kendi yavrusu Zeyneb’i dâhil ona emanet ediyor. Efendimizin şefkati herkesedir tamam ama evlat başka bir şeydir. Baba olunca anlarsın. Babalık, dünyanın en keyifli mesleğidir. Çok çocuk yap.
İnşallah diyeyim.
Şimdiki aklım olsaydı çok daha erken evlenir, çok daha fazla çocuk yapardım. Ama hep ekonomi öğrettiler değil mi bize. Bakabileceğin kadar çocuk yap. Ulan sen mi baktın çocuklarına. Baban mı baktı sana? Deden mi bakmış babana? Allah bakar yahu!
Ne güzel söylediniz. Ama Allah’a inanan fakat güvenmeyen bir fotoğraf var sanki bugün…
Bu kadar Allah’a güvensizlik olur mu yahu? Şimdi Efendimiz, sevgisini çeşitli kereler aşikâr ettiği amcaoğlu Cafer bin Ebi Talip’i de gönderiyor Habeşistan’a… Kime? Hristiyan bir hükümdara… Ama adam adaletiyle meşhurdu. Demek ki dünya adaletle elde edilir. İmanla değil. Adil olacaksın. Bakınız bu fotoğrafları doğru çekmediğimiz müddetçe, teşhisi doğru koyamazsak tedaviyi yapamayız. Teşhis tedavinin yüzde ellisidir. Biz hastalığımıza teşhis koyamamış vaziyetteyiz. En büyük teşhis sevgisiz bir toplum oluşumuzdur. Sevmiyoruz birbirimizi.
Ve mükellefiyetler açısından baktıkça dinimize işte böyle Allah-u Ekber deyip Müslüman’a bomba atanlar yetişir. Üç safhalı bir hadis: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz.” E, tamam, bu herkesin bildiği bir şey. “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” Bunu biliyor muyuz? İmanın şartı altı diyorlar. Bu hadise göre bir. Üçüncü safhaya geçmeye lüzum yok. “Beni her şeyden ziyade sevmedikçe imanınız yakine gelmez.” Tanımıyoruz ki sevelim. Kafamızda bir tanrı yaratmışız, Resulullah Efendimizin anlattığı Allah değil ama. Peygamber, o da kendi kafamızda yarattığımız bir zat. Bizim peygamberimiz değil. Mesela çok evlilik meselesi… Efendimiz ikinci eşini kaç yaşında aldı? Sor bakalım o “çok evli” diyenlere. Kaç sene tek eşli yaşadı. Ne kadar zaman dul yaşadı. Sor, bilmezler. Ama çok evlendi, derler… Ulan, kadın meraklısı olsaydı gençliğinde evlenirdi. Hazreti Hatice göçtükten sonra bir rivayete göre sekiz aya kadar dul kaldığı dönemi var değil mi? Evde iki tane küçük çocuk var. Fatma daha bebek… Ümmü Gülsüm genç kız değil. Çocuk kız. Kim bakacak onlara. Yardım ediyorlar komşular akrabalar falan. Sonunda Hazreti Sevde ile evleniyor, Hazreti Sevde Efendimizden beş yaş… Söyle?
Büyük.
Büyük deme bir daha ağzına biber sürerim. Yaşlı.
Eyvallah, yaşlı.
Efendimizden büyük kimse olmaz. Anlatabildim mi? Hz. Abbas’a sormuşlar. Onların araları çok azdır, 2 yaş kadar… ‘Resulullah mı büyük sen mi büyüksün’ diye. Hazreti Abbas, “Ben daha önce doğmuşum ama Resulullah büyüktür diyor. Hazreti Sevde beş yaş yaşlı Efendimizden. Kaç yaşında hicret etti Efendimiz? 51 yaşında. 51 yaşından sonra Hazreti Ayşe ile evlendi. Bedir’den sonra Hazreti Hafsa ile evlendi.
Tam olarak aslında üstadım o hadisi şerifle başlama sebebim de buydu. Şöyle, birincisi bu hakikatleri topluma anlatacak olan isimlerin hali... Mesela bugün fıkıh, ümmetin kulların işlerini hal yoluna koymaktan ziyade kulların işlerini yokuşa süren, zorlaştıran bir disipline dönüştürülüyor. Güncel tartışmalara atıf yaparak isim vermeden söylüyorum. Dolayısıyla bu hakikatleri bu veçhesinden topluma anlatacak olan insanlar… Bilakis bu fotoğrafı ellerinin tersi ile itip başka ve içinde sevgi de barındırmayan çarpık bir fotoğraf sunuyorlar. Bunu aşmanın yolu “Efendimiz Aleyhisselam’ı tanımak, bilmek… Evet. Ama bu nasıl mümkün olacak. Biz bu kaostan, bu etrafımızı saran biçimsizlikten nasıl kurtulacağız?
Onuncu Yıl Marşı’nda bir mısra vardır. “On yılda on milyon genç yarattık her yaştan” diye, anladın mı? Bu memlekette 1932’den 1950’ye kadar ezan okutulmadı. Dini bilgiler underground’a düştü. Otorite ve müeyyide yok. Onun için üfürükçüler türedi. Bakınız dinin iki çevresi vardır. Biri mükellefiyet diğeri muhabbet. Muhabbet bir kurum mudur, varlık mıdır?
Varlıktır.
Her varlığın bir gıdaya ihtiyacı var mıdır?
Elbette.
- Muhabbetin gıdası izhardır. Yani zahir olmak, ortaya çıkmak. Muhataba iletmek, ister söyle, ister bak, ister gül sırtını sıvazla. Allah ve Resulüne olan muhabbete laubalilik olmaz. Ciddiyet lazımdır.
Bu muhabbetimizi nasıl izhar edeceğimizi, nasıl ortaya koyacağımızı kendi kendimize beceremeyeceğimiz için nasıl yapılması gerektiğini bize öğreten zevat-ı kiram’a pir denir. Bir de mükellefiyetler var. Her Arapça bilen Kur’an’dan anlasaydı, ayrıca ben Kur’an-ı Kerim okurum her şeyi anlarım diyen dangalaklar var ya. Sabah namazını niye iki rekât kılıyorsun var mı Kur’an’da? Öğleni niye dört kılıyorsun akşamı niye üç? Ulan hıyar, Kur’an-ı Kerim’i sen namaz öğretisi mi zannettin. O açıdan bakarsan, öğrenemezsin. Kur’an-ı Kerim o kadar basit bir kitap değildir. Ayrıca her Arapça bilen imandan nasibdar olacak olsaydı, Mısır, Suriye ve Lübnan ağırlıklı olmak üzere ana dilleri Arapça olan milyonlarca gâvur var. Televizyonda bazen programları oluyor, gözünü kapat, arada bir mesih demese, gözün yaşlı olarak canı gönülden âmin dersin. O kadar iyi Arapça konuşuyorlar. Ama gâvur. Demek ki lisan bilmek değil iş.
Kur’an’ı anlamak başka bir şey. İşte o Kur’an-ı Kerim’den anlamamız gereken ve bunu fiiliyata intikal ettirmemiz gereken şeyleri bizim gibi cühela takımı bilmeyeceği için bunu da kanalize eden kişiler, büyükler var. Bunlara da imam denir. İşte mezhep ve tarikat bu demektir. Ve bir din kurumu, insanı ilerleten ve yükselten bir kurumdur.
Tabii yükselmek ve ilerlemek nedir onu da anlamak lazım?
Elbette. Yüksek binada oturmak mıdır? Yükseldiğini ve ilerlediğini görmüyorsan herifin ya dini batıldır, ya da hak dine inanmıyordur. Yani yükselen ve ilerleyen madde ne? Kuş! Kuş iki kanatla uçar. Bir kanadını kırdın, 1925’ten beri yok. Tek kanatla bu kadar oluyor yavrum. Muhabbetsiz din bu kadar oluyor. Muhabbetimiz yok. Tanımıyorsun ki muhabbetin olsun. Resullullah Efendimiz başta olmak üzere onun zâtını tanımak demek evvela yakınlarını -ki ayetle sabit- validelerimizi tanımak demektir. Etrafını, ashab-ı kiramı, hiçbir şeyi tanıdığımız bildiğimiz yok. Nasıl örnekleneceğiz? Peki, “Benim habibimin hayatında sizin için güzel örnekler vardır” mealinde ayet yok mu?
Var.
Bizim örneklerimiz kim? Montaigneler, Periklesler falan. Bizim neremiz Müslüman yahu? Biz Müslüman mıyız? Evvela Müslüman olmayı öğrenelim. Ondan sonra bu işler hallolur. Lafızda Müslümanız bizler ne yazık ki. Sorarsan kalbi İslam’a ısındırılacak olanlar… Bize zekât geçer, hepimize zekât geçer, o kadar uzağız. Bütün suallerin cevabı bir tek kelime, Müslüman ol!
Biz ahali için eyvallah. Peki, kafa karışıklığına sebep olan miladi takvimle 2018’in Türkiye’sinde Arapça bilgisi evet iyi, Resulullah Efendimizi bilen…
Kim biliyor.
Tanıyor diyelim.
Varlığından haberdar olmak tanımak değildir.
Tarihi kayıtlara vakıf diyeyim. Kur’an bilgisi desek öyle… Dışarıdan bakınca hoca, bir şeyleri aktarabiliyor. Beş tane isim, medyada da popüler olarak karşımıza çıkıyor. Beş isim de ittifak edemedikleri meseleler üzerinden birbirleriyle çatışıyor. Ahali de bu çatışmanın bir yerinden tutup yorum yapıyor. Son mesela, kıyısından geçtiğimiz tartışma sahih hadislerin varlığı, bazı hadislerin akla uygunluğu meselesi gibi…
Biz aklımızın dininde değiliz, Hazreti Muhammed’in dinindeyiz. Aklına tüküreyim. Miraç’tan geldi anlattı, Ebubekir efendimiz yoktu o mecliste, gidip dediler ki seninki böyle böyle söylüyor, dediler. O söylüyorsa doğrudur, dedi ve kapıyı kapattı. İşte iman buna denir, senin akıl süzgecinden mi geçecek. Akıl ne ki? Senin aklın Sabâ’dan Belkıs’ın tahtının bir anda Kudüs’e gelmesine eriyor mu? Sıkıysa ermiyor de. Kâfir olursun. Ayet var çünkü. Ulan alçak, senin aklına mı tâbi olacağım ben. Ben Muhammed Mustafa’ya tâbiyim. Eğer inanmıyorsan Belkıs’ın tahtının geldiğine kâfirsin zaten. Senin dediğinin hükmü yoktur benim için. Ee, ona inanıyorsan da hadisi akıl süzgecinden nasıl geçiriyorsun. Bu bir tarafa, elbette öğrenip sorup soruşturabilirsin. Hatta bu senin vazifendir hem de. Bana hadis diye söylenen söz hadis midir değil midir? Hadis, Kütüb-ü Sitte’de yazanlardan ibaret değildir. Sen gönlüne sormayı öğrendin mi hadisi? Seher vakti kıbleye müteveccih ya Resullullah sen böyle bir söz buyurdun mu buyurmadın mı, diye soracak maçan var mı? Ama tarihte var. Sadece Kütüb-ü Sitte’de yazanla olmaz. Yani onlarla sınırlı değildir. He, hadis diye laf uydurulmuş mudur, evet, uydurulmuştur. Ama bizi birbirimize bağlayan aramızdaki harç, Efendimiz hazretlerinin sözleri ve davranışlarıdır.
Şu hâlde, muhabbet geri kalanı da inşa eder, diyebiliriz.
Her şeyi inşa eder. Çünkü fıtrata uygun. İslam’ın en önemli özelliği tabii olmasıdır. İnsan yaratılışına aykırı bir tek şey yoktur. Yaratılış hikmetini bertaraf edip kendi birliğine gidersen aklına tâbi olursun, biz aklımıza tâbi değiliz. Habibi Ekrem’e tâbiyiz.
Ki bu akıl bizim aklımız bile değil, Batı’dan çevrilmiş akıl.
Kâfir aklı.
Şu halde 1925 dediniz diye söylüyorum. Nerede kalmıştık sorusunu soracak bir toparlanmaya, sanki ihtiyacımız var.
- Ayasofya’nın kapatılması mevzu konuşulurken 30-35 sene önce bir mecliste… Çay kahve getiren bir ağabeyimiz, amma çok konuştunuz be, sabah namazında beş bin kişi, öğle namazında on bin kişi cemaat olaydı nah kapatırlardı, dedi. Bu kadar basit. Meselelere yanlış yerlerden bakıyoruz.
Muhammedilerin hedefi Muhammedi olmalıdır. Ama Muhammedi hedefe Muhammedi olmayan yoldan gidilmez. Onun için kendini patlatan cihat yapıyorum diyen hıyar muvaffak olamaz. Çünkü kendini patlatmak Muhammedi bir yol değildir. Bir masumun kanı bütün kâinatın kanını dökmüş gibidir. Onun için muvaffak olunmaz. Mütekabiliyet esası Müslümanlar için yoktur. Gâvur öyle yaptı diye biz de aynısını yapamayız. Biz Allah’ın ve Resulullah’ın emri dışına çıkamayız. Hangi esir hukukunda yediğinden yedireceksin diye bir şey var. Ne giyiyorsan onu giydireceksin. Yani çok soğuk sen kaputlasın, asker olarak, esirler ceketle oturuyor. Olmaz, İslam hukukunda öyle bir şey yok. Aman dileyenlere, güçsüzlere kılıç çekmek yok. Aman diledi bir şey yapamazsın. Bir ceza veremezsin aman dileyene… Beynelmilel hukuk kidelerine tâbi değiliz biz. İslam’ın kidelerine tâbiyiz. Beynelmilel kideler İslam’ın kidelerine mani değilse tâbi oluruz. Ama Beynelmilel olduğu için değil, İslami olduğu için. Biz, Müslüman olmayı öğreneceğiz, başka bir laf çıkmaz benim ağzımdan.
Aslında biliyorsunuz, biraz da genç nesillerin Türkiye’de yaşadığı kafa karışıklığını. Çünkü bu ifade ettiklerinizin zıttı demeyeyim de bundan başkasını ifade eden bir takım hoca görünümlü zevat da sözlerini ayetlere yahut hadislere dayandırıp, tırnak içerisinde söylüyorum “gerçek İslam bu” temalı şeyler söylüyorlar. Bu kafa karışıklığını yaşayan biri bugün bu hengâmeyi nasıl yarabilir?
İslam’da din adamı ve dini otorite olmadığını bilerek. Bizim hocalarımız papaz veya haham değildir. Dolayısıyla Papa’nın zatında formülleşmiş olan Papa yanılmaz ve yanıltmaz formülü bizim hocalarımız için geçerli değildir. Ancak içtihadi meseleleri Allah’ın emriymiş gibi ortaya koyanlar da aynı cahillerdir. Hep bu yapılıyor.
(Burada torunu geliyor muhabbet kesiliyor, çekmecelerden çikolata aranıp torununa veriyor.)
Ne diyordum?
O karışıklıktan çıkmak isteyen biri en sağlıklı yolu nasıl bulur, demiştik… Tüm bu keşmekeşten nasıl çıkarız.
Muhammed Mustafa’yı öğrenerek. Müslüman olarak. Bir yaşama dini olan İslam’ı tapınma dinine indirgemeyerek. İbadet ritüellerinin yerine getirilmesinin asla yeterli olmadığını sadece başlangıç olduğunu bilerek. Namaz, oruç, hac ve zekâtın insana seviye kazandırmayacağını öğrenerek. Namaz, oruç, hac ve zekât insanı sadece çukur olmaktan korur. Zemindesin.
Temel kelime-i şehadettir. Bak sadece inanç yetmiyor şehadet kelimesi ne manaya gelir bilir misin?
Şahitlik.
Nasıl olur şahitlik?
İkrar diyeceğim ama yeterli olmaz sanırım…
Tamam, ama yeterli değil. Eşhedü kelimesinin fiili manası vardır. İnandım ve yaptım demektir. Sure-i Bakara’ya bak daha derinine vakıf olursun. Yapmaktır. Çünkü Allah, sana duygularından, düşüncelerinden, bilgilerinden sual sormayacak. Yaptıklarından soracak. Amel, fiil, eylem onlardan soracak. Ne düşünüyorsun diye sormayacak. Ne biliyorsun diye de sormayacak. Dolayısıyla Efendimiz hazretleri de bunu bir başka hadisinde izah buyuruyorlar. İnsanlar sizi sözlerinize göre değil, hareketlerinize göre değerlendirirler. Eğer size bakıp Müslüman olmaya özenmiyorlarsa imanınızı gözden geçirin. Bugün İslam toplumlarına bakıp Müslüman olmaya özenen var mı? Ben Müslüman olma merasimlerine şahit olduğum kişileri deftere yazıyordum. 78’de başlamıştım 1001’i bulunca bıraktım. 1001 kişi oldu, ondan sonra yazmadım bıraktım. Bunların hepsi, kocasına tabi olan birkaç kadın ve birkaç çocuk hariç hepsi bize bakarak değil, Kavid-i İslamiyi tetkik ederek Müslüman oldular. Bunlardan bir tanesi mesela İsveç’te ilahiyat fakültesinde profesördü. Protestan Hristiyan’dı sonradan Müslüman oldu. Bize bakarak değil, öğrenerek Müslüman oldu; biz bilmiyoruz öğreneceğiz. Yani tapınma dini değil. Kelime-i şehadet temel. 4 duvar, ‘savmu salat haccu zekat’. 4 duvar neyin duvarı, temelin duvarı. Temel ne demek toprağın altı demek, bunları yaptın mı zemin kazanırsın. Bu subasmanıdır. Ama o kadar çukur var ki etrafta, subasmanına gelenler kendilerini yüksekte görüyorlar. Çukura göre… Ulan sen zemindesin. Peki, binayı nasıl yapacağım, Ahlak-ı Hamideyle yapacağım. Zekâtı yüzde iki buçuk görmeyeceğim, züğürdün zekâtı yüzde iki buçuk. Aşar veren var mı Türkiye’de? Duydun mu?
Kaldırıldı.
Nasıl kaldırıldı? Senin vermene mani mi? Tarlan var, ekiyorsun biçiyorsun aşar vermene mani bir kanun var mı? Niye vermiyorsun? Çünkü namaz kılıyorsun yeter. Çok şubesi olan bir Kur’an Kursu birkaç sene evvel bir arkadaşımdan terlik istedi. 600 civarında terlik. Numara ile uğraştırmayın beni göndereyim siz çocuklara dağıtın. Peki. Üç Kur’an kursu aynı mahallede. Geliyorlar, Kuran Kursu burası mı? Niye sordun? Terlik istemişler de. Ha, burası… Sonra diğeri soruyor, sen terlik gönderecektin gelmedi… Telefonu açıyor benim arkadaş firmaya. Ya göndermemişsiniz. Göndermez olur muyuz ya, dediğinin ertesi günü gönderdik. E adam almadım diyor. Falanca dükkânda filancaya teslim ettik. Tetkik ediyor arkadaş. Başkası teslim almış. Diğeri gidiyor 24 terliği kaptırdım gerisini aldım, diyor. Kur’an kursu bu.
Allah için yapıyor çünkü. O yüzden mazur görüyor kendi kendine, usulsüzlüğü, hırsızlığı…
Mazur görüyor?
Muhtemel hareket etme sahasını söylüyorum…
Bu Müslümanlık değil gâvurluktur. Bu Müslümanlık değil, şuursuzluktur Yusufçuğum. Bu çukurdan çıkmanın yolu, zeminde kalmamanın yolu Muhammed Mustafa’dan geçer. Yükselmek ahlak-ı hamideyle olur, ibadet tapınmasıyla olmaz. Sadece çukurda oturursun. En fazla zemine çıkarsın. Toprak seviyesindesin. Dolayısıyla herkes üstüne basar. Yükselirsen basamazlar. Bundan üç sene evvel Midilli’ye gittim. Ağladım o mültecilerin perişan halini görünce. Avusturya mülteci kabul etti. 28 aile bilaistisna hepsi Hristiyan.
Hristiyan olduğu bilinmiyordu.
Bila istisna hepsi Hristiyan. Sadaka ömrü uzatır mı? Bizde üç buçuk milyon mülteci var. Bunun yarım milyonu diyelim kendini geçindiriyor. 3 milyona bakıyor muyuz? Ne ile bakıyoruz? Senin benim verdiğimiz vergilerle bakıyoruz. Ömrümüz uzuyor farkında değiliz. 3 milyon insana bakıyor bu millet. Son 3 yıldaki ekonomik göstergelere bak hep yükseliyor. Nasıl oluyor bu? Bereketle işte. Köpek en az 6 tane doğurur koyun bir tane doğurur. Köpek yenmez bir tek Taylandlılar yer. O da çok lüks lokantalarda yenir. Koyun herkes tarafından yenir. Dünyada köpek sayısı mı çok koyun sayısı mı çok? Neden koyun? Hem bir tane doğuruyor hem yeniyor. Neden? İşte buna matematiğin aklı ermez. Buna Halil İbrahim bereketi derler. Biraz bunları öğrenmek lazım. Rasyonalizm, bilmem ne… İzm’ler ve ist’ler tefekkür hürriyetini sınırlayıcı eklerdir. Hür olmak istiyorsan Müslüman kalacaksın. Biz Müslüman olduğumuz zaman soracak halimiz kalmaz vesselam.
Söz elbette bitmez ama daha fazla vaktinizi almayalım. Son bir sorum olacak. Toplamda Yunus Emre’nin dediği gibi “Muhammed cümleye dindir imandır.” Efendimiz aleyhissalatu vesselam ile doğru rabıta bir pir üzerinden diz çökerek... Nasıl olur onun da en sağlıklı yolu?
“Siz bildiğiniz ile amel edin Allah sizi ilme varis kılar”, buyuruyor efendimiz. Onu da yanlış tercüme ediyorlar Allah size bilmediğinizi öğretir, diye. Öyle değil. Çünkü “Allah size bilmediğinizi öğretir”, “sizi ilme varis kılar” sözünün yanında çok basit. Varis kılmak ne demek? Diyelim senin babanın on sekiz tane apartmanı var beş tane de fabrikası var. Sen de serserinin birisin. Bir gün dükkâna, fabrikaya uğradığın yok; yiyorsun, içiyorsun Ferrari’ye biniyorsun. Her şeyin yolunda; baban zınk diye öldü. Hiçbir emeğin olmadığı halde on sekiz apartman ve beş fabrika senin olur mu? Olur. Neden? Babana varis olduğun için. “Sizi ilme varis kılar” diyor.
İzm’ler ve ist’ler tefekkür hürriyetini sınırlayıcı eklerdir. Hür olmak istiyorsan Müslüman kalacaksın. Biz Müslüman olduğumuz zaman soracak halimiz kalmaz vesselam.
Bugünün gençleri bildikleriyle amel edeceklerine yanlış yaparım korkusuyla hiçbir şey yapmıyorlar. Çünkü “sizin niyetleriniz amellerinizden daha hayırlıdır.” “Ve yaptığınız işler niyetlerinize göre değerlendirilir…” Öteki Sen yapmıyorsun ben yapıyorum diye kendini senden üstün görüyor. En büyük tehlike. “Üstünlük takva iledir” diye buyuruyor mu Efendimiz? Takvanın terazisi kimin elinde? Allah’ın elindedir.
Hocalarımızın elinde…
Hocalarımızın elinde, güzel. Sen nasıl ben senden üstünüm dersin ya. Bak çok basit anlatılacak bir kelime, Hazreti Mevlana buyuruyor; “Bir çobanı bile dinle hiçbir şey bilmiyorsa bile senden iyi koyun gütmesini biliyordur.” Bir karı koca geldi Efendimizin huzuruna. Adam gayet asabi... Ya Resulullah benim karım simsiyah bir çocuk doğurdu, ben bunu öldüreceğim, dedi. Dur bakalım. Kızım sen bir yaramazlık yaptın mı? Vallahi yapmadım Ya Resulullah. Şerefsizlik iffetsizlik yapmadım. Kocama aitim. Peki. Bana yaşlı bir deve çobanı bulun dedi. Bir deve çobanı getirdiler. Bir şey soracağım sana. Buyurun Ya Resulullah. Boz devenin kızıl yavrusu olur mu? Olur ya Resulullah. Kara Devenin Boz yavrusu olur mu? Olur, Ya Resulullah. Neden olur? Ya Resulullah üç nesil evvelinde bir tane vardır. O bazen üç nesilde dört nesilde bir ortaya çıkar. Peki, sen daha önce böyle bir şeye şahit oldun mu? Oldum. Benim kendi büyüttüğüm bir kara devem vardı ondan sonra hep boz geldi nesli. Boz boz boz devam etti. 4. nesilde bir kara deve çıktı. Kara deve gördün mü sen hiç çok güzel olur. Ayrı bir güzelliği olur. Bizim kara koyunlar var ya simsiyah onlar gibi simsiyah olurlar çok güzel olurlar. Medine’ye gidersen, Medine deve pazarına git. Bak deve yamuk yumuk bir hayvandır değil mi? Deve sevmeyen adam gördün mü?
Belki Türkiye’deki seküler laikler…
Boşver onları ya onlar adam değil. Peki, o yamuk yumukluk içinde deve neden sevimli? Çünkü Allah ona bir zarafet vermiş. Efendimiz onu sevmiş. Bak, sevgi o kadar önemli ki… Cansızlar sevmez, denir. Hadis var mı “Ben Uhud’u severim Uhud beni sever” diye? Uhud canlı mı? Ama sevmek var Uhud’da.
Aslında canlı.
Tabii, çekirdek etrafında elektron dönmüyor mu? Elbette canlı. Onun için bildiklerimizi bir gözden geçirelim. Ne biliyoruz. Bildiğini yapacaksın. Gençlere hep bunu tavsiye ediyorum. İlim ilim ilim ilim hep ilim deniyor boşver gitsin şu ilmi. Neden kendine sor. Her doğru bildiğini yapıyor musun? Başını sallama yapıyor musun?
Yapamıyoruz.
Yapamıyoruz değil yapmıyorsun. Her eğri bildiğinden kaçıyor musun?
Mümkün olmuyor.
O zaman o bilgilerin ne işe yarıyor sırtına yük olmaktan başka? Veya daha tehlikelisi şimdiki kendini ulema zanneden dangalakların “ben senden daha çok bilirim” hali… Kendini beğenme gururdan çok daha tehlikelidir. Biraz mürekkep yalamışlarda olur. Gurur başka bir şeydir… Bir de yaratılış var. Terbiye bu yaratılışı Allah ve Resulünün emrettiği yola kullanmaktır. Değişmeyecek fıtratı terbiye etmek irade ile olur. İrade ile elde ettiğimiz bizimdir, verilen değil. Erkek ya da kadın olmayı sen seçmedin, ‘O’ yarattı. Bitti. Erkeğin vazifeleri var kadının vazifeleri var. Ama kadın ve erkeklik değişmez. O yüzden gençler bildiklerini yapacaklar öğrenmek için kitap okumak falan istemez. Bildiğinizi yapın, Allah sizi ilme varis kılar. Menkıbeler hisse almak içindir. Koca Musa Aleyhisselam’ın aklı Hızır’ın yaptığı işlere erdi mi? Niye 3 tane kıssa anlatıyor Allah Kuran-ı Kerim’de? Kuran-ı Kerim hikâye kitabı mı? Niye kaç tane hikâye var? Niye kıssalar var? Tarih kitabı da değil. İşte bugünün gençleri için kurtuluş yolu, bildikleriyle amel etmektir. Bildiklerinin doğruluğunu yanlışlığını tartışmasınlar. Yapsınlar. Allah onlara doğru yolu gösterir. Ama yapanlara, bilenlere değil. Abdullah Bin Umeyr cahil bir adam mıydı? Ebu Cehil cahil bir adam mıydı? Efendimiz Ebu hakem diye Hikmet babası diye hitap ediyor. Ve Bana sorarsan Muhammed Mustafa’nın Allah resulü olduğunu eşek gibi biliyor. Ama dünyası, gururu, sosyal statüsü ikrara mani oluyor.
Beyzadeler için ayrı Mescit yap köleler için ayrı Mescit yap geleyim diyor. Ama bizde camiye kim evvel giderse o ön safa geçer. Ancak terbiye gereği hayyalesselah’ta ayağa kalkıldığında arkaya bakmak gerekir. Olur ki bir muhterem zat, bir yaşlı amca, bir hafız arka saftadır, onu buyur edersin. Bu terbiye çok önemli. Askerde kumandanın odasından nasıl çıkıyordun?
Geri geri.
Camiden neden arkanı dönerek çıkıyorsun? Oldu mu? Ne demek istediğim anlaşılıyor mu? Camiye gittin sabah namazına… İki rekât namaz kıldın. İkiyi de evde kılmıştın, yani iki defa eğildin kalktın. Ulan camiden çıkarken ayakkabını yere koy, atma öyle lap diye. Öküz. Müslümanın öküzü olur mu? Hakikatte olmaz. Çünkü Müslümanlık ince insanlıktır; dervişlik ince Müslümanlıktır vesselam.