İtalya gezi rehberi
Mimarisi, özgün lezzetleri ve doğasıyla dünyanın en çok turist çeken ülkelerinin başında gelen İtalya’da Venedik, Verona, Bologna, Milano ve Torino’yu gezdim. Ülkeye dair izlenimlerimi Instagram’dan sonra bir kez de buradan paylaşmak istedim.
Herkese merhaba arkadaşlar, ben GZT Seyahat Editörü Recep Tayyip Çelik. Bu yaz, yaklaşık iki ayımı Avrupa’da geçirdim. Kuzey’inden Güney’ine her yerini gezdiğim Avrupa Birliği ülkelerindeki izlenimlerimi GZT aracılığıyla sizlerle paylaşacağım. İlk olarak Slovenya gezimin detaylarını anlatmıştım. Buraya tıklayarak Slovenya anılarımı okuyabilirsiniz.
İki arkadaşımla birlikte, şahsi aracımla gerçekleştirdiğimiz ve yaklaşık iki ay süren Avrupa turumuzun ikinci durağı İtalya oldu. Slovenya’nın turistik noktalarını gezdikten sonra geçtiğimiz İtalya’da, araç için vinyet yoktu, bunun yerine tüm otoyollardan ayrı ayrı ücret alan İtalya’da ilk otobana 11 Euro ödedik. Ve ödediğimiz otoban ücreti iki gün içinde toplam 60 Euro’yu buldu. Kısaca otoban ücretlerinin pahalılığı sizi etkilemeyecekse araçla gelmenizi öneririm ama aksi halde şehir odaklı, uçakla bir seyahat planı daha mantıklı olabilir. Otobanlarda çoğunlukla hız sınırı yoktu çünkü sistem süre odaklı olarak ayarlanmış yani belirlenen saatten sonra gişeye giderseniz ödeyeceğiniz para artıyor.
Ülkeyi araçla gezmeyi planlayanlar için İtalya’daki otopark sisteminden de bahsetmek gerekirse; İtalya’nın hemen her şehrinde, sokaklarda beyaz, mavi ve sarı çizgili park alanları mevcut. Beyaz çizgili park alanları ücretsiz ama çoğunlukla şehir sakinleri için ayrılmış oluyor. Mavi çizgili park alanı hafta içi gündüzleri saatlik 1–2 Euro arasında değişiyor, 17.00’dan sabah 6’ya kadar ücretsiz. Hafta sonları ise tüm gün ücretsiz. Sarı çizgili park alanları şahıslara ait alanlar yani kullanamıyoruz. Ama Bolongo ve Milano gibi fazla turist çeken şehirlerde, sokaklardaki park alanları genelde dolu oluyor bu yüzden şehre giriş saatinizi sabahın erken saatlerine denk getirmeye çalışabilirsiniz. Tüm bu alanlar dışında saati 3 Euro’dan başlayan kapalı park alanları da mevcut.
Konu Venedik olunca araçlı seyahatlerde iş biraz değişiyor tabii. İtalya’nın en çok gezilen şehirlerinden Venedik’e araçla girilmiyor, sadece yürüyerek gezilebiliyor dolayısıyla aracınızı şehrin girişinde bırakmanız gerekiyor. Şehrin girişinde İki büyük otopark ve birçok küçük otopark var. Otoparkların ücreti günlük ve yarım günlük olarak belirlenmiş; buna göre günlük tarife 30 Euro, saat 17’den sonra başlayan yarım günlük tarife ise 15 Euro olarak belirlenmiş.
Venedik ile devam edelim. Venedik’te gezilecek birçok nokta var ama şehir kanallarla çevrili olduğu için ulaşım konusunda kafanız karışabilir. Şöyle ki, örneğin büyük kanaldan karşıya geçerek meydana gitmek istediğinizde karşınıza deniz otobüsleri çıkacak, durakların önünde ise muhtemelen bir ‘görevli’ olacak ve size bilet satmaya çalışacak. İşte o biletleri sakın almayın çünkü şehrin her yerine köprülerle de ulaşabiliyorsunuz. Biz bir gaflete düşüp kişi başı 7.50 Euro verip city pass aldık ve sadece bir kere kullandık.
Araçla İtalya’yı gezmeyi planlayanlar için son notlarıma geçecek olursak:
• Verona – Bologna yolu üzerinde, Bologna’ya yaklaşık bir saatlik mesafede Auto Grill (Italy Petrol – IP) isimli bir dinlenme tesisi bulunuyor. Bu tesisteki markette tuvalet ve duş ücretsiz ve mekan çok temiz. Duşa girmek istediğinizi belirttiğinizde market görevlileri kimliğinizi ya da pasaportunuzu görmek isteyebilir.
• Bologna’dan Genova’ya (Cenova) giderken sizi karşılayan dağ yolu oldukça zorlu, bu yüzden gece yolculuğunu pek de önermiyorum.
• Bir de Genova’nın içinde umumi tuvalet bulmak çok zor çünkü benzinliklertamamen self servis mantığıyla tasarlanmış. Tuvaletler ancak MC Donald gibi fast food restoranlarında bulunuyor.
• Torino’ya araçla girdiğinizde sizi ‘ayakbastı parası’ sürprizi bekliyor olacak. Şehrin girişindeki ilk gişeye 1.90 Euro ödeyerek şehre girebilirsiniz.
Şimdi de İtalya’nın turistik şehirlerinden ve bu şehirlerin gezilecek konumlarından bahsedelim.
Venedik
Romantik ülke İtalya’nın âşıklar şehri Venedik, her biri farklı bir tarihi yapıya çıkan kanallarla birbirine bağlanmış en turistik lokasyon olarak bizi kendine hayran bırakmayı çok kolay başardı. Müzeler, dini yapılar ve tarihi binalarla dolu olan şehir birbirine kanallar aracılığıyla bağlandığı için gezerken biraz zorluk yaşasak, köprüleri kullanmak yerine tek kullanımlık bir bilete 7 Euro versek de günün sonunda şehre veda ederken içimizi bir hüzün kaplamadı değil. Evet, şehir kanallarla çevrili olduğu için bir yerden diğer yere gidebilmek için ya köprüleri kullanmanız gerekiyor ya da günlük bilet satın alıp tekneyle istediğiniz yere geçmeniz gerekiyor. Ben ikisini de deneyimledim ve kesinlikle şehrin her yerini yürümeyi öneririm. 7 Euro’nuzla da kendinize bir dondurma ve su alırsınız, yorgunluğunuzu atarsınız. 7 Euro deyip geçmeyin, bakın nasıl içime oturmuş… Neyse, hadi şimdi yazımın Venedik’te gezilecek yerler kısmına geçelim.
San Marco Meydanı: Şehre girer girmez her köşesi tarihi yapılarla dolu olsa da asıl turistik Venedik, San Marco Meydanı çevresinde yer alıyor. San Marco Bazilikası, Aziz Mark’ın Çan Kulesi ve lüks restoranlarıyla turistlerin ilk uğradığı durak olan bu meydan, bazı yıllarda iklim koşullarından dolayı yılın 6 ayı (Ekim – Mart) ziyarete kapatılmış. O yüzden Venedik gezmeyi planladığınız bir şehirse kesinlikle geri kalan altı aydan birinde gitmenizi öneririm, ne olur ne olmaz.
Meydandaki San Marco Bazilikası ibadete açık olduğu için girişi ücretsiz. Ama eğer içerideki müze bölümlerini de gezmek isterseniz tüm eserleri görebilmek için 9 Euro ödemeniz gerekiyor. Kalabalık giriş sırasında beklemek istemiyorsanız yaklaşık 100 TL karşılığında rehberli ve hızlı geçişli bir bilet satın alabilirsiniz. Bazilikanın ön cephesinde, kapının tam da üzerinde yer alan at figürleri, (mahşerin dört atlısı) Roma döneminde Mısır’dan çalınıp İstanbul’a oradan da Venedik’e kadar getirilen heykellerin birebir kopyası. Orijinal heykeller yapının içinde sergileniyor. Bu arada, yapıyı gezerken kendinizi Ayasofya’daymış gibi hissedebilirsiniz çünkü mimar Ayasofya’dan esinlenmiş.
Bazilikanın hemen önünde bulunan Aziz Mark’ın Çan Kulesi’ne giriş 8 Euro, çan kulesine çıkmak ise 20 Euro. Kuleyi diğerlerinden ayıran en büyük özellik beş farklı tondaki 5 farklı çana sahip olması.
Dükler Sarayı: Asırlık bir cumhuriyet olan Venedik, cumhuriyetin ihtişamını gözler önüne sermek için inşa edilen idare binalarıyla dolu. Bu yapıların ilk Dükler Sarayı. Büyük kanalın kıyısındaki, 25 Euro girişli sarayın daha giriş kısmında sizi etkileyecek devasa merdivenler yer alıyor. Gotik detaylarla bezeli sarayın içkısmındaysa sizi İtalyan ressam Tintoretto’nun eserleri karşılıyor. Ayrıca, cumhuriyete ihanet eden düklerin resmedildiği oda da ilginizi çekebilir.
Büyük Kanal: sağı solu renkli, tarihi binalarla çevrili olan ve gondol trafiği eksik olmayan kanalın en güzel noktası Rialto Köprüsü’nün üzerindeyken görülüyor. En güzel fotoğraflar da burada çekiliyor. Büyük Kanal’da gondol turu yapmak isterseniz en az 40 Euro’yu gözden çıkarmanız gerekiyor.
Santa Maria della Salute Bazilikası: Venedik’i veba salgınından kurtardığı inancıyla Hz. Meryem adına yapılan barok tarzlı yapı, dünyadaki veba kiliselerinden sadece bir tanesi. Girişi 4 Euro olan bazilikada İtalyan ressam Tintoretto’nun tabloları sergileniyor.
Ahlar Köprüsü: İsmini, bir mahkûmun köprüden geçerken son kez kente bakıp iç çekmesinden aldığı rivayet ediliyor. Turistlerin köprüye diğer köprülerden daha fazla ilgi göstermesinin bir diğer sebebi ise bu köprüden geçen âşıkların ömür boyu mutlu olacağı inancıymış.
Murano Adası: Cam atölyelerin merkezi, renkli binaları ve dar sokaklarıyla meşhur olan ada Burano Adası’yla benzerlik gösteriyor. Burano Adası’nın özelliği ise Venedik dantel işlemesinin doğum yeri olması. Murano Adası’ndaki cam müzesine giriş 14 Euro. Burano Adası’ndaki el sanatları müzesinin girişi ise 5 Euro. Her iki adada da girişi ücretsiz olan kiliseler de mevcut.
Fenice Tiyatrosu: İsmini anka kuşundan alan ve gerçekten de anka kuşuyla aynı kaderi paylaşan bina, 1792’den beri birçok yangın atlatmış ta ki 2004’te tekrar açılıncaya kadar. Günümüzde de aktif olarak tiyatro ve opera gösterilerinin yapıldığı binayı 10 Euro karşılığında gezebilirsiniz. Ama bana kalırsa binayı güncel takvime bakarak bir opera ya da tiyatro oyununu izlemek için ziyaret etmek daha mantıklı.
Rialto Pazarları: Yaklaşık 900 yıllık bir pazar. Pazarda meyve sebze ve balık satılıyor. Bölge insanının yoğunlukla bir araya geldiği bu pazarı ziyaret ederek Venediklileri yakından gözlemleyebilir ve İngilizce bilenlerle sohbet edebilirsiniz. Ya da İtalyanca biliyorsanız anadillerinde onlarla sohbet edebilirsiniz.
Verona
Bana göre Venedik’in bir alternatifi olabilecek kadar güzel olan bu şehir, UNESCO tarafından koruma altına alınmış. Romeo ve Juliet efsanesinin doğduğu bu şehir Venedik kadar olmasa da romantik olarak ön plana çıkmayı başarmış. Her noktası doğal ve beşeri güzellikle dolu olan Verona’yı en meşhur meydanı olan Erbe’den gezmeye başladım.
Erbe Meydanı: Sokak sanatçılarına varana kadar eski İtalya’yı günümüzde yaşatan Erbe Meydanı, tarihi binalarla çevrelenmiş ve ortasındaki minimal çeşmeyle de rengine renk katmış. Şehri İtalyan lezzetlerini tattıktan sonra gezmeyi planlayanlar için biçilmiş kaftan olan bu meydanda hemen her binanın girişinde farklı konseptteki restoranlar yer alıyor.
Juliet’in Evi: Shakespeare‘in ölümsüz eseri Romeo ve Juliet’ten net kesitler bulabileceğiniz Juliet’in Evi, giriş kısmının duvarları, üzerinde birbirini çok seven çiftlerin isimlerinin yazılı olduğu kâğıtlarla doldurulmuş. Girişten avluya girdikten sonra ise ziyaretçileri Juliet’in Romeo’yu beklediği balkon karşılıyor. Eğer Romeo ve Juliet’e biraz daha fazla ilgi duyuyorsanız Basilica of San Zeno’yu da ziyaret etmenizi öneririm çünkü Shakespeare, Romeo ve Juliet’i bu kilisede evlendirmiş.
Via Mazzini: ‘şemsiyeli sokak’ akımının dünyaya yayılmasına öncülük eden bu cadde, Verona’nın iki büyük meydanına çıkan bir alışveriş caddesi. Turistler burada hem alışveriş yapıyor hem de rengârenk şemsiyelerin altında fotoğraf çekiniyor.
Giardino Giusti: İtalyan bahçelerinin en meşhurlarından olan Giardino Giusti, peyzajıyla ve labirent tasarımıyla turistler tarafından sıkça ziyaret edilen bir mekan. Bahçenin girişi 8.5 Euro
Bologna
İtalya’nın kızıl başkenti Bologna, bu ismini hem tarihi tuğla evlerinden hem de şehir halkının yoğunluklu olarak benimsediği ideolojisinden almış. Ortaçağ Avrupası’nın kalıntılarının net olarak gözlemlenebildiği şehir, neredeyse tümüyle tarihi yapılardan oluşuyor. Bakmayın adının kızıl şehir olarak anılmasına, Bologna’ya giderseniz bol bol dini yapı gezmeniz gerekecek.
Maggiore Meydanı: Bologna’nın merkezi konumundaki Maggiore Meydanı’ndan, şehrin görülmesi gereken tüm turistik yerlerine çıkan bir yol var desem abartıyor sayılmam. Bu yüzden ilk olarak meydandaki Neptün Çeşmesi’ni fotoğrafladım ve gezilecek tarihi binaları görmek üzere yola çıktım.
San Petronio Bazilikası: Maggiore Meydanı’nın gölgeliği niteliğindeki devasa kilise Bologna’nın simgesi olarak anılıyor. Kilisenin girişi ücretsiz olsa da içeride fotoğraf çekinmenin bedeli 2 Euro. Eğer kilisenin terasına çıkmak istiyorsanız 3 Euro daha ödemelisiniz. Kilisenin tam karşısına konumlandırılmış Podesta Sarayı, şehirdeki Rönesans mimari örneklerinin en başarılısı. Bu yüzden kiliseyi görmüşken sarayı da es geçmeyin derim ben.
Palazza Comunale: Asırlardır belediye binası olarak kullanılan bina Halk Sarayı olarak da biliniyor. Maggiore Meydanı’ndaki binanın dış cephesindeki Hz. İsa kabartması turistlerin en çok fotoğrafladığı detay.
Asinelli ve Garisenda Kuleleri: ‘Alternatif Pisalar’ olarak da adlandırabileceğimiz bu kuleler Ortaçağ İtalya’sındaki zengin bir aile olan Asinelliler tarafından güç gösterisi amacıyla yaptırılmış. Yaklaşık 500 basamaklı ahşap merdivenleri çıkmayı göze alırsanız kulelerin tepesine çıkabilirsiniz. Kulelerin tepesine çıkmak 3’er Euro.
Sanctuary di Madonna di San Luca: Etrafı ağaçlarla çevrili bir tepenin tam ortasına inşa edilen kilisenin yaklaşık 300 yıllık bir geçmişi var. Doğa ve tarihin iç içe olduğu bu bölge Bologna’nın en çok ziyaret edilen mekânlarından biri. Kilisenin girişi ücretsizken, Bologna manzarasını izleyebileceğiniz kilise terasına çıkmak 5 Euro.
Milano
Kimine göre modanın başkenti kimine göreyse sanatın… Bana göre her ikisinin ve hatta daha fazlasının başkenti olabilecek kadar güzel bir şehir Milano. Şehre girer girmez siz de fark edeceksiniz ki insanları çok şık, sokakları sanat dolu ve modernle klasik mimari ilginç bir şekilde uyum içerisinde bir arada yer alıyor. Sanırım biraz fazla övdüm Milano’yu. O zaman hemen şehirdeki sivrisinek bolluğundan bahsedeyim. Şehirde en az on yerimden ısırıldım. Neyse, şehrin beğeni ve şikâyet oranı eşitlendiğine göre gezdiğim yerleri anlatmaya başlayayım.
Duomo di Milano: Dünyada gotik mabet denince ilk akla gelen Duomo di Milano’nun yapımı siyasi nedenlerden dolayı yaklaşık 600 yılda tamamlanabilmişDışı kadar içi de görkemli olan yapının iç duvarlarında İncil’den betimlemelere yer verilmiş. Kilisenin tam merkezinde ise Havari Bartalmay’a ithafen yapılmış heykel bulunuyor. Kiliseye giriş bedeli 3 Euro. Ama eğer alt ve üst katları da gezmek isterseniz fiyatta artış oluyor.
Altın Dörtgen: Şehrin modanın başkenti olduğunu söylemiştim. Hatta caddesi bile var ‘Moda Dörtgeni’ caddede dünyaca ünlü, aşırı pahalı moda markalarının dükkânları sıralanmış. Bir şeyler alacağımızdan değil de bi gidip görelim bakalım, neler var neler yok düşüncesiyle caddeyi turladık. Gittiğimizde bol bol fotoğraflar da çekindik tabii. Başta Versace olmak üzere Prada, Gucci ve diğer ünlü markalar cadde boyunca sergileniyordu. Geziniz sırasında burayı Google’da Quadrilatero d’Oro şeklinde aratıp bulabilirsiniz.
Santa Maria delle Grazie Kilisesi: Leonardo da Vinci’nin Hz. İsa ve havarilerinin son akşam yemeğini betimlediği Son Yemek freskini görmek istiyorsanız 10 Euro karşılığında kiliseyi gezebilirsiniz. Bunun dışında kilisenin mimarisinin ücretsiz girip gezebileceğiniz kiliselerle kıyaslandığında ekstrem bir durumu yok.
Sempione Parkı: Şehri gezdikten sonra, yorgunluğunuzu İngiliz tarzıyla düzenlenmiş büyük bahçede atabilirsiniz. Parkın çimlerinde saatlerce oturup zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacaksınız; tabii benim gibi sivrisinek istilasına uğramazsanız.
Genova
Kâşif Kristof Kolomb’un doğduğu kıyı kenti olan Cenova, klasik bir Kuzey İtalya şehri olarak bizi karşıladı. Şehirde çok fazla görkemli yapı vardı ama benim en beğendiğim yapı Kristof Kolomb Evi oldu. Daha doğrusu evin çevresindeki yeşil alan. Cenova için liman kenti, plajları ve tarihi yapılarıyla ön planda olan bir şehir demek dışında pek de bir şey bulamadığım için acilen gezilecek yerleri listelemek istiyorum.
Ferrari Meydanı: Şehrin buluşma meydanı olarak gösterilen Ferrari Meydanı ve çevresi, daha önce gördüğüm meydanlardan dolayı açıkçası bana pek de etkileyici gelmedi. Meydanın tam merkezinde suyu akmayan bir çeşme (normalde akıyormuş), etrafında kırık taşlar ve daha geniş detaydan bakınca yerlerdeki çöpler… Böyle sayınca bırakın etkilenmeyi baya beğenmemişim ben burayı, şu an fark ettim.
Cenova Katedrali: Şehirdeki Ortaçağ kalıntısı, gotik bir kilise olarak karşımıza çıkan enine çizgili dini yapı, rivayetlere göre içerisinde Kutsal Kâseyi gizliyor. Gizliyor derken, kristalimsi tabak katedrale giren herkesin görebileceği şekilde muhafaza ediliyor.
Palazzo Reale: Gezdiğim şehirlerde en ilgimi çeken güzelliklerin başında avlulu yapılar yer alıyor. İşte bu saray tam da beni etkileyecek kadar büyük ve görkemli bir avluya sahip. Eğer avluyu görmek bana yetmez, bir de sarayın odalarını gezeyim derseniz 14 Euro’ya bilet satın almanız gerekiyor. Bileti internetten satın almak daha kolay.
Kristof Kolomb Evi: Aslına uygun olarak restore edilen ev, Kolomb’a atfedilmesi dışında pek de bi anlam taşımayan klasik bir yapı olarak karşıma çıktı.
Via XX Settembre: Cenova’da art nouveau mimarisinin örnekleri gözlemleyebileceğiniz bir alışveriş caddesi olan Via XX Settembre, üzeri kapalı yaya yoluyla da harika fotoğraf karelerine olanak sağlıyor.
Torino
Etrafı meşhur Alp Dağları’yla çevrilmiş bir başkent Torino. (Piyomonte bölgesinin başkenti) Şehrin her yerinde kendini hissettiren tarihi dokusuyla ve insanlarının olumlu farklı tavırlarıyla İtalya’daki en sevdiğim şehirlerin başında gelmeyi başaran Torino’yu hem gece hem de gündüz turladım ve Airbnb sistemi sayesinde şehirde güzel bir evde konaklama fırsatı buldum. Son olarak da şehirden ayrılmadan hemen önce meşhur İtalyan pizzasını tattım. Peki, Torino’da nereleri mi gezdim?
Porta Palazzo Market: Büyük bir meydanın tümünü kaplayan geleneksel İtalyan pazarında meyve sebzeden giysiye kadar hemen her şey satılıyor. Eğer bizim gibi araçla gezenlerdenseniz pazardan meyve – sebze alıp yolculuk esnasında açlığınızı yatıştırabilirsiniz.
Roma Caddesi: İtalya’ya gelip de pazar mı gezeceğim diyorsanız sizin için de bir alternatif var Torino’da. Roma Caddesi (via Roma), lüks markalarıyla yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı. Ayrıca caddenin kıyafet mağazalarından bağımsız olarak farklı bir havası da var bence.
Ulusal Sinema Müzesi: Bulunduğu bina sinagog olması için inşa edilen Ulusal Sinema Müzesi (Museo Nazionale del Cinema) bünyesinde sinema tarihine ilişkin hemen her şeyi barındırıyor. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte yapısını güncelleyen müzenin belirlenen bölümünde kendinizi sinema sahnesindeymiş gibi görüyorsunuz.
Palazzo Madama: Hanedanın sarayı, Ortaçağ’dan Rönesans’a kadar pek çok detayı barındırıyor. UNESCO tarafından koruma altına alınan sarayın iç kısmı 3 farklı bölümüyle ziyaretçilerini ağırlıyor. Barok, Dekoratif ve Ortaçağ bölümlerinden oluşan sarayı gezmek için internet üzerinden 10 Euro'luk bileti satın almanız gerekiyor.
Mısır Müzesi: Evet, ilginç gelebilir ama Avrupa’nın çoğu şehrinde Eski Mısır’a ait kalıntılara rastlamanız içten bile değil. İtalyanlar tarihi eser çalma ya da eserlere güzellikle el koyma işini o kadar abartmış ki Avrupa’nın en büyük Mısır müzesine (Museo Egizio) ev sahipliği yapabilecek seviyeye gelmişler. Her neyse, Avrupa’da Mısır kültürünü tanımak isteyenler 24 Euro ödedikten sonra müzeyi gezmeye başlayabilir.
Superga Katedrali: Şehrin tepesine inşa edilen katedrale, kendinizi zorlayarak bisikletle ya da elektrikli scooterla, ya da kolayca tramvayla çıkabilirsiniz. He, kendinize eziyet çektirmekte kararlıysanız yürüyerek de tırmanabilirsiniz. Tepeden hem şehri panoramik olarak seyredebilir hem de Superga Katedralini daha yakından görebilirsiniz. Kiliseye giriş ücretsiz.
İşte, İtalya gezim böyle geçti. Şehirleri gâh beğenmedim gâh çok etkilendim ama sonuçta İtalya’yı genel olarak beğendim… Ben, iki ay boyunca gezdiğim tüm Avrupa ülkelerindeki deneyimlerimi GZT’de sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. GZT’de yayımlanan diğer tüm gezi yazılarıma BURADAN ulaşabilirsiniz.
Sevgiler,
@Receptcelik