İnsanlığın onuru Afrika

1906 yılında bir günde tam 1308 kesik sağ el Kongo sömürge valisine verilmişti...
1906 yılında bir günde tam 1308 kesik sağ el Kongo sömürge valisine verilmişti...

Gazze’de 07 Ekim’den bu yana 21. yüzyılın ve insanlık tarihinin en korkunç ve en utanç verici katliamlarından biri yaşanıyor. İnsanlığın tamamını ayağa kaldıran ve tam bir soykırıma dönüşen bu dramda en kötü sınavı kuşkusuz hükûmetler verdi.

Dünyada irili ufaklı altmışa yakın İslam ülkesi içerisinde hiçbiri İsrail’in bu soykırımını durduramadığı gibi, gönderilen insani yardımların da Gazze’ye erişimini sağlayamadı. Genel gidişat böyleyken İsrail hükümetini Gazze’deki Filistin halkına soykırım yapmakla suçlayan Güney Afrika, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na dava açtı. Geldiğimiz noktada, Güney Afrika’nın bu çıkışı tüm dünyada ses getirdiği gibi, Afrika’da daha farklı yankılar oluşturdu. Batılı ülkelerin tarassudundan her geçen gün kurtulan Afrika, ülkelerin yavaş yavaş kendi kaynaklarını ele geçiriyor, kendi maddi gücünü adeta yeniden keşfediyor. Afrika’nın muazzam potansiyeli eğer bu kaynakların gerçek sahipleri tarafından doğru kullanılırsa yakın geleceğin cazibe merkezi bu topraklar olacak. Afrika bugün yüzyıllardır yaşadığı sömürü düzeninin yol açtığı bagajdan kurtuluyor. Bu bagaj acılarla, yok edilişlerle dolu korkunç bir hafıza kutusu aynı zamanda. Arap Berberi Kuzey Afrika da dâhil, bu koca kıtada sömürülmeyen bir toprak kalmadı. Sahra altı Afrika en korkunç acıları yaşayan yerlerin başındaydı. Bu hafızayı yakından bilmenin, yaşanan bu acıların üzerine temel atıp kendilerine müreffeh bir hayat kuran batının ikiyüzlülüğünü anlamada önemli olduğuna inanıyorum. Gerçekten de medeni/ civil olmak ile müreffeh olmak aynı şey değildir. Bana göre de batı medeni değil müreffehtir. Maalesef biz bu ikisini çok karıştırıyoruz. Bu yazıda siz değerli okurlara tüm toprakları bir şahıs adına, Belçika Kralı II. Leopold’a tapulanan Kongo’daki sömürü düzeninden, dünyanın en acı çikolatasından söz etmek istiyorum.

Dünyanın en acı çikolatası

Belçika Kralı II. Leopold 1908’e kadar sömürdüğü Kongo’da 15 milyon insanı katletti. Kauçuk hasatını eksik yapan kölelerin ceza olarak ellerinin kesildiği bir vahşet sergiledi. “Kesik el çikolatası’’ ile ünlü Belçika’ya kakao Kongo’dan geliyordu. El kesme cezası korkutucu ve “ucuzdu’’. Leopold’a göre bir mermi, bir yerlinin hayatından daha değerli bir malzemeydi. Kesilen ellerin konulması için özel sepetler yapılmıştı. Belçika’da 1958 yılına kadar, zaman zaman “Human Zoo’’lar kuruldu! Türkçe’ye çevrilmesi utandırıcı ama en yakın anlam sanırım “İnsanat Bahçesi’’. Hayvan yerine insan, Batılılara göre “İnsanımsı/Semi-Humane’’ zencilerin kafeste, çitlerin ardında beyazlara ‘sergilenmesi’ sıradan bir eğlenceydi. Bugün fiziken olmasa da Batı’nın zihin dünyasında “Human Zoo’’lar hâlen caridir. 1885’te toplanan Berlin Konferansı’nda büyük güçler tarafından “Kongo’nun Hâkimi” olarak kabul edilen II. Leopold tam bir yayılma politikası güdüyordu. Afrika’da kalan tek “Terra Incognita’’ (Tanımlanmamış Toprak) olan Kongo’ya büyük bir iştahla yöneldi. Kongo’nun tapusu onundu. Leopold hemen maceracı ve hırslı bir İngiliz olan Henry Morton Stanley’i Kongo’ya keşfe ve olabildiğince fazla toprağa el koymaya gönderdi. Stanley Kongo halkını hızla köleleştirirken, Leopold Avrupa’da ‘Kölelik insanlık suçudur, sona erdirmeliyiz.’ propagandası yapıyordu. Aslında ne kadar tanıdık değil mi bu taktik? Bugün dünyanın en büyük çevre kirliliğine yol açan, sorunun ta kendisi olan uluslararası petrokimya şirketlerinin “daha temiz bir dünya” kampanyaları yapması işte tam da Leopold’un misyonu. Doğal zenginlikleriyle iştah kabartan Kongo’da Stanley, yönetimini kurmuş, şiddet ve hileyle 450 kabile reisini dize getirmiş, topraklara el koymuş, halkı ağır şartlarda köle olarak çalıştırmaya başlamıştı.

Kauçuk ve kakao için de ormanlar acımasızca yakılıp yeni tarlalar açılıyordu. Kendi ülkelerinde köleleştirilip kauçuk elde etmek için ormanlara ‘salınan’ Kongolular, yoğun akışkan ve yapışkan kauçuk salgısını tüm vücutlarına bulaşmış adeta yürüyen kauçuk şeklinde geri dönüyorlardı. Donarak iyice vücuda yapışan kauçuk sökülürken derileri de kalkıyordu... Düşünebiliyor musunuz? Tüm bunları yapan ‘Kongo’nun Hâkimi’ II. Leopold Kongo’ya bir kere bile gitmedi. Başkent Kinşasa’nın adı o zaman Leopoldville’di, kendi adını vermişti. Ve bu câni zalime “Köleliğin Kaldırılmasını Savunma’’ ödülü veriliyordu! İnanılır gibi değil ama gerçeğin ta kendisi olanca çıplaklığıyla böyleydi. Avrupa’nın kauçuk talebi yükseldikçe mazlum Kongo halkına yapılan baskı da giderek arttı. Yağmur ormanları kauçuk ağaçlarıyla doluydu. Kauçuk toplatmada insanlara kan kusturma işini II. Leopold’un kurduğu “Force Publique” adlı Halk(!) ordusu düzenleyecekti. Bu ordunun subayları Belçikalı beyazlardı. Askerleri ise yerli halktan üç kuruşa kardeşlerini satan “ev zencileri’’ oluşturuyordu. Bunlar kraldan daha çok kralcı olan, şuursuz acımasızlardı. Zorla çalıştırılan ve can veren yüz binlerce Kongolunun kanı işte bunların elindeydi.

Herkesin orman dönüşü getireceği kauçuk miktarı belirlenmişti. Bu miktarı getirmeyenlerin eli ceza olarak kesiliyordu. Ek bir önlem olarak kauçukları getirene kadar erkeklerin karısı, çocukları rehin tutuluyordu. Geri gelmez ya da miktarı tutturamazsa rehinelerin eli kesiliyordu. Kesilen eller özel kovalarda toplanıyor, böylece askerler komutanlarına hem verdikleri cezayı hem de kurşun harcamadıklarını kanıtlıyorlardı. Askerler kestikleri el kadar fazladan ek ücret alıyordu. 1906 yılında bir günde tam 1308 kesik sağ el Kongo sömürge valisine verilmişti. Zulme başkaldıranlar hemen öldürülüyor, köyleri tamamen yok ediliyor ve toplu katliamlar yapılıyordu. Kadınlar ise kaçırılıyor, onlarca Belçikalı tarafından tecavüz ediliyor ve ondan sonra öldürülüyordu. II.Leopold, Kongo’dan muazzam meblağlarla gelen kanlı paralarla hızla zenginleşti. Para bol olunca Belçika’da Antwerpen Garı, Kraliyet Orta Afrika Müzesi, Ostendes Kraliyet Galerisi gibi büyük ve gösterişli binalar inşa etti. O artık “inşaat kralı” olmuştu. İletişim kısıtlıydı. Ancak Kongo’ya gelen İngiliz misyonerler, az sayıda gazeteci ve yazarlar gözlerinin önündeki vahşetin tanığı oluyor ve yazıyorlardı. II. Leopold’un Kongo zulmüne karşı sesler yükselince Kongo, 1908 yılında, II. Leopold’dan alınarak Belçika’ya verildi. Bu noktada Mark Twain ve Sir Arthur Canon Doyle gibi o zamanın tanınmış yazarlarının haklarını teslim etmek lazım. Kongo’ya gidip, yok edilen bir dünyayı görüp, Kongo’nun bu vampirden kurtulması yolunda ellerinden gelen desteği vermişti bu iki isim. Yani Kongo artık Leopold’un ‘şahsi mülkü’ değil, kralı olduğu Belçika’nın kamu malıydı! Sonuçta hiçbir şey değişmedi. Emperyalizmin kanlı yağma ve sömürü düzeni aynen devam etti. Zaten Leopold’da bir sene sonra ardında varis bırakmadan öldü gitti. Yeğeni Belçika Kralı oldu. II.Leopold, Kongo’da acımasızca kan dökerken, Sultan II. Abdülhamit’in yönetimini şiddetle eleştiriyor ve Osmanlı Devleti üzerinde de baskı kurmaya çalışıyordu.

Kongo’da yıllarca süren bu utanç verici zulüm Belçika’da ilk olarak 1998’de Adam Hochshilds’in “Kral Leopold’un Hayaleti” adlı kitabı yayınlandığında tartışılmaya başlandı. 1998’e kadar kimsenin umrunda dâhi olmayan 15 milyon kişinin ölümünden sorumlu bir zulüm gerçekliğinin çölünde kıvranıyordu insanlık. Kongo’nun acısı 20. yy. boyunca hiç dinmeden devam etti. Darbeler, ABD-Rusya-Fransa’nın dirsek kavgalarının getirdiği istikrarsızlıklar, suikastler ve ekonomik çalkantılarla savrulan bir ülke oldu hep. 1960 seçimlerini tüm sandık hilelerine rağmen Patrice Lumumba kazandı. Lumumba’nın başında olduğu Kongo Milli Hareketi kazandı ve Lumumba başbakan oldu. Bağımsızlık ilan edildi. Ülkenin adı “Kongo Cumhuriyeti” olarak değiştirildi. Kongolular için artık ayrımcılığın ve soygunun sonuna gelindi ama Belçika ve ABD bunu kabullenemedi. Lumumba yola bir burjuva milliyetçisi olarak çıkmıştı ama zamanla sosyalizme yöneldi ve SSCB ile işbirliği yaptı. Öldürülmesine de bu işbirliği neden oldu.

Lumumba 36 yaşında öldürüldü ama yetmedi ve bir gün sonra Belçikalı askerler mezarını açtı, cesedi parçalara ayırdı, bir fıçıdaki asidin içinde eritildi. Dişleri ve kemikleri öğütüldü, rüzgarla ormana saçıldı. Belçika bu cinayeti tam 40 yıl kabul etmedi. 2005 yılında Orta Afrika Kraliyet Müzesi’nde, Belçika’nın sömürgeci geçmişiyle ilgili bir sergi açıldı. 2019 yılında BM Afrika Uzmanlar Grubu, Belçika hükûmetinin Kongo’da yapılanlar için özür dilemesini ve II. Leopold’un heykellerini kaldırılmasını istedi. Belçika Başbakanı Charles Michel bu isteği reddetti. 2019’da ABD’de işlenen George Floyd cinayetinden sonra “Siyah Hayatlar Önemlidir” (Black Lives Matter) hareketinin Brüksel’de yaptığı gösterilerin ardından II. Leopold’un heykeli kaldırıldı. Belçika’nın Antwerp şehrinin kelime anlamı ‘kesilip atılan el’. Kesilip Kongo Nehri’ne atılması gereken el, milyonlarca masumun hayatına giren, bir ülkenin geleceğini karartıp kirleten II. Leopold’un eliydi oysa. Bu efsane, bu masal bir şehir hikâyesi olarak Belçikalı çocuklara anlatılsın, yerel kültür yaşatılsın, buna diyecek bir sözümüz yok. Fakat 15 milyon Kongo insanına yapılan katliamı ve korkunç acıları hatırlatan ve arsızca hâlâ satılmakta olan çikolata eller artık yapılmasın, satılmasın.

Son Söz: Kahrolsun Emperyalizm